Papirus Dergisi Nisan Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır.
Hamit Ergüven
Kahramanımız, annesini küçük yaşlarda kaybetmiş, teyzesi ve babasıyla konakta büyümüş bir çocuktur. Yaşıtları dışarıda oynarken o zamanının çoğunu konakta, anne olarak gördüğü teyzesiyle geçirmektedir. Babasının sert mizaçlı ve kadınlara düşkün olması gibi nedenler C.’nin ileride yaşayacağı travmaların temelini oluşturur.
Bir akşam teyzesi ve babasının ilişkisi olduğunu öğrenir ve o gün en sevdikleri de olmak üzere tüm insanlığa, yaşayışlara, toplumsal kurallara olan inancını kaybeder.
“Babam bir koluyla teyzemin etekliğini kaldırıp sarmış, öteki eliyle çıplak bacaklarını okşuyordu. ‘Zehra, su bacakların yok mu?’ dedi. Çevrem kararır gibi oldu.
Fırladım. Üstlerine atıldığımda bacaklar hala çıplaktılar. ‘-Bırak onu diye bağırdım…’ Elini ısırdım; … Kafamdaki ses durmadan, ‘Kulağı yırtıldı,’ diyordu.” (Aylak Adam s:127)*
O anda yaşadığı üç olay yakasını bırakmaz. Bacak, babanın bıyığı ve baba, kulağının baba tarafından yırtılması. ‘Bacaklar’, ‘Bıyık/Baba’ ve ‘Kulak’ kurguda önemli bir yer alır. Sıkıntıya düştüğü anlarda ilk dokunduğu yer kulağıdır. Bıyık babasının hoyratlığının simgesidir ve asla bıyık bırakmaz. Babasına benzemek istemez ve benzetenlerle tartışır. “Çabuk kurtulmak için diye düşünürdüm. Yoksa korkudan mı? İşte ben buyum. Çocukluğumda ona benzememek kolaydı. ‘bıyık bırakmıycam’, ‘komisyoncu olmıycam’ demek. Çıplak bacaklı kadın düşleri başladığı zamanki umutsuzluğum! Hiç kimse erkek yaratılmanın azabını benim kadar çekmemiştir.” ( s.128)
Babasının ve teyzesinin ölümü üzerine hayatta ne aradığına dair sorulara yönelir. Yanıtının ne olduğunu bildiği ya da bilmediği sorulara yöneldikçe modern hayatın insanlara dayattığı kuralları keşfeder. Babasının mesleği olan komisyonculuktan nefret etmesiyle başlayan mesleklerden uzaklaşma eğilimi kendisine “aylak” demesiyle son bulur.
Artık başladığı edebiyat fakültesini bırakabilir ve “aylaklığın” hakkını verir hâle gelebileceğini düşünür kahramanımız. Sokaklarda gezerek kendisi gibi toplumun kurallarına karşı çıkan, toplumun beklentilerine cevap vermek istemeyen bir kız arar. Alışılagelenden farklı olmalıdır aradığı kişi. Kendisi gibi ‘tutamak sıkıntısı’ yaşayan bir kadın arar. Bazen çok yaklaşmasına rağmen romanın sonuna dek kendi gibi modern hayatın içinde sıkışan B. ile bir türlü tanışamaz. Romanın sonunda B.’yi görür ve onun aradığı kişi olduğunu anlar. Ancak yaşadığı olumsuz bir dizi olay, onu B.’den sonsuza dek uzaklaştıracaktır.
Teyzesine duyduğu derin sevgi ve babasıyla yaşadığı tartışma ve kavga bazı kompleksleri de beraberinde getirecektir. Kulağını her türlü olumsuz olayda kaşıması, kadınların bacaklarına dokunamaması, bıyık bırakamaması bu komplekslerden yalnızca bir kaçıdır. Hiçbir ilişki bu nedenle uzun sürmez.
