Papirus Dergisi Kasım Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Shakespeare’in kadın kahramanları; “kadın cinsin” kölelikten “özgürlüğe” yürüyüşünde önemle üzerlerinde durulmayı hak eden, gerçek tarihsel serüvenin yolcuları. Her biri insanlık tarihinin görünmeyen, kayda geçmeyen yapıcıları; egemen erkeklerin ya da Shakespeare’in kaleminden çıktığı üzere, egemen düzenlerin yaşam ortakları. Shakespeare’in oyunlarında olduğu gibi geleceği okuduklarında “cadı” sayılanları, (Macbeth’in cadıları), iktidarların “şeytan” akıllısı veya esas “suçlusu”; yine Macbeth’in karısı, Kral Lear’in iki kızı gibi. Adları kocaya göre, babaya göre yazılanları, hayatın binbir zenginliği, zalimliği içinde her biri kendi zamanlarının rol modelleri.

Burjuvazinin yükseliş çağının başlangıcında cinsler arası ilişkiler alanına girmeye başlayan “bireysel cinsel aşk”ın (Engels) binbir çıkar ilişkisi içinde özünden nasıl da uzaklaştırıldığına tanıklık ettiğimiz kadın kahramanlar genelde bu durumdan kendi paylarına düşeni almakta. Kadınlar; tıpkı günümüzde olduğu gibi, kıskançlık, inançsızlık krizlerine kapılan erkeklerin cinayetlerine kurban gitmekteler. Tümünü tek tek ele alma olanağım yok ne yazık ki, en azından şimdilik. Bu nedenle konusunu bizzat “aykırı” bir kadından seçtiği gibi, kadınlık ve erkeklik halinin çarpıcı eleştirel karakterine de değinmesi nedeniyle Hırçın Kız‘ı ele almak istiyorum. Hırçın Kız, “bir kadın kişiliğinin teşhiri” üzerinden giderek, özel mülkiyet düzenindeki evliliğe dair gerçekliği ortaya seren çok güçlü bir eser.

Aristokrat bir ailede, evin de reisi olan babanın iki kızı var. Küçüğü Bianca; “uslu ve iyi huylu“. Büyük kızı Katharina ise “hırçın ve aksi“. Buraya kadar bir sorun yok. Olur ya insan bu, karakterler farklı farklı olur. Ama evlilik çağı gelmiş iki kızdan iyi huyluyu isteyenler çok iken, “hırçın“ kızı kimseler istemiyor! Neye göre hırçın ya da iyi huylu, ayrı tartışma konusu ama evlilik müessesesi işte, huya göre açık ya da kapalı. Kime? Kadınlara elbet. Kuşkusuz erkeklere de bazı kriterler konur ama “alınacak olan” kadın, “alacak olan” erkek, dolayısıyla sınavdan geçmesi gereken adeta bir mal gibi beğenilecek olan kadın. O zaman da “iyi huylu” yani, alacak olanın kullanmasına uygun olması gerekiyor. Genç, güzel ve de zengin Katharina bu kalıba hiç uymadığı için erkekler ondan “korkuyor” ve sevmek ne söz, “talip” bile olmuyorlar.

Birinci ayrım ve ayrımcılık burada başlıyor. Kadın ve erkek arasında evlilik söz konusu olduğunda rol farkı; yöneten, egemen olacak olan erkek ve yönetilen ve tabii olması gereken kadının özelliklerinin “erkeğe göre” olması gerektiği ayan beyan ortaya çıkıyor.

İkinci ayrım ve ayrımcılığı, evlenme sırasında görüyoruz. Aristokrat baba çok “adaletli“, büyük kızın sırasını çiğnetmiyor! Evliliğin doğal bir mecrada, sevenler arasında olması gerektiği nerede kaldı dersiniz? Demek ki evlilik doğal değil, iki insanın birbirini seçtiği ana göre değil, geleneklere, onları da belirleyen kurallara göre oluşan toplumsal bir kurumlaşma ve öncelikle de erkeğin talebiyle başlıyor. Bianca’dan önce Katharina evlenmek zorunda, onu isteyecek biri bulunmak zorunda!

Sonunda Katharina’ya, tam da dediğimiz gibi başka bir saikle, parası için bir erkek talip olur. Kendisi de zengin ama aşırı para hırsı ile dolu adam, daha Katharina’yı görmeden konuşmadan onunla evlenmeye karar verir. Bu kararla çıka gelir Katharina’nın yanına. Baştan sona hile yoluyla Katarina’ya yaklaşmaya çalışır. Katharina hakkında söylenen ne kadar kötü tespit varsa hepsini yücelterek, onu iltifatlara boğar. Hatta Katharina, bini bir para hakaret sözlerini fırlatıp Petruchio’nin tozunu attırdıkça, o, önünde şaklabanlıkla eğilir durur. Dayak bile yer ama hedefi tutturur. Katharina ile onun onayını bile almadan evlenmenin yolunu bulur.

Evlenecekler ama kimin payına ne düşecek? Üçüncü ayrım burada başlayacak, Petruchio’nun yönetimi ele alması ve Katharina’nın teslimiyetiyle sonlanacaktır.

