Papirus Dergisi Kasım Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.

“JUDICIO PYLIUM, GENIO SOCRATUM, ARTE MARONEM:/ TERRA TEGIT, POPULUS MAERET, OLYMPUS HABET.”*

Aisopos’un masalları, Terentius, Plautus, Cicero, Vergilius, Horatius, Ovidius, Seneca, Sophocles daha küçük yaşlardan başlayarak Shakespeare’in tanıştığı metinler. Atinalı Timon’da “hastalıklı hava” diye bahsettiği veba salgınından çocukluğunda şans eseri kurtulurken bir başka bulaşıcı hastalık olan tifo onu doğduğu yerde bulur; 23 Nisan 1616’da Stratford-upon-Avon’da. “Avon nehri bugün Shakespeare’in gömülü olduğu Holy Trinity kilisesinin yanından geçer ve oyunlarının dünyanın tüm uluslarından insanlarca dinlendiği ve seyredildiği tiyatronun duvarlarının dibinden akar gider,” diyor Shakespeare Bir Yaşam (**) adlı kitabın yazarı Park Honan. Shakespeare hakkındaki araştırmalar bütününün bir Shakespeare tablosu gibi algılanması gerektiğini söyleyen yazar, Shakespeare biyografilerine on yıllık sıkı bir çalışma ile zenginlik katmıştır. Buna, çeviriyi yaparken uzun bir süre araştırma yapan değerli akademisyen ve Shakespeare çevirmeni Bülent Bozkurt’u da eklersek dikkatli gözlemciler için değerli bir kitaba ulaşmış oluyoruz.

Aristoteles’in Poetika’sında en anlamlı yeri tutan tragedya; Kral Lear, Hamlet, Macbeth, Othello örneklerinde gördüğümüz gibi Shakespeare’in dönüştürerek uyguladığı, çağdaşları arasında rakipsiz olduğu bir alan. İnsanın dehşetle, varoluşu yaradılışı sorguladığı tragedya kavramını sanki Shakespeare yaratmış diyen Bülent Bozkurt, bu eserlerden Othello’yu tez konusu olarak seçmiş kendisine. İngiltere’ye bir elçi olarak gelen ve gündemi epey meşgul eden bir kuzey Afrikalı şahıstan Shakespeare’in de etkilenerek yazdığı söylenen, baş karakterin ilk defa soylu olmadığı bir tragedya Othello.

Bülent Bozkurt, Shakespeare’in günümüze kadar uzanmasının temel sebebi olarak gördüğü şairliği ile başlamış çevirilerine. Soneler böylece ilk defa bir bütün olarak çevrilmiş dilimize. Güneş Çarkında Gölgeler – Shakespeare’den Seçmeler (***) adlı kitap Bülent Bey’in otuz Shakespeare eserinden seçkisi. Bülent Bozkurt kitabın giriş bölümünde aşk, ölüm ve zaman kavramlarına atıf yaptığını, zira bunların Shakespeare’in eserlerindeki ustalığın en çarpıcı yönlerini ortaya çıkaran konular olduğunu söylüyor. Kitabın adı 77. soneden geliyor.

“Bileceksin, sinsi gölgeleri fark edince güneş çarkında,

Bir hırsız gibi sonsuzluğa yürüdüğünü Zaman’ın.”

Shakespeare’in şiirsel metinlerindeki Aşk’ı bulmayı siz okurlarına bırakıp, Ölüm’ü de analım Bülent Bozkurt’un seçimiyle.

“İşte alacakaranlık çöküyor benim de üstüme

Hani ufuklar usul usul solar ya batan günle

Ve hazırdır artık kapkara örtüsünü germeye,

Her şeyi sarıp mühürleyen, ölümün eşi gece…” (Sone 73)

Papirüs olarak Bülent Bozkurt’la Shakespeare’i bir de yüzyüze konuşmak istedik. Shakespeare’in dili, soneleri, eserleri, yaşamı konusunda yaptığımız bu keyifli sohbet için Bülent Bozkurt’a çok teşekkür ederiz.

Bildiğimiz kadarıyla akademik hayatınızın yanısıra Shakespeare’in yirmiden fazla oyununu ve eşiniz Saadet Bozkurt’la beraber Soneler’ini çevirdiniz Türkçe’ye. Bir de Park Honan’dan “Shakespeare: Bir Yaşam” çeviriniz var. Nerede ve nasıl başladı Sha kespeare’e ilginiz ve yöneliminiz?

Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde asistanlığım sırasında konu paylaşımında bana Shakespeare düştü. O tarihten sonra Shakespeare’nin hayatıma yön verdiği kesin. Shakespeare üzerinde çalıştığım için İngiltere’den burs aldım ve galiba Shakespeare’i en çok o zaman öğrendim, bir de ders verirken. Bir ömür boyu Shakespeare dersi vermekten, oyunlarını çevirmekten, sanatını düşünmekten, kafamın içinde onunla birlikte yaşamaktan sıkılmadım. Shakespeare ile ilgili çalışmayı bir şans sayıyorum.

Shakespeare anlaşılması zor ile saçma arasında derin bir çizgide ilerler. Öyle şeyler var ki bugün hala düşündüğüm; mesela Hamlet gibi birisi Ophelia’ya neden öyle davranır? Macbeth gibi biri nasıl Konfüçyus gibi konuşmaya başlar? Macbeth’in son sözleri de etkiler beni. Tek başına klişe gibi durur ama söylendiği yerde ürperirsiniz. Hamlet’te yine ölümle ilgili ‘sonrası sessizlik’ der. Ama sessizlik değilmiş ki babasının hayaleti geri döner. Bu defa sorgulamayı bırakıp kendinizi bu nasıl insan anlayışı derken bulursunuz.

Shakespeare İngilizce’ye yeni kelimeler katmış, kendine ait bir sözlüğü olan ve çevirisi neredeyse kendisinden yüz elli yıl kadar önceki Chaucer’den bile zor olduğu söylenen bir yazar. Bu anlamda karşılaştığınız zorluklar nelerdi? Can Yücel çevirisi hakkında ne söylersiniz?

Çeviri yapılınca çok şey gidiyor ama çok şey de kalıyor. Ritim kayboluyor melodi kayboluyor. İngilizcenin kendine özgü akıcılığı kayboluyor. Ama söz kalıyor, derinlik kalıyor, tiyatro ve drama kalıyor, gerilim ve karakterler kalıyor. Shakespeare’in dehasının önemli bir bölümü de kalıyor böylece bütün dünyada. Aslında tüm Shakespeare çevirmenleri (ve büyük yazar çevirmenleri) mutsuzdur. Klişe deyişle, eşyanın tabiatında var bu. Çıkış yolu; Shakespeare çevirisi yapmamak. Hatta hiç yazmamak. Shakespeare’den vazgeçemiyorsanız uyarlama da bir yol. Zaten her çeviri bir ölçüde uyarlama.

Shakespeare’nin kendine ait sözlüğünden öte (ki bu abartıldığı kadar ağırlıklı bir engel değil) kendine özgü, duruma, ortama göre dalgalanan bir söyleyiş biçimi var. Zor olan onun kimliğine bürünüp, çağın tarihsel ve kültürel dokusunu da göz önüne alarak, kimin sesiyle, nasıl bir ruh haliyle konuştuğunu anlamak ve sonra anladığınızı olabildiğince bozmadan, kendi tarz ve kişiliğinizi işin içine katmadan, kaçamak yapmadan, özetleyip uyarlamadan, yapaylığa düşmeden Türkçe’ye dökmek.

Etrafımdakiler “ne kadar şanslısın, onu kendi dilinden okuyorsun” diyorlar. İngilizce öğrenip onu aslından okuyacağım dediklerinde onlara öyle yapmayın diyorum. İngilizceyi öğrenin ama onu aslından okumak için epey uzun süre geçmesi gerekir. İngiltere tarihini iyi bilmek lazım. Yani bir dili öğrenerek hemen o dilin en büyük eserlerini okuyabilirsiniz demek çok gerçekçi değil bana göre.

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek çoğumuz gibi Can Yücel de, Shakespeare’de verimli bir esin kaynağı bulan ve çok yönlü, sıra dışı kişiliğiyle, yaptığı ilginç ve ustalıklı çeviri ve uyarlamalarla başarılı olmuş bir şair. En büyük başarısı, başına buyruk, ayrıcalıklı kişiliğiyle özgürce seçimler yapıp seçtiği işlerin üstesinden kendi tarzında gelmesi.

Sonelerini de çevirdiğiniz Shakespeare’nin şiir diliyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu noktada tiyatro eserlerindeki dilin ritmi ve imgeleri hakkında ne söylemek istersiniz?

Shakespeare’in tiyatro eserlerinin dili de çoğunlukla şiirsel olduğundan sonelerin dilinden çok farkı yok. Hatta bazı oyunların içine soneler ya da sone tarzı bölümler de serpiştirilmiş.

