Lapa lapa yağan karın eline geçirdiği her şeyi silen süpüren gücü etkisi altındaki ateş, söndü sönecek kıvılcımlar dağıtarak çevresine var olan gücünün son damlasına dek direnmeye devam edeceğini göstermek niyetindeydi. Kağıt, araba lastiği, birkaç çalı çırpının tutuşturduğu kızıllı, sarılı sıcağın etrafına büzüşen genç kalabalık, buz kesmiş parmaklarını titrek hârelerle ateşe uzatıyor, bedenlerini yalayıp geçen ısının donmak üzere olan ayak parmaklarına dek erişeceğini umut eden bir dirençle, sıcağın yanına daha çok sokuluyorlardı. Yukarıdan bakıldığında birbirinin tıpatıp aynı, sağa sola düzensiz salınımlar yapan karıncaları andıran çaresiz resimleri, içlerinden birinin önerisiyle biçim değiştirmeye başladı. Hayallerini anlatmaya başlamasıyla diğerlerinde de gözle görünür bir hareket başlamış, soğuğun verdiği titreme yerini coşku dolu dalgalanmalara bırakmıştı. Hemen hepsinin başlarını sokacak bir ev hayalinin taçlandırdığı yalın, kısa cümlelerinde soluk bulan sıcaklık, cılız alevleri harlandırıyor, gençler konuştukça ateş de onlarla beraber coşuyordu. Artık içlerini ısıtmak için başka bir şeylere ihtiyaç duymuyorlar, her biri konuşma  sırasının kendisine gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Öyle ya, düşler ülkesinde hatırlanması gereken ilk kural yumağın ucundaki ipi çektiğin anda gerisinin büyük hızla gelecek olmasıydı. Düş kurdukça daha da güçlenen kelimelerle hayal çemberlerini her turda biraz daha genişleterek anlattıkça anlattılar. Söyledikçe ısındılar, söyledikçe umutlandılar. Onları az ötelerinde izleyen biri olduğunu fark etmeden güzel günlere açılan türküler, şarkılar tutturdular.

Ateş iyice harlanmış, bedenleri de içleri  gibi sımsıcak olmuştu. Geride sinsice olanları gözleyen,  yanlarına yaklaştı. Onu ilk  fark eden kişi olan saklam, “Kaçın, Korona!” çığlığı atarak uzaklaştı. Kendi aralarında birbirlerine, çocukken oynadıkları oyunların kısalttıkları isimleriyle seslenirlerdi. Saklam’ın bağırışıyla Korona’yı fark eden  Kör, Yakan, İs, Ebe, Elim, Köşe, Sıçan ve Vole de  koşarak oradan uzaklaştı. Tıp ise sanki tıp oyunundaymış gibi olduğu yerde kalakaldı. Kaçmayı beceremeyenlerdendi, oyunu başka kimse onun kadar iyi oynayamadığından bu isim ona diğerlerinden daha büyük bir ayrıcalık getirmişti. Onu bu halde gören ilk bakışta rahatlıkla heykel ya da taş bir sütun zannedebilirdi. İşte şimdi yine aldığı soluk bile anlaşılmayan, bütüncül sessizliğine gömülmüş, korkudan pat  pat  pat atmaya çalışan kalbinin sesini dahi bastırmıştı. Korona onun çevresinde döndü, dolaştı, bir yakınlaşıp bir uzaklaştı. Sesi tehditkâr, bakışları tekinsizdi. Tıp, gözlerini ondan ayıramıyor,  üstüne binen ağırlığı yorgan gibi kaldırıp atmak istese de bunu başaracak gücü kendinde bulamıyordu. Her ne kadar arkadaşlarının arasında oyunu çok iyi oynadığından ötürü ayrıcalıklı olsa da şu anki durumunun ürkütücü halinden haberdar bilinciyle ne yapması gerektiğini bir türlü kestiremiyordu. “Elimdesin, avucumun içindesin,” dedi Korona buzdan daha soğuk, ürperten sesiyle.  İçinden konuşmayı sürdürüyordu Tıp: “Dayan, dayan, diren, kalk ayağa!..” Birkaç denemeden sonra kalkmayı başardı, şimdi korona bir adım geri gitmişti. Sönmeye yüz tutmuş ateşe baktı, az önce arkadaşlarıyla kurdukları hayalleri anımsadı, biraz daha dikleştirdi bedenini. Korona bir adım daha geriledi. Son gücünü kullandığını düşündüğü anda Elim çıka geldi Tıp’ın yanına. “Seni,” dedi “bırakamazdım geride.” El ele tutuştular, ateş yükselmeye başlamıştı. Korona daha da geriledi, bakışlarına tedirginliğe benzer bir damla yerleşmişti. İs, Vole, Saklam ve diğer tüm gençler de teker teker  geri döndüler, birbirlerinin ellerini tutarak oluşturdukları çemberin içine hapsettiler Korona’yı ve dünyadaki tüm kötülükleri… Ateş te söyledikleri şarkıya eşlik etti.

Elim sende, elin bende

kurtulacağız beraberce

umut bende, umut sende

söyleyeceğiz beraberce

sobelensek, ebelensek de bazen

elim sende, güneş var içinde.

Gülayşen Erayda