Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…
Mevlâna’ya atfedilen “gel, ne olursan ol, gel” anlayışını ilk dile getiren Said Ebu’l Hayr olsa da, Mevlâna’nın en bilinen yanı onun ulusal ve etnik sınırları aşan bu anlayışıdır. Kendisi de şehirden şehre göçen Mevlâna, büyük Moğol akınları ile karışan etnik unsurlar arasında bu görüşü edinmiştir. Birçok millet yeni yerlerde yeni insanlarla karşılaşıyor ve yeni anlayışlar geliştirmek durumunda kalıyordu. Mevlâna böyle bir ortamda batıda ancak 700 yıl sonra ulaşılacak bir hümanizm oluşturmuştur. İnsanlığın tam bir sentezi içerisinde birey, halk ya da ırk anlayışını aşmıştır. Ona göre her şey ilahi olanın farklı görünümleridir. Herhangi bir ayrım gözetilemez.
Mevlâna (30 Eylül 1207 – 17 Aralık 1273)
Hz. Mevlâna 30 Eylül 1207’de Türk boylarının yaşadığı Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir (Belh bugün Afganistan sınırları içindedir). Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun, babası Sultanu’l-ulema (bilginlerin sultanı) olarak anılan Bahâeddin Veled’dir. Devrin filozoflarından Fahreddin-i Râzi ile fikir ayrılıkları ve Moğol istilasının yaklaşıyor olması, Bahâeddin Veled ailesinin yakınları ile birlikte Belh’ten göç etmelerine neden olmuştur. Bu göç Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Malatya, Erzincan ve Karaman’da bir müddet kaldıktan sonra, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın daveti üzerine, 3 Mayıs 1228 tarihînde Konya’da sona ermiştir.
Karaman’da Gevher Banu ile evlenen Hz. Mevlâna’nın Bahâeddin (Sultan Veled) ve Alâeddin adı verdiği iki oğlu olmuştur. Yıllar sonra Konya’da yaşadığı dönemde Gevher Banu’yu kaybeden Hz. Mevlâna, Kerra Hatun ile evlenmiş ve bu evliliğinden Muzaffereddin Emir Âlim ve Melike isimli iki çocuğu daha olmuştur. Hz. Mevlâna çok küçük yaşlarda babasının derslerine başlamış, Allah yolunda hakikat sırlarını bulmaya çalışmıştır. Türkçe, Arapça, Farsça, Halk Rumcası, Eski Yunanca dillerini öğrenmiştir. İslam dinî ile birlikte diğer dinleri incelemiş, tarihten, tıp ilmine kadar pek çok bilgi eğitimini önce babasından sonra Seyyid Burhaneddin Tirmizi’den ve devrin kıymetli âlimlerinden almıştır. Bu bilgileri de medreselerde yüzlerce öğrenciye aktarmaya başlamıştır.
Bu sırada Şems-i Tebrizi, ulaştığı manevi makama kanaat etmeyip ruhen anlaşacağı bir Hak dostu, kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı aramaktadır. Hz. Mevlâna ile önce Şam’da, sonra 1244 yılında Konya’da karşılaşırlar. Allah âşığı olan bu iki veli ilahi sohbetlere dalarlar ve nice ulu mertebelere ulaşırlar. Vaktinin çoğunu manevi dostu ile sohbet edip, şiirler okuyup, semâ ederek geçirmeye başlayan Hz. Mevlâna’yı talebeleri kıskanırlar ve Şems-i Tebrizi hakkında saygısızca dedikodu üretmeye başlarlar. Şems bu sözlerden incinir ve Konya’dan Şam’a gider. Hz. Mevlâna bu ayrılığa çok üzülür, bütün dostları ile ilgisini kesip bir köşeye çekilir ve Dîvân-ı Kebîr’de okuduğumuz pek çok şiiri söyler. Sebep olanlar bu durum karşısında pişmanlıklarını dile getirirler. Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled başkanlığındaki kafile Şam’a gidip, Şems-i Tebrizi’yi geri getirir. Fakat kıskançlık yeniden başlar ve Şems ansızın ortadan kaybolur. Daha sonra türbesi Konya’da sevenlerinin ziyaret yeri olmuştur.
Hz. Mevlâna bu can dostunun ayrılığı ile yeni bir döneme girer. Önce Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’u, onun vefatından sonra da talebelerinden Çelebi Hüsameddin’i kendi adına ders vermeleri için tayin eder. “Canım sağ oldukça Kur’ân’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım ben. Kim, bundan başka bir söz naklederse benden. Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim ben.”
Hz. Mevlâna’nın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolda Allah’a yönelmiş, onun emirlerine uymuş, İslami esaslar çerçevesinde insanlığı aydınlatmıştır. Bütün hayatı boyunca İslami ahlak değerlerine (edep) uygun bir şekilde yaşamıştır. Dine sonradan giren yobaz düşüncelerden ve sahte şeyhlerden şikâyetçi olmuştur. “Ömrümün özeti şu üç sözdür: Hamdım, piştim, yandım.” Yaşamını bu sözlerle özetleyen Hz. Mevlâna, bir müddet hasta yattıktan sonra 17 Aralık 1273 günü, Allah’a ve sevgili Peygamberine kavuşur. Ayrılığın sona erdiği bu geceye Mevlevîler “Şeb-i Arûs” (Düğün Gecesi) derler.