Aradaki en büyük farkı “drama” yani kurgu, gerilim ve diyalog belirliyor. Shakespeare “ritim” olgusunu (şiiri) çok seviyor ve oyunlarında da, düz yazı gibi görünen bölümlerinde bile her fırsatta kullanıyor. Hamlet, Macbeth, Kral Lear, hepsi birer uzun dramatik şiir. Shakespeare’e çağında ün kazandıran da oyun yazarlığı değil, şairliği.

Shakespeare’in dili çağının dili, hemen hemen İngilizce’nin bugüne yaklaştığı bir dil. Shakespeare birtakım kelimeler üretmiş, bunun bir kısmını çaresizlikten üretmiş diyebiliriz. Yaşadığı dönem bilim ve modernleşme dönemi ve o bir şair. İnsanları etkilemesi lazım. Hem arkadaşlarını, hem sarayı, hem de seyircileri etkilemek için zengin bir dil kullanması lazım. O zamanlar oyunlarda etkili olmak için seyirci çoğunluğuna göre oyunun akışı da değiştirilebiliyormuş. Diyelim ki halk çok beğenirse dönemin yetenekli komedi oyuncularına bir süre daha sahnede kal deniliyormuş. Oyuncu da akrobatlık, şarkı vs gibi eklemeler yapıyormuş. Bir tür esneklik var diyebiliriz. Bir de bugünden çok farklı bir konu var; insanlar konuşmaya çok önem veriyor. O çağda Kral Lear’da bir oyuncu, seyirciyi konuşması ile büyülerken günümüzde insanlar sıkılıyor uzun tiradlardan. O yüzden belki şimdi Shakespeare okumak daha yaygın. O zamanlar okuryazar sayısı da çok azmış, bunun da etkisi var elbette.

Shakespeare birçok oyununda söylediği sözleri duymanızı istiyor. Gelenek öyle. Antonius’un konuşmasını, Hamlet’in konuşmasını dinlemenizi tartmanızı istiyor, nereye varacağını görmenizi istiyor. Oyunun büyüklüğü bunlarla ölçülüyor. Mesela Macbeth’de, başlangıçta kral bir adamı için, “Onun dürüst görünen yüzüne güvenmiştik, yüzünden hainliği anlaşılmıyordu” diyor, oysa Macbeth krala bin beterini yapıyor. Shakespeare ironiyi yaratmak için bunu kullanıyor. O zaman kadın rolünü erkekler oynuyor ama yine de bazen imaları duymanızı istiyor. XII. Gece’de Olivia’nın Viola ile konuşmasında, kadının erkek kılığına girmesi ve kadının erkek gibi konuşurken bir takım imalarda bulunmasına dikkat etmek lazım, bunları boğmamak lazım. Shakespeare bunu çeşitli söz oyunları yanında birtakım argo hatta ağır argo kelimeler kullanarak yapıyor. Argoların birkaç anlamı var genellikle bir anlamı da cinsel içerikli. Fakat Türkçe’de cinsellik konusunu ifade etmek çok zor. Çeviride bunları biraz zor veriyorsunuz.

Shakespeare’in kimliği hakkında söylenenler için ne düşünüyorsunuz? Anonymous adlı filmin afişinde yazdığı üzere Shakespeare’in bir dolandırıcı olma ihtimali var mıydı?

Shakespeare’in kimliği üzerine spekülasyon yapmak 18. yüzyıldan sonra her dönem revaçta olmuştur. Ü nü azalmadığı sürece de devam edecek gibi görünüyor. Bu spekülasyonun arkasında Shakespeare’in onca derinlikli oyun ve şiirlerini yazacak kadar bilgili ve eğitimli olmadığı görüşü yatıyor. Bu konuda kitaplar da yazılmış. İddianın dedikodu yönü çok doğurgan ve çekici. Ancak bugüne dek iddiayı bilimsel açıdan doğrulayacak bilgi ve belge bulunamadı. Shakespeare araştırmaları alanında en yetkili kuruluşlardan biri olan, Stratford-upon-Avon’daki Shakespeare Enstitüsü de resmen bu iddiaya karşı çıktı.

Şair ve oyun yazarı Shakespeare nasıl bir çevre içinde bulunuyordu, yazma motivasyonu neydi?

