Hepsi bu lakırdı ustası Seval’in başının altından çıkmıştı. Hastanenin gece nöbetleri yeterince yorucuyken, üstelik Zeynep Kâmil’in en üretken ayı mayıs başında (Gülşen’in 3 senelik hemşirelik tecrübesiyle sabittir) bu operaya gitmek ısrarları karşısında çoğunluğa uymuş, Süreyya Operası’na bilet almıştı. Almıştı çünkü gelmezse Seval’in dilinden kurtulamazdı. En yakın arkadaşı olarak niyetinin Doktor Bartu’ya kancayı atmak olduğunu adı gibi biliyordu. Bartu’nun opera aşkı tüm kata yayılmıştı zaten, bilmeyen yoktu.

Güzel bir mayıs akşamı denebilir, yağmurun hafiften çiselemesini göz ardı edersek ve Gülşen’in operaya ne giyileceği hakkında en ufak bir fikri yokken, google’dan sormayı akıl etmiş ve görüp göreceği en şık yer olduğunu düşünerek, ablasının düğününde giydiği, bileğine inen dökümlü pembe elbisesiyle gitmeye karar vermişti. Ayağında ise hastane koşturmacasının en büyük yardımcısı sabolara tezat topuklu, bilekten bağlı ayakkabılarıyla.

Vaktinde gelmişti, nazikçe arkadaşlarını selamladı, bilet numaraları karışık alındığı için sıranın sonundaki koltuğa ilişmeyi tercih etti, ekip arkadaşlarının daha rahat kıyafetlerle gelmiş olmasının verdiği utangaçlıkla. Bir taraftan da Süreyya Operasının kırmızı perdelerinin, kırmızı koltuklarının büyüsüne kapılmış gibi gözleriyle etrafı inceliyordu. Sahnenin önündeki çalgılar sahibini sabırsızlıkla bekler gibiydi.

Doktor Bartu ve tabii ki yanında Seval sıranın ortalarına doğru oturmuşlardı. Kapılar kapanıyor anonsuyla birlikte gözleri pembe elbiseye takılı Bartu, bu zarafetin sıranın sonunda kalmasına gönlü elvermeyerek, bir el işaretiyle Gülşen’den sağ yanındaki boş koltuğa geçmesini rica etti. Gülşen biraz mahcup, doktorun yanına ilişirken bir prelüt çalmaya başlamıştı.

“Belli, siz iyi biliyorsunuz, buradan seyretmek daha güzel olacak.”

“Nasılsın Gülşen? Duyduğuma göre Hukuk fakültesine girmişsin, zor olmuyor mu senin için?”

“Zor hocam ama istiyorum geleceğim için. Hem arkadaşlarım (Seval’i işaret ederek ve Seval de göz kırptı bu imaya) sağ olsunlar, sınav zamanlarımda nöbetimi devralıyorlar, bana çok yardımcılar.”

Bartu gülümsedi.

“Konuyu biliyor musun?”

Gülşen elindeki kâğıda baktı;

“Burada yazıyor ama ilk kez geliyorum, affedersiniz.”

“Çok iyi.” dedi Bartu, “operayı ya seversin ya da ondan nefret edersin, ortası yoktur, bakalım sana ne olacak.”

Işıklar sönerken ve projeksiyonlar gri, mavi, bir bir açılırken koltuklarda birkaç kıpırtı, birkaç öksürük ve sessizlik. Opera başladı.

Perde ağır ağır açıldı. Sahnede koyu tonların hâkim olduğu bir dekor, muhafızlar bahçede koşturarak birini arıyor gibiler, tok bir ses tüm sahneyi kuşattı. Sesindeki öfkeden sarsıldı Gülşen. Gecenin karanlığında bir sahneyi aydınlatan mavi ışık, hastanenin floresan lambalarının ışığından ne kadar farklıydı. Perdenin üstünden yazılar geçmese ne söylediğini anlayamayacaktı şüphesiz, oysa salon çoktan biat etmişti yükselen sese. Kâğıda baktı; Lord Enrico, bariton…

Servetini tüketmiş haris bir insanın sesiydi bu yansıyan, kendi çıkmazından kurtulmak için kız kardeşini istemediği bir evliliğe atmaktan çekinmeyen.

Peki ya kardeşi nerde, onun haberi var mı bu oyunlardan diye düşünürken bir hüzünlü ezgi yükseliverdi orkestradan.