Yalnızca kadınlarla olan değil çevresiyle kurduğu ilişkilerde de sıkıntılıdır. Baba ile yaşadıkları sadece kendi babasına değil diğerlerine de duyduğu öfkeyi büyütür.
İlişkiye girdiği kadınlarla birlikte olurken bile rahat değildir. Babası hep aralarına girmekte ve onları daha yakın olmaktan uzaklaştırmaktadır. ‘Baba’nın her an çıkıp geleceğini ve birlikteliğini bozacağını düşünür. Tıpkı teyzesi ile olan birlikteliğinin arasına girip onları oyunlarından, masallarından ayırması gibi. Ancak ‘baba’yı içinden dışarı çıkartırsa mutlu olacaktır.
Bıyıklı insanlara babasına benzedikleri için tepki duyar. Topun peşinden koşan çocuğu ezmemek için ani fren yapan sürücünün yüzü aniden ona babasın anımsatır. O da bıyıklıdır çünkü.
Babasından yediği dayakları bir türlü unutamaz. Her olay ona yaşadığı o korkunç zamanları, babanın ona yönelik hoyrat davranışlarını, bıyık burmalarını hatırlatır. Hep tetikte olmalı, babası eve gelir gelmez davranışlarına dikkat etmelidir. Yoksa bıyıklı adam ona ‘çocuk’ demeden saldıracak, tedbirli davranmadığı için onu cezalandıracaktır tıpkı annenin ezilmekten kurtulan çocuğu cezalandırması gibi.
Her temas ona babasını hatırlatmaktadır. Kız arkadaşıyla izledikleri filmde geçen “Babanı öldürdün!” repliği ona travmalarının nedeni olan babadan kurtulmanın yolunu gösterir gibidir. Evet, babasını öldürmeli ve istediği yaşama kavuşmalıdır. İçinde bunca zaman gizlediklerini açığa çıkartmalı ve kadınların bacaklarına dokunmakta neden zorlandığını, onlara gerçek birer sevgiliymiş gibi neden bakamadığını anlatmalıdır. Ancak o zaman rahatlayacaktır.
Babayla ilişkisinin olumsuzluğu onun evdeki varlığından hissettiği huzursuzluğu yaşamasına neden olur. Baba evde değilse huzur vardır C. için. Baba’nın olmaması daha çok ‘mutlu çocuk’ eder onu. Teyzeden dinlediği masallar, onunla oynadığı oyunlar bir sevgi sarmalı içinde geçirilen zaman demektir. Yargılama yoktur, sertlik yoktur, şefkatli bakışlar, bir çocuğun aradığı sıcak dokunuşlar vardır teyzede. Baba evdeyken bu ‘anne çocuk’ ilişkisi gerçekleşmez. Şimdi C.’nin insanlara kaygıyla bakmasının nedeni budur. Baba ondan sevgiyi çalmaktadır. O da çalınan sevgiyi arar hep ilişkide olduğu kadınlarda.
Ona bu sevgiyi yalnızca sinema kapısındaki kadın vermektedir. Teyzeyi onda bulmakta, onunlayken sadece başını dizine koyup saçlarının okşanmasını beklemektedir. Baba eve gelen her kadına ‘yatılacak kadın’ gözüyle bakar, C. ise sevecek ve sevilecek kadın olarak. Arayışı hep bu iki sihirli sözcük üzerinedir. Babaya benzemek istememektedir. Çünkü babaya benzemek demek sevgiden uzaklaşmak demektir.
“Hemen her gece babam eve girer girmez beni, teyzemle oynadığımız oyunlardan, masallardan ayırırdı.”(s 120-121)
Eve gelen kadınların babanın davranışlarına kayıtsız kalması C.’de kadınlara yönelik olumsuz düşüncelerin oluşmasına neden olur. Babadan intikam almak ister hep. Baba onu teyzeden ayırmıştır o da babayı kadınlardan ayırmaya çalışır rahatsız ederek. Karşılaştığı kadınlarda hep “babayı onaylayan, itiraz etmeyen” biri var düşüncesiyle hareket eder ve bazen onlara öfkeyle bakar.
