1833 yılının 20 Aralık tarihinde, İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelir. Annesi aslen Horasanlı olup Tokat iline ve oradan da İstanbul’a yerleşmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerife Hanım , babası  ise Kosova’nın İpek kazasından tahsil için İstanbul’a gönderilen Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendi’dir.

Annesi hafız olmasını istese de babası modern ilimler yapmasını arzulamaktadır.

Böylece Emir Buhari mahalle mektebinde ilköğrenimine başlar. Küçük yaşlardan itibaren babasından Arapça dersler almakta ayrıca Farsça ve Fransızca öğrenmektedir. Fatih Medresesi’nde yetişmiş, çocukluğu orada geçmiştir, vaizlik  öğrenir.

Fatih Merkez Rüştiye’sinden mezun olup Mülkiye Mektebi’nin İdadi ‘sinde üç yıl okur ancak devam etmez.  Hocası Muallim Naci’nin deyişiyle “bir cevher” iken babasının ölümüyle bir an önce iş hayatına atılmak amacıyla  yüksek öğrenimine Mülkiye Baytar Mektebi’nde devam eder. 1894 yılında birincilikle mezun olur,  aynı yıl İsmet Hanım’la evlenir ( bu evlilikten üç kızı ve üç oğlu olsa da bir oğlu çocuk yaşta hayata veda eder). Baytariye Müdüriyeti’nde  müfettiş muavini olarak çalışmaya başlar.

Görevi dolayısıyla Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinde çalışmalar yapar. Halkı tanımaya, onlarla yakınlık kurarak dertlerini, sorunlarını anlamaya çalışır.

Gerçekçi bir insan olarak kendini şiir diliyle ifade etmektedir.

İlk şiiri 1895 yılında Mekteb dergisinde yayınlanır. Bunu 1898’de Servet-i Fünûn‘da yayınlanan Acem edebiyatı hakkındaki makaleleri izler. 1903’te Darülfünûn’da (İstanbul Üniversitesi) edebiyat hocalığı yapar. İttihat ve Terakki’ye girer, cemiyetin üyesi olarak Arap edebiyatı dersleri verir, tercümeler yapar. Sebiliürreşad dergisinin başyazarı olarak bir çok şiirleri, dini ve edebi çevirileri ve makaleleri yayınlanır.

1911 den sonra “İslam Birliği” ülküsüne bağlanır, memuriyetten istifa edip, 1914 yılında Mısır ve Medine’ye  (Safahat beşinci kitabında yayınlanan El-Uksur şiiri bu gezisine aittir) ve Almanya’da esir düşen müslüman askerleri ziyaret etmek amacıyla  Berlin’e yaptığı seyahatler (Berlin Hatıraları Safahat 5 ve ayrıca Hatıralar ismiyle 1917’de basılır), onun  doğu ve  batıyı yakından tanıyıp anlama fırsatı edinmesi bakımından önemlidir.

Birinci Dünya Savaşı’nın aleyhimize sonuçlanmasıyla vatan toprakları  düşman askerlerce işgal edilmiş olması onun özgürlükçü ruhunda derin yaralar açmaktadır. Böylece Milli Mücadele’de Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer alır.

 Cepheye çıkar, Anadolu’nun köylerini dolaşarak camilerde vaaz verir. Anadolu insanını yakından tanıması, küçük yaştan itibaren kazandığı kürsüye çıkıp vaaz verme ve hitabet yeteneği sayesinde çevresine toplananları Milli Mücadele’ye inandırır. Onu dinleyen orduya katılır, hatta Mehmet Akif’in camilerde yaptığı her konuşma askerlerin şevki ve imanı artsın diyerek  çoğaltılıp cepheye dağıtılır.

Mehmet Akif bu yönüyle belki de İstanbul’dan ayrılmayan tüm edebi kimliklerden farklılık gösterir. Halkın içindedir, her yönüyle duyumsar, bir İslami aydındır. Tarihi bir notu şiirle alır. Bülbül şiirini Bursa’nın işgaliyle yazar. “Hayalle yoktur işim, ne gördüysem onu yazarım.” diye  kendini ifade eder. Ona göre dünya uyanıkken uyumak ne maskaralıktır.