“Arp.” dedi Bartu.

Nefesini tuttu Gülşen.

Dekor aynı kalsa da ışıklar beyaza dönmüştü bu kez. Arkasında hizmetçisiyle bir kadın, kırılgan yürürken sahnede, onun da elbisesi pembe ama kumaşı 4 misli dökümlü, Gülşen baktı kâğıda. Lucia soprano, bir çocuk gibi masum, bir serçe gibi telaşlı sevdiği adamı bekliyordu. Hizmetçisi gözcülük ederken, sevgilisinin gelişiyle yumuşak sesine aşkın olabilecek bütün anlamlarını yüklemiş, tek derdi sevgilisini korumak olan bir kadının aryasıydı duyulan.

Titrediğini hissetti Gülşen. Bu tatlı ses kalbinin derinliklerinde gömülü duygularıydı. Bu tatlı ses ona aitti. Heyecandan elindeki kâğıdı yere düşürdü, Bartu sessizce yerden alıp Gülşen’e uzattı.

Lucia aşkı için korkmaktadır oysa, sonunda sadakat yemini edip, parmaklarından birer yüzük çıkarıp birbirine verirlerken perde kapandı.

Kendini Lucia’nın yerinde, aşktan başka şahit olmadan yüzüğünü takarken hayal etti, derin bir iç geçirdi Gülşen.

İkinci perde açıldı, bu kez dekorda şatonun içinde buldu kendini, kıyafetlerin ihtişamı, birbirinden güzel şarkılar içini bir coşkuyla kapladı. Yine zalim abi sahnededir, zavallı Lucia umutsuzca derdini haykırır ama kimse onu dinlememektedir artık. Hastanedeki hayatlar geldi gözünün önüne. İstemedikleri evliliklere itilen, kullanılan, söylediklerini dinlemekten uzak insanlar arasında boşuna çırpınan kadınları anımsadı. Bazen umutsuzca camdan kuvözdeki bebeklerine bakarken kavuşmak ne kadar yakın ama ne kadar uzaktı onlara.

Gözlerinden bir kaç damla yaş süzüldü, Bartu bir mendili olmadığına hayıflandı.

Sahneler değişti tekrar. Sarayın içinde düğün için toplanmış insanları koca adayı Lord Arturo selamlıyordu bu kez. Her şey ne kadar da güzel, iki büklüm yürüyen gelini kimse sorgulamaz mı? Hem ağlarım hem giderim yalan! Gelinler sevdiğine koşarak gider oysa. Gülşen yutkunamadı, elini boğazına götürdü, hikâyenin devamını biliyor gibiydi. Hep aynı kirli düşüncelerin akıttığı kanlar, körelttiği hayatlar değil miydi tanıklık ettikleri?

Edgardo umutsuzca belirdi sahnede, şarkısını söylüyordu; “Böyle bir anda beni hareketsiz bırakan nedir?”

Gülşen içinden tekrarladı.

Edgardo sevgilisi için geldiğinde Lucia çoktan evlenmiştir kâğıt üzerinde. Kılıcını yere atıp, düşmanlarına kendisini öldürebileceklerini söyleyerek sahneden ayrılırken, üçüncü perde sonun başlangıcıydı artık Lucia için.

“İşte böyle delirtiyorlar insanı.” dedi Gülşen.

Bir enstrüman çaldı, provokatör…

“Glass Armonika.” dedi Bartu. “Benjamin Franklin’i bile delirtmiştir.”

Elinde kanlı bir bıçakla sevgilisiyle buluştuğu çeşmenin başında son kez aşkını duyurmaya çalıştı Lucia, sevgilisini yanında hayal ederek öldü. Ölüm haberini alan Edgardo bu acıya dayanamadı ve kendini öldürdü, artık herkes delirmişti, ışıkların aydınlattığı yüzlerde her şeyin soluklaştığı, umut arayan ama bulamayan, bir nefese muhtaç insanların ifadeleriydi görülen.

Perde kapanırken bu ifadeler belleğinde yer etti Gülşen’in. Çılgınca alkışladı oyuncuları, Bartu’nun ona bakışındaki ifadeyi fark etmedi bile.

Bir tek Seval görmüş, hırsından alkışlar dinmeden operayı terk etmişti.

Alev Ramiz