Papirus Dergisi Kasım Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Mark Twain’in bu ilginç ismi verdiği kitap 1909 yılında yayımlanmıştır. Eserin başında anlarız ki; İngiltere’deki bir arkadaşından kendisine gelen “The Shakespeare Problem restated / Shakespeare Problemi Yeniden İfade Edildi” adındaki George Greenwood imzalı bir kitap, Twain’in 50 yıllık Shakespeare ilgisini yeniden uyandırmış ve onu bu eseri yazmaya yöneltmiştir. Twain, bu ilgisinin kaynağı olarak da, Delia Bacon’un 1857 yılında basılan “The Philosophy of the Plays of Shakespeare Unfolded / Shakespeare’in oyunlarının felsefesi gözler önüne serildi” adlı kitabını gösterir.

Twain, Bacon’un kitabını okuduğu yıllarda Pennsylvania buharlı gemisinde; iyi bir satranç oyuncusu ve bir Shakespeare hayranı olan George Ealer adındaki kılavuz kaptanla birlikte çalışmaktadır. Satranç oynadıkları zamanlar dışında, gemi Mississippi nehrinde ilerlerken; kaptan ona Shakespeare’in eserlerinden bölümler okumakta ve araya denizcilikle ilgili komutların da girdiği bu okumalar sırasında, Shakespeare ile Ealer’in sözleri zaman zaman birbirine karışmaktadır. Aradan yarım asır geçmesine rağmen, ne zaman bir Shakespeare eseri okusa, “Aşağıya çek, daha fazla daha fazla, sabit tut,” gibi emirlerin halen kafasının içinde yankılandığını söyler Twain.

Ona göre, bu Mississippi kılavuz kaptanı, Öklid’in çarpma tablosunu bildiği kadar Shakespeare ve eserlerini bilmektedir. Sadık bir Shakespeare hayranı olarak onun eserlerini aslında Francis Bacon’un yazdığını iddia edenleri hor gören Ealer’ın Delia Bacon‘un kitabı hakkında söyleyeceği çok şeyi vardır ve gemide konuyla ilgili olarak Twain’le sürekli sohbet ederler. Başlarda kaptan, Twain’in bu tartışmada ortalarda bir yerde olmasından hoşnuttur ancak sonraları Twain saf değiştirir ve konuyu deşmeye başlar. Shakespeare eserlerini; mahkemeleri, hukuki süreçleri, avukat konuşmalarını ve usullerini bilen birinin yazmış olması gerektiğinden bahseder. Ealer’ın cevabı gecikmez: “Kitaplardan öğrenmiştir.”

Twain, sormaya devam eder: “Peki bir insan, içinde olmadığı ticaretlerin argosunu, jargonunu hiçbir hata yapmadan tamamıyla nasıl bilebilir?” Ealer’ın buna da cevabı, bir insanın bu detaylar konusunda okuyarak, araştırarak fikir sahibi olabileceği şeklindedir.

Twain’in, gemi kaptanlığı jargonunun bir kitaptan öğrenilemeyeceği konusundaki karşı atakları ile Ealer bir süre sessiz kalır ancak Twain bunun ardından kaptanın her zaman uyguladığı “Bir ahmak isen, ağzını kapatsan iyi olur!” taktiğinin geleceğini bilmektedir ve konu kapanır. Bir süre sonra Pennsylvania gemisi, Twain’in içinde olmadığı bir anda infilak eder ve Ealer kazadan kurtulur. Ancak Twain’in kardeşi Henry onun kadar şanslı değildir ve bu kazada hayatını kaybeder.

Twain, eserinin ikinci bölümünde daha geriye, öğrencilik günlerine gider ve sınıf öğretmeni Mr.Barclay ile kendisinin ‘şeytan’ konusundaki konuşmalarını hatırlar. Twain; kitabında, şeytan ile Shakespeare arasında bir paralellik bulunduğunu yazar. İkisi de bu gezegende büyük üne sahiptir ancak haklarında çok az şey bilinmektedir.