Yaşadığı hayata ilişkin çok şey bilmiyoruz. Çünkü o dönemde yaşamış olup hakkındaki belgeleri günümüze ulaşabilenler kral ya da kraliçe, saray çevresi, soylular, üst düzey din adamları, üst düzey askerler. Ya da Francis Bacon gibi birkaç düşünce adamı. Bunların dışındakilere ait belge tutulmuyor. O dönemde tiyatro yazarlarının toplum içinde bir saygınlığı yok. Başıbozuk kabul ediliyor, fazla önemsenmiyorlar. Ama şairlerin önemi var. Hele iyi şairlerin. Shakespeare’den günümüze bazı bilgilerin ulaşmasının nedenlerinden biri şair olması, oyunlarının şiirsel olması. Bunları saray da okuyabiliyor. Eğer soneleri olmasaydı veya şiirsel yazmasaydı belki bugün Shakespeare’in çoğu yönünü bilemeyecektik.

Doktora çalışmamın bir kısmını Stratford’ta yaparken Shakespeare üzerine çalışan çok ünlü bir araştırmacı vardı; Stanley Wells. Bir konuşmasında “Benim için mutluluk, iyi bir Shakespeare oyunu seyrettikten sonra akşam Avon nehrinin kıyısında yarım saat yürümektir.” demişti. Bunu hiç unutmadım. Oraların dokusunu, kilisesini, yeşilliklerini, tipik bir İngiltere manzarasını tanımak Shakespeare’i hissetmek ve bilmekti bana göre de.

Terry Eagleton Shakespeare’in eserlerinden bir kısmını Marksist bakış açısıyla dil, arzu, hukuk, hiçbir şey, değer ve doğa başlıkları altında incelemiş. Bu ve benzeri incelemelerin Shakespeare’i anlamak açısından katkıları nelerdir?

Dönem dönem Shakespeare’e yeni bakış açıları geliyor. Bu tür yeni yaklaşımlar benzeri eğilimde olan okur ve araştırmacılar için yararlı olabilir.

Sizce Shakespeare oyunlarının dünyanın farklı yerlerinde aynı ilgiyle izlenmesinin, adaptasyonlarının yapılmasının, onlardan yola çıkarak veya farklılaştırarak yeni eserler üretilmesinin, resimde, sinemada işlenmesinin, üzerine sayısız tez ve inceleme yapılmasının sırrı nedir? Shakespeare’i vazgeçilmez kılan nedir?

Shakespeare’i vazgeçilmez kılan, eserlerini başyapıta dönüştüren tılsım; – “açıklanmak” için yaratılmayan her sanat yapıtında olduğu gibi aslında açıklanamazsa da-, dünya kültürüne miras bıraktığı, tıpkı oyunları gibi, şair ve yazarlara, düşünürlere, besteci ve sanatçılara, okur ve seyircilere esin kaynağı olmuş unutulmaz karakterler yanında, dili, söz sanatlarını, imgelemi, dramatik ironiyi, dramatik gerilimi, söz-davranış-eylem etkileşimini kullanmadaki ustalığıdır.

 Ama bunların ötesinde, sürekli olarak zihnimizin, hayal gücümüzün, sanatsal ve düşünsel algılama, estetik haz duyma kapasitemizin sınırlarını zorlayarak, belki zaman zaman genişleterek bizi sınırsız bir “sanal” âlemde yaşadığımıza, yaşayabileceğimize inandırmasıdır. Bizim de bir parçası olduğumuz yaşamın göründüğünden daha zengin, daha derin, daha anlamlı olduğunu düşündürmesidir.

“Yaşam ve ölüm üzerine söylenecek ne kaldı,” diye düşünenlere ağırlıklı seçenekler sunar Shakespeare.

Bülent Bey Shakespeare’i en iyi öğreterek öğrendim dediniz, gençlere başlangıç olarak hangi üç Shakespeare eserini önerirsiniz ?

Shakespeare’i yeni okuyacaklara şiirsel diliyle tanışmaları açısından Soneler, özellikle 104., 77., 73., 65., 64., 60. ve 30. sone, Hamlet ve Bir Yaz Gecesi Rüyası önerilebilir.

Filiz Bilge

(*)Toprak altında yatan bu kişi yargılarında bir Nestor’du; dehada bir Socrates olan kişi için yas tutuyor insanlar; Olympos, sanatıyla bir Vergilius’a kavuştu. (Shakespeare’nin mezarındaki büstü üzerindeki yazı’dan bir bölüm)

(**) Shakespeare: Bir Yaşam Yazar : Park Honan Çeviren: Bülent Bozkurt Yapı Kredi Yayınları 4.Baskı:İstanbul, Ocak 2014

(***) Güneş Çarkında Gölgeler – Shakespeare’den Seçmeler Yazar: Bülent Bozkurt Dost Kitapevi Ocak 2003