Atatürk’ten gelen bir telgrafla yanına oğlu Emin’i de alarak Ankara’ya yola çıkar. Halkı Milli Mücadele’ye inandırmak için kendisine ihtiyaç vardır. Balıkesir’de vaaz verir. GelişiHakimiyet-i Milliye yayın organında “İslami şair Mehmet Akif’in Ankara’ya gelişi” olarak duyurulur.

Yine meclis kararıyla gittiği Kastamonu’daki Nasrullah Paşa Camii’nde yaptığı vaazı batılı sömürgecilerin karşısına iman ve silahla dikilmeyi hayati bir mecburiyet olarak telkin edip Milli Mücadele’yi destekleyen önemli bir belgedir. Sebilürreşad‘da yayınlanır. Anadolu’nun her tarafına dağıtılır.

Milli Mücadele’ye hizmetleri milletvekili olarak da devam eder. Mustafa Kemal, İzmir’e ilk giren komutan Fahrettin Altay’a bir telgraf çekerek Mehmet Akif’in Burdur’dan milletvekili olarak seçilmesini ister. O sırada Mehmet Akif, Biga’dan halkın oyuyla milletvekili seçilmiş olsa da Burdur milletvekili olarak görev yapmayı tercih eder.

1920 sonlarında milli marş güftesi için yarışma açılır, 734 şiir gelir Anadolu’nun dört yanından. Şiirler askerlere okunur, tepkileri ölçülür ancak hiçbir şiir istenen etkiyi yaratamaz. Atatürk, Mehmet Akif’in şiir yazmadığını sorgulayınca kendisi para ödülünün kaldırılmasını talep eder. Artık mebus da değildir. Şiir belki de yılların birikimidir. İki günde yazılır. Ona göre bu şiir artık  kendisinin değil ama orduya aittir.

İkinci dönem mecliste görev almayışıyla birlikte emekli maaşı da bağlanmamıştır. El-Ezher Üniversitesi’nden öğretmenlik yapması için teklif gelince gönlü kırık , dümeni Mısır’a kırar. Burada on bir yıl kalır. Kimileri buna gönüllü sürgün der, kimileri ise Atatürk’ün ondan çevirisini yapmasını istediği Kur’an’ın Türkçe mealini yapmak için gittiğini söyler. Kimisi de şapka kanununa muhalefetten gittiğini iddia eder ,oysa şapka kanunu kendisi Mısır’a gittikten sonra çıkmıştır. Ayrıca kendi deyimiyle o, her zaman kafanın içindekiyle uğraşmıştır, kafanın üstüne ne konduğu onu ilgilendirmez.

Vazife alarak gittiği Mısır’da kusursuz Arapçasıyla Türkçe ders verir. Bir taraftan da meal için çalışmalar yapar ancak her zaman bir mühendis titizliğiyle yaptığı çevirilerinden belki de inancından dolayı  hata yapmaktan çekinir.

“Ben bu işi edebi yetenekle ifade ederim zannettim ama bütünlüğü ifade etmeyi yapamayacağım.”, der.

Bilinen gerçek ise mealin bittiğidir. Hatta damadı Ömer Rıza Doğrul’a ait yayınlanan mealin üslubunun akıcılığı Mehmet Akif Ersoy’a ait olabileceğini düşündürür.

Mısır’dan döndüğünde yorgun, bitkin ve hastadır. Doğum gününden bir hafta sonra 27 Aralık 1936’da vefat eder, cenazesi bir zamanlar ders verdiği İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından omuzlarda taşınarak Edirnekapı Şehitlik ve Mezarlığı’nda defnedilir.

Eserlerini Safahat adı altında 7 safahatını, bölümleri bir araya getirir. “İSTİKLAL MARŞI”  kitabında yer almaz. Onun yeri yüreklerdedir.

Alev Ramiz