Twain, Shakespeare’in biyografisiyle devam eder. 23 Nisan 1564’te, okuma yazması olmayan çiftçi ebeveynlerin çocuğu olarak doğmuştur. Hayatındaki ilk 18 yılı hakkında kayda değer bir şey bilinmemektedir. 27 Kasım 1582’de kendisinden 8 yaş büyük olan Anne Whateley ile evlenir. Üç çocukları olduktan sonra 1587’de ailesini geride bırakarak 10 yıl boyunca Londra’da yaşar. 1592 yılında aktör olarak anılmaya başlayana kadar geçen ilk beş yıl ne yaptığının bilinmediğini ifade eder Twain. 1597’de Stratford New Place adındaki evi satın alır. Sonrasında yaklaşık on dört sene süren, ona aktör ve yönetici olarak para ve şöhret kazandıran yıllar gelir. Aynı yıllarda adı, yazar olarak büyük piyeslere ve şiirlere bağlanır. Twain, kendisi ortada yokken borçlarla uğraşıp duran karısına Shakespeare’in vasiyetinde bir yatak bıraktığını belirtir ve vasiyetinin bir şairinkinden ziyade iş adamına ait olduğunu; içeriğinde kılıçlar, gümüş çanaklar olmasına rağmen nedense bir tek eserinin bile anılmadığını belirtir. Twain’e göre kitaplar vasiyette belirtilen diğer ıvır zıvırdan daha değerlidir.

Birçok şair şüphesiz fakir bir şekilde ölmüştür ancak ona göre tarihte bu kadar fakir ölen başka bir şair olmamıştır, diğerleri en azından arkasında bir iki kitap bırakmıştır. Shakespeare’in vasiyetindeki ve bazı resmi evraklardaki beş adet imzası dışında bir satır bile yazı örneğinin bulunmamasına da şüpheyle bakar Twain. Sanata ve yazmaya karşı bir ön yargısı mı bulunmaktadır?

Shakespeare, Stratford’da öldüğünde bunun İngiltere’deki herhangi bir unutulmuş tiyatro aktöründen daha fazla etki yapmadığını da yazar. Ortada ne ağıtsal şiirler, ne methiyeler, ne de ulusal göz yaşları vardır. Bu da Twain’e göre dönemin diğer edebiyat adamlarının (Ben Jonson, Francis Bacon, Spenser, Raleigh) ardından yapılanlarla karşılaştırıldığında çarpıcı bir tezattır.

Twain şöyle devam eder: “Kimse Stratford-on-Avon‘lu Shakespeare’in hayatı boyunca bir oyun bile yazdığını bilemez ve kanıtlayamaz. Kimse hayatı boyunca herhangi bir mektup yazdığını veya birinden bir mektup aldığını bilemez ve kanıtlayamaz. Kimse hayatı boyunca bir şiir yazdığını da bilemez ve kanıtlayamaz. Sadece mezar taşına yazılmasını istediği dört satırlık sanat eserinden başka!”

Twain’in alaycı bir üslupla bahsettiği ve bugün Shakespeare’in mezar taşında yazan dörtlük, bir laneti içermektedir:

“Güzel arkadaş, İsa aşkına sabret, / Buradaki kapalı toprağı kazmak için. / Bu taşları koruyan kutsansın / Ve kemiklerimi oynatan lanetlensin.”

Twain’e göre Shakespeare hakkında bildiğimiz her şey bunlardan ibarettir. Bundan sonrası, bibliyografyacılar tarafından teorilerle, tahminlerle, varsayımlarla tamamlanmıştır. Tarihçilerin, Shakespeare’in yedi yaşından on üç yaşına kadar Stratford Free School’a gittiğini ve orada Latince öğrendiğini varsaydıklarını ancak bunu gösteren bir kanıtın olmadığını söyler Twain. Shakespeare’in, babasının işlerinin kötü gitmesi üzerine okuldan ayrılarak; ona kasaplık mesleğinde yardımcı olduğuna inanıldığını, belki de bu yüzden onun yazdığı tek oyunun “Titus Andronicus” olabileceğini belirtir.