Babaya duyduğu nefretin pekişmesi için ondan dayak yemeyi bile göze alır. Bu da mutlu eder onu. Her dayak onu babasından daha çok uzaklaştırır hatta bu uzaklaşmayı haklı kılar C.’nin bakış açısına göre. Dayak yedikçe babaya olan nefreti artmakta ve ilerde ona benzememe düşüncesinin temellerini sağlamlaştırdığı için bundan haz duyar.
Belki de romanda baba davranışının C. üzerinde oluşturduğu tek olumlu olay üniversiteyi de içeren eğitim yaşamını sürdürmek olmuştur. Babanın yaptığının tersini yapmak mutlu edecektir C.’yi. Onun inadına arkadaşlarıyla kavga eder okulda. Yoksa babası onu ‘uslu çocuk’ diye nitelendirecektir. Bunu istemez. ‘Okuyamaz bu çocuk.’ dediği için üniversiteyi bitirir. Babasının tanımladığı ‘adam’ tipinden uzak durur. Onun onayını almak kendini kötü hissetmesine neden olacaktır. Babası iş sahibidir, o halde kendisi olmamalıdır. Babasının bıyıkları vardır, kendisi asla bıyık bırakmayacaktır. Babası kadınlara sevgisiz yanaşır, o halde o sevgiyi bulmalıdır.
Babaya o kadar öfkelidir ki onu öldürmeyi bile düşler. Sevgiyi elinden alan birisine herkes nefretle bakar, C.’de öyle yapar. Oyuncağını, masallarını, evdeki huzurunu ve en önemlisi de sevdiği ve bağlandığı kadını elinden almaktadır babası. O halde bu engel kalkarsa huzur, masal, oyun ve şefkat sarmalı kendisine dönecektir. Bu nedenle kayıtsız kalmıştır babanın ölümüne. Hatta sevinmiştir.
Babadan kalan miras C.’nin çalışmadan da hayatını sürdürebilmesine yaramıştır. Bunu da babasının ona yönelik göstermediği sevginin bedeli olarak kabul etmiştir. Her şeye ‘kullanılması gereken madde’ gözüyle baktığını düşündüğü babasının bu son hareketini de normal karşılamış, bütünün bir parçası olarak kabullenmiştir. Sevgi vermemiştir C.’ye ama her şeyi satın almasına yarayacak para vermiştir.
Artık yaşamını şekillendiren adam fiziki olarak yoktur. Onu sevdiği oyunlardan ayıran bıyıklı adam sonsuz yolculuğa çıkmıştır. Yaşamını normalleştirmek için ilk engelin kalktığını düşünerek rahatlar. Ama bu ona yetmeyecek, içine gömülü olan babayı dışarı atmadan rahatlamayacaktır C.
Anlatmak, içini dışına çıkarmak rahatlatır insanı. C. de öyle yapar sonunda. C. olmasına neden olan babadan ancak bu şekilde kurtulabilir. Yıllar önce ölmüş olan babayı, hayatından sadece fiziksel olarak çekilmiş olan bu adamı şimdiye kadar içinde yaşatmıştır. Şimdi ise içini dışına çıkararak babayı tamamen hayatından çıkarmanın en önemli adımını atmıştır. Travmadan kurtulamaya çalışmaktadır. İlk girişimi başarılı gibidir.
“Sonra? Hiç! Kulağını bile öpmüştüm.” Onun bir insan kulağını öpebilmesi yabana atılacak bir şey değildir. Kafasının derinliklerinde bir ışık parlar gibi olur; söner. Umutlanır. Hatırlamak istediği belki de kulakla ilgili bir olaydır. Tekrarlar.” Kulağını bile öpmüştüm. Kulağını. Olmuyordu. Aklında ne varsa kovup, yalın kafa bir daha zorladı. Yararsızdı. Kulağını kaşıdı. Sanki yangın kulesi dilini yutmuştu.” (s.137) * Aylak Adam, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Ekim 2000