Hz. Mevlâna’nın ilk on sekiz beytini yazdığı daha sonra da onun söyleyip talebesi Çelebi Hüsameddin’in kaleme aldığı Mesnevî’den başka Dîvân-ı Kebîr, Fîh-i Mâ-Fîh, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbât adlı eserleri vardır.
Mesnevî:
Yaklaşık yirmi altı bin beyit içeren altı ciltlik bir eserdir. İçinde yaratılmış her şeyle ilgili çeşitli konunun ele alındığı, ayetler ve hadislere dayanılarak anlatılan hikâyeler, fıkralar, atasözleri ve bunlardan çıkarılacak dersler vardır.
Dîvân-ı Kebîr:
Mesnevî’den daha önce yazılmaya başlanan Dîvân-ı Kebîr’de Hz. Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda söylediği gazel, terkib-i bent, rubailerini ihtiva eden ve şiirlerinin söylendiği vezinlerine göre tanzim edilmiş, yaklaşık kırk bin beyit içeren yirmi bir küçük divan ile rubailer divanından oluşmuştur.
Fîh-i Mâ-Fîh:
Kelime mânâsı olarak “içindeki içindedir” anlamını taşır, Hz. Mevlâna’nın sohbetlerini içerir.
Mecâlis-i Seb’a:
“Yedi Meclis” anlamına gelen bu eser, adından da anlaşılacağı gibi Hz. Mevlâna’nın yedi vaazını içerir.
Mektûbât:
Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled dâhil akraba, dost, emir ve vezirlere yazdığı yüz kırk yedi adet mektubu içerir.
O devrin gündelik dili Türkçe, edebiyat dili Farsça, bilim dili Arapça olduğu için Hz. Mevlâna’nın eserleri Farsçadır. Zaman içerisinde bütün eserleri Türkçeye kazandırılmıştır.
Hz. Mevlâna bu eserlerinin tamamında, Kuran-ı Kerim’deki ayetleri, Peygamber Efendimizin Hadis-i Şeriflerine bağlı kalarak, kendi ile barışık, huzurlu, Allah’ın kendisine verdiği maddi ve manevi güzelliklerin farkında olan, ona şükreden, zorluklar karşısında nasıl düşünüp hareket edeceğini bilen, hoşgörülü, sevgi dolu bir insan olabilmenin yollarını anlatmaktadır.
-Kusur arıyorsan tüm aynalar senin.
-Gücün yeterse ara ama dışarıda değil! Kendinde ara…
-Yürek yanmadıkça, göz yaşarmaz.
-Sopayla kilime vurmanın gayesi, kilimi dövmek değil, tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin?
-İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme. Duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.
-Biliyorum Rabb’im. Ben sana eğildikçe sen beni doğrultuyorsun.
-Unutmayın; dünyada yaşamıyorsunuz, dünyadan geçiyorsunuz.
-Kısmet etmiş ise Mevla; el getirir, yel getirir, sel getirir. Kısmet etmez ise Mevla; el götürür, yel götürür, sel götürür.
-Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.
-İyiyi ara, doğruyu ara, güzeli ara, fakat kusur arama
Mevlâna bir tarikat kurmamış olsa da bunun temellerini attı. Dostlarıyla birlikte sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir, sema yapılır ve zikredilirdi. Zamanla Mevlâna’nın fikirleri yayıldı ve toplantılarına katılmak isteyenlerin sayısı arttı. Bu kişilerin bazıları İran ve Arabistan gibi yabancı ülkelerden geliyorlardı. Mevlâna, toplantılara düzen vermek için bazı kurallar koydu. Bu düzen, Mevlevilik tarikatı ritüellerinin kökenini oluşturacaktı. Gönül dostu Şems’i kaybettikten sonra Mesnevi’yi yazdırdı. Oğlu Sultan Veled, talebesi Hüsamettin Çelebi ve ardından gelenler bunu geliştirip önce Anadolu’ya daha sonra da diğer yörelere yaymışlardır. Evreni Tanrı’nın bir belirişi sayan, varlıkbirliği ilkesini benimseyen, insanı evrenin özü olarak gören, müzikli, rakslı törenlerle Tanrı’ya ulaşmayı amaçlayan Mevlevilik, Hz. Mevlâna’nın öğretilerini gelecek nesillere aktarmak üzere oğlu Sultan Veled, talebesi Çelebi Hüsameddin ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından kurulmuş ve daha sonra, o soydan gelen Çelebiler arasından seçilen Makam Çelebisi tarafından idare edilmiştir.
Mevlâna ölmeden önce hasta yatağında arkadaşlarına şöyle vasiyet eder: “Ben size gizli ve açık olarak Tanrı’dan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az söylemeyi ve daima şehvetten kaçınmayı, halkın eziyetine ve cefasına dayanmayı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmayı, kerim olan salih kimselerle beraber olmayı vasiyet ederim. Çünkü insanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı az ve öz olanıdır.” Bu sözler, Mevlâna’nın bütün düşüncelerini özetlemektedir.
Mevlâna “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” şiirinde insanlara şu yedi öğüdü veriyor;
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Zeliha Özer
Kaynakça:
.mevlana.com/mevlananin-hayati/