Twain, Shakespeare’in kasaplık yaparken Latincesini nasıl geliştirdiğini ve onun Londra’da anlaşılmayan Warwickshire lehçesinden bir anda “Venüs ve Adonis” şiirini yazabilecek kadar mükemmel bir İngilizce seviyesine nasıl atladığını merak etmektedir ve şöyle devam eder: “Hadi tüm bunları insanüstü bir çalışmayla gerçekleştirdiğini kabul edelim. Aynı sürede hukuku ve mahkeme salonlarının karmaşık prosedürlerini, askerliği, denizciliği, saray çevreleri ve aristokratik cemiyetin davranış biçimleri ve geleneklerini nasıl öğrenmiştir? Ayrıca tüm bunların üzerine, bir kütüphanesi bile bulunmayan küçük Stratford kasabasından yola çıkarak devrindeki her insandan daha yoğun bir biçimde eski ve modern dünya edebiyatı bilgisini portföyüne nasıl eklemiştir?”

Biyografi uzmanları, hukuk bilgisini Stratford mahkemesinde bir süre katip olarak çalışmasına ve Londra’da iken kendini eğlendirmek için boş vakitlerinde Londra mahkemelerine gidip duruşmaları dinlemesine bağlamaktadırlar ancak bunun için de bir kanıt olmadığını söyler Twain ve ekler: “Londra tiyatrolarında atlara bakarak geçimini sağladığı efsanesi doğruysa; Shakespeare, mahkemelerde bulunmak, tavan arasında kitaplar okumak, lisanını geliştirmek, aktörlük yapmak ve muhteşem oyunlar yazmak için tüm bu zamanı nasıl bulmuştur? Savaş, askerler, denizcilik davranış ve konuşma biçimleri, yabancı ülkeler ve insanlarına ait bilgileri nasıl elde etmiştir? Cevabı bellidir: Tahmin üzerine! İtalya ve Almanya’ya gittiği, yolda kendisini Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca lisanlarında geliştirdiği tahmin edilmektedir. Aynı Leicester seferi ile geri kalmış diyarlara birkaç ay ya da sene için asker veya satıcı olarak gittiğinin iddia edildiği gibi…

Twain, iki tiyatroya hissedar ve yönetici olduğu da belirtilen Shakespeare’in meşgul bir iş adamı olarak tüm bunları nasıl yaptığını merak etmektedir. Sonuçta o lanet içeren şiiri yazıp, onun altına uzanıp yatmıştır ve Twain’e göre muhtemelen o satırları yazdığında Shakespeare zaten ölüdür.

O, Shakespeare’i bir anlamda, Ulusal Tarih Müzesindeki brontosaurus heykeline benzetir. Onu da sadece 9 kemikten ve 600 fıçı alçıdan oluşturmuşlardır. Twain, bu meselede aldığı pozisyonun, ne onun bütün eserlerini kendisinin yazdığını iddia eden Shakespeare’cilerin ne de o eserleri Francis Bacon’un yazdığını iddia eden Bacon’cuların yanında olmadığını da açıklama gereği duyar kitabında.

O bir Brontosaurus’çudur. Twain, eserleri Shakespeare’in yazmadığından emin olup, Bacon’un yazmış olabileceğinden de kuşkulanmaktadır. Bacon’cular ile Shakespeare’ciler tezlerini desteklemek adına benzer yöntemler kullanmakla birlikte Twain’e Bacon’cuların düşünceleri daha makul gelmektedir.

Ne Stratford’da ne de Londra’da bir etki yaratmayan vefatının ardındaki yedi senelik sessizlik döneminden sonra Shakespeare’in oyunlarının toplu bir baskısı olan “Birinci Folyo” yayımlanır. Ben Jonson da ilgisizliğinden sıyrılmış ve önsöz olarak Shakespeare‘in “bir döneme değil, tüm zamanlara ait” olduğundan bahseden bir övgü şiiri yazmıştır. Bunun ardından altmış yıllık bir sessizlik daha olduğunu belirtir Twain ve sonrasında Stratford’lular araştırmalarına başlamıştır. Twain’e göre bu araştırmalar da, Stratford’da onu görüp tanıyanlar üzerinden yapılmamıştır ve efsane ile kurgulardan ibarettir.