Düğün gecesi, Katharina’nın evlenilecek kadın kıvamına getirilmesi gösterileriyle başlar ve biter. Petruchio nikâha geç gelir, Katharina utançtan ağlar. Erkeklere şimdiye kadar kök söktürmüş Katharina boyun eğmeye başlamıştır. Petruchio nikaha sıra geldiğinde ise uyuz bir eşeğin sırtında, yırtık pırtık giysiler sırtında, tam bir deli gibidir. Burada da Katharina’nın zengin yaşam normlarına aykırı davranarak onu utandırmış, yine ezmiştir onu. Petruchio Papaza küfür eder, şarap bardağını zangocun başından devirir. Burada da Katharina’nın bütün inanç dünyasına karşı saldırıya geçmiştir. Sadece Katharina’ya karşı değil, aristokrasiye, dinsel “gericiliğe” karşı, yükselen burjuvazinin saldırısını yöneltmektedir. Herkes gibi Katharina da bu saldırıyla birlikte korkudan titremeye başlar. (Yani toplumsal değişimde “zor” da devreye girecektir.) Yarattığı korkudan emin Petruchio, aristokrat gelini “köylüler gibi” şapur şupur öpmeye başladığında, Katharina her ne olursa olsun karşı koyacak durumdan çıkmıştır.

Petruchio artık son perdeye geçebilir ve o ünlü evlilik üzerine tiradı yüksek sesle haykırır: “Kendimin olana sahip çıkacağım/ o benim malımdır, eşyamdır, evimdir/ evimin döşemesidir, tarlamdır, ambarımdır/ atımdır öküzümdür eşeğimdir, her şeyimdir.“ Kendisinden önceki mülkiyet sistemlerinin erkek egemen normları yüklenmiştir bu dizelere. Kadının tek eşli evlilikle erkeğin malı, diğer mallarıyla eşdeğerli bir malı sayıldığı gerçeğini dört dizeye sığdırmak Shakespeare’in başarısıdır. Hırçın Kız oyununun finali, kadının toplumsal konumunu açıklaması açısından da çok başarılıdır bence. Shakespeare bu oyunda, burjuvazinin bütün önceki özel mülkiyet toplumlarından, erkeğin kadın üzerinde egemenlik çizgisini de devir aldığının mükemmel bir açıklamasını yapmaktadır.

Bundan sonra, kadınına tüm hayatının kendisinin elinde olduğunu evde, evlilik yaşamında kabul ettirecek eylemleri başlayacak Petruchio’nun. Düğün yerinden onu tehlikelerden koruyormuş gibi kaçırıp huysuz ata bindirmesi Katharina’ya ders vermek içindir. At onu çamurlara bulamışken Petruchio hala Katharina’yı kandırma yolunda, psikolojik işkencenin doruğundadır. Atı döver, yetmedi evdeki uşakları döver. Katharina’nın yemesine içmesine, “bunlar sana layık değil” diyerek engel olur, yatak yastık beğenmez. “İyiliği için” aç susuz uykusuz perişan bırakır ve sonunda onu, “kendisi uğruna” hizmetçilere uyguladığı zulümden vazgeçmesi için yalvartmaya başlar. Oyunun son perdesinde “Hırçın Kız” gitmiş, yerine “melek“ gibi uysal bir kadın gelmiştir. Artık, -biz bilmiyoruz ama- evinde huzurlu ve mutlu olduğu varsayılmaktadır.

Bu yazıyı hazırlarken yararlandığım Mina Urgan, oyun konusundaki değerlendirmeleriyle beni hayal kırıklığına uğrattı. “Petruchio Katharina’yı kendisiyle yüzleştirdi, o yüzden yola geldi” diyen Mina Urgan, ne yazık ki yanılgıya düşmüştür. Pek çok yorumcu da böyle bakıyor meseleye kuşkusuz, ama bir kadın yazar; Mina Urgan bunu yapınca, doğrusu fena halde hayal kırıklığı yaşadım. Ve kadın bilinci, toplumsal cinsiyet bilinci yoksunluğunun kadınlar için ne büyük bir zafiyet olduğunu bir kez daha anladım; biz eski kuşakların bu yollardan geçip geldiğimizin farkında olarak elbet.

Son sözüm Shakespeare üzerine olacak. Shakespeare kendi yaşamında da çok eşlilikten ve “erkek egemenliğinden” hiç vazgeçmemiş bir erkek adam, koca ve babadır. Yazdığı ve oynadığı hemen tüm eserlerinde, 17.yüzyıl İngiltere’sinde, artık iktidara iyice yerleşmenin öngünündeki burjuvazinin eğilimlerini ve toprak aristokrasisinin mülkiyet hırsını anlatmaktadır. Aynı zamanda “devrimci” burjuvazinin “dinsel egemenlik“le, kiliseyle çelişkisini, savaşını ve İngiltere’nin sömürge savaşlarını da anlatmaktadır. Hırçın Kız‘da ana konu olarak cinsler arasındaki çelişkileri-ilişkileri seçmiş, “tek eşli” burjuva evliliğinin gerçek bir eleştirisini yapmıştır. Viktorya çağı kadını denilen kadın tiplemesinin, feodal-burjuva kırması egemenlik ilişki sisteminin ürettiği kadın tipi olduğunu iyi açıklamıştır. Üstelik bu alanda eleştirdiği her şey, onun hayatında bolca vardır. Yani o da burjuvazinin “kendisine rağmen” devrimci damarındandır.

Shakespeare‘in, Antik Çağ‘dan örneklemeler yapan eserleri de dâhil tüm eserleri; hem konuları ve hem de kadına dair sözleriyle, oldukça zengin metinler ve zamanlarının -tüm zamanların demek daha doğru olur- en güçlü eleştiri ürünleridir. Bu yüzden Shakespeare, etkisi yüzyıllara yayılan biri olarak, devrimci şair ve tiyatrocu ekolüne hala esin kaynağıdır. 19.yüzyıl klasiklerine giden yolun, Cervantes ve Shakespeare gibilerinden geçerek açıldığını da unutmamak gerek.

Mukaddes Erdoğdu Çelik