Twain, kitabının 9.bölümüne şu soruyla başlar: “Shakespeare’in eserlerini Francis Bacon mu yazdı?” Cevabı da arkasından gelir: “Kimse bilmiyor! Çünkü bir şey kanıtlanana kadar, onu bildiğimizi söyleyemeyiz…”

Twain şöyle devam eder: “Eğer imzasız bir şiir, o kıtadaki insanların büyük bir hayranlığını kazanırsa, bir düzine kişi onu yazmış olduğunu iddia edebilir değil mi? Peki Shakespeare’in eserleri bir düzine kişi tarafından üstlenildi mi? Hayır, çünkü dünya biliyor ki o zaman onları yazabilecek yetenekte tek bir adam vardı, iki değil…

Bacon’culara göre, bu eserleri Francis Bacon yazmış olmalıdır. Onun hayatı, çocukluğundan ölümüne kadar dünyaya açıktır ve tahminlere değil gerçeklere dayanmaktadır. Devlet adamlığı geleneğinden gelen bir ailedendir, annesi hem dil hem teoloji alanında uzmandır. Bacon, on beş yaşında üniversite’ye gidip üç yıl orada okuduktan sonra; kültürün, bilgeliğin ve modanın merkezi Paris’teki İngiliz Büyükelçiliğinde üç yıl geçirir.

Üstelik Bacon, hukuk eğitimi almıştır, hayatının sonuna dek, avukatlar ve yargıçlar ile yakın ilişki içerisinde olmuştur, atlardan arta kalan zamanlarda mahkemelerde dolaşan birisi değildir. Bu eserleri yazan kişi, dönemindeki her kişiden daha fazla donanımlı, akıllı, yaratıcı, zarif ve görkemli bir anlatım gücüne, aynı zamanda zengin bir mizah duygusuna sahip olmalıdır. Twain’e göre Stratford’lu Shakespeare’in bu özelliklere sahip olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Ayrıca, Bacon’un dili hakkında Ben Jonson’un; parlamento ve devlet adamlığındaki başarıları konusunda da Macaulay’in övgülerini sıralar Twain. Üstelik Francis Bacon, çalışmak için doğmuş, bu konudaki iştahı kolay kolay bitmeyen bir adamdır.

Yaşadığı uzak Missouri kasabasında kendi elde ettiği şöhretin, hayatının yarısını geçirdiği Stratford’da Shakespeare gibi biri tarafından elde edilemeyişini garip bulan Twain’e göre Britanya adalarından çıkan beş yüz ünlü kişi listelense, biri dışında (Shakespeare) hepsinin hayatının her detayı bilinmektedir.

Twain kitabını, gene Shakespeare’in mezar taşında yazan dizelere atıfta bulunarak bitirir: “Eğer kemikleri konusunda daha az ve eserleri konusunda daha fazla ‘ölçüsüzce istekli’ olsaydı, hem saygın ismi için, hem de bizler açısından daha iyi olurdu. Kemikler önemli değildir. Onlar küflenip, toza dönüşeceklerdir; ancak eserler son güneş batana kadar var olacaklardır…”

Twain’in kitabını okumayı bitirdiğimde, onun yazdıklarında akla ve mantığa yakın gelen birçok detayın olduğunu düşünerek ben de konuyu kendi kafamda sorgulamaya başlamıştım. Gerçek neydi? Asırlardır insanların hakkında konuştuğu, okuduğu, izlediği; dünya edebiyatı ve tiyatrosunun kült eserleri haline gelmiş bu muhteşem külliyatı Shakespeare mi yazmıştı yoksa Bacon mu, yoksa başka biri veya birileri mi? Belki de bu konu hiçbir zaman açıklığa kavuşamayacak.

Sadece şunu söyleyebilirim ki; kitaba konu olan problem üzerinde düşünen çoğu kişi için, dönemin tanınan ve özellikleri bilinen bir kişisi olarak Francis Bacon’un o eserleri yazması doğal ve biraz da kolay bir çıkarım olacaktır. Tam bu noktada aklıma, Mustafa Kemal Atatürk’ün ünlü sözlerine kıyasla daha az bilinen ancak benim pek sevdiğim sözü geliyor: “Tarihi yapan, akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan ziyade hissiyattır…”

Bu bağlamda, hislerimin peşinden gitmem gerekirse, başarı öykülerine ilgi duyan her insan gibi; o evrensel ve unutulmaz eserleri, onları yazabilecek niteliklere zaten sahip olan Bacon’un değil de Stratford’lu Shakespeare’in çok çalışarak ve kendini geliştirerek yazmış olmasını tercih ederdim diye düşünüyorum.

Gökhan Yesari