“Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın;
suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.”
-Odo-

Le Guin 1974 yılında yayımladığı Mülksüzler adlı eserinde yeni bir sistem yaratır, kendi oluşturduğu ve Odoculuk adını verdiği anlayıştan yola çıkarak kurgusunu yapar. Bunun için Kropotkin gibi anarşistlerden esinlenir. Bir söyleşisinde şu cümleyi kurar; “Mülksüzler adlı romanım kendilerine Odocular adını veren küçük bir dünya dolusu insan hakkındadır. Odoculuk anarşizmdir. Cebinde bombayla gezen, yani terörizm anlamında bir anarşizm değil.”

Onun, anarşizmin ilk ifadesini erken Taocu düşüncede bulduğunu düşünüyorum. Shelley, Kropotkin, Goldman ve Goodman tarafından da yorumlanan hayata bakış açısının başlıca hedefi, kendisini hangi sistemle tanımlarsa tanımlasın otoriter Devlet’tir. Bunun karşısına da ahlaki ve pratik ilke olarak dayanışmaya, yardımlaşmaya dayalı iş birliğini koyar. “Tüm siyasal teoriler arasından idealist olanı ve bana göre en enteresan olanıdır.” diyerek sürdürür açıklamasını.

Le Guin yaklaşık elli yıl önce yayımlanan eserine temel oluşturan düşüncelerini “Devrimden Önceki Gün” adlı kitabında açıkça belirtir. Kendine özgü ütopyasını Rus Anarşist Kropotkin’in kurmaya çalıştığı dünyasından alır.

TOPLUM VE DOĞA FELSEFESİ OLARAK ANARŞİZM

Kropotkin Sovyet Devriminden biraz önce imparatorluğa hizmet için gönüllü subay olarak gittiği Sibirya’da gözlediği diğer canlıların yaşamından etkilenir. Bunlar yaşama farklı şekilde tutunmaktadır. Darwin’in düşüncelerinin en azından bu bölge için geçersiz olduğunu belirtir ve bunu daha sonra anarşistler için çizeceği yol haritasına ekler. Bunu hemen hemen her toplantıda ve eserinde bilimsel bir dil kullanarak kanıtlamaya çalışır.

Doğanın bir parçası oluşu nedeniyle insanın da var olma mücadelesini en iyi biçimde, kimseyi katletmeden sürdüreceğine inanmıştır. Anarşizm kuramının temellerinin metafizik ve diyalektik yöntemlerle değil, doğa bilimlerinde aranması gerektiğini, Evrimin Bir Faktörü: Karşılıklı Yardımlaşma adlı eserinde şu şekilde belirtir:

“Bana göre anarşizm geçmişte insana uygulanan metafizik ve diyalektik yöntemlerden bambaşka bir yolda geliştirilecek, bütün bir toplum ve doğa felsefesiydi.”

İnsanlar arası paylaşım görüşünü, diğer canlıların birbirileriyle olan dayanışmasını gözleyerek ideolojisine işleyen Kropotkin, bu yaklaşımıyla Darwin’den ayrılır. “Kısacası her örnek birey organlar kozmosudur, her organ hücreler kozmosudur, her hücre son derece küçük zerreciklerin kozmosudur ve bu karmaşık dünyada, bütün mutluluğu, örgütlü maddenin en küçük mikroskobik parçalarının tek tek yararlandığı mutluluk toplamına tümüyle bağlıdır. Bunların her biri diğerlerini etkileyecek kadar birbirine bağlıdır.” (Anarşist Etik s.6) diyerek dayanışmacı ve paylaşımcı yanını bedenimizin çalışma prensiplerine benzeterek daha da belirginleştirir.

Le Guin bu sözleri romanına şu şekilde yansıtır. “Kalbi karartan, gereksiz çalışmadır. Emziren annenin, eğiticinin, başarılı avcının, iyi aşçının, becerikli ustanın, gereken işi yapan ve iyi yapan herkesin sevinci bu kalıcı coşku belki de insan yakınlığının ve bir bütün olarak toplumsallığın en derin kaynağıdır.” (s.206)

Herkesin sorumluluk bilinci ile yapılması gerekeni yerine getirmesi gerekir. Doğadaki canlı cansız her zerreciğin birbirine olan gereksinimleri ışığında yapılan her şey hayatın anlamlı kılınması ve dolayısıyla huzurlu yaşam için önem taşımaktadır.

MÜLKSÜZLER NE ANLATIYOR?

Mülksüzler romanını 1968 kuşağının, sisteme karşı eleştirel yaklaşımlarını yükselttikleri, entelektüel çevrelerin uzlaşmacı toplum mekanizmalarına karşı en fazla eleştirel fikir ürettiği dönemlerden birinde yazar Le Guin. Eser birbirine karşıt sistemlere sahip iki gezegen olan Anarres ve Urras’ta kurgulanmaktadır. Anarres’te karşılıklı yardımlaşmaya dayalı bir anarşist toplum, Urras’ta ise bugünkü mevcut düzenin benzeri yani otoriter kapitalist bir yaşam tarzı hüküm sürmektedir. Gezegenlerin isimlerinde de bu iki farklı toplum düzenine atıfta bulunulmaktadır.

Le Guin Kropotkin’in paylaşımcı, dayanışmacı anarşizm yaklaşımını eserinde Shevek’in ağzından aktarır.

“Biz paylaşırız, sahip olmayız.” (s.142) Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz” (s.246)

“Karşılıklı güven olmadan hiçbir mücadele olanaklı değildir;” diyerek anarşistlerin sahip olması gereken ahlak anlayışını tanımlayan Kropotkin bunu hayvanlar ve insanlar âleminde karşılıklı yardımlaşma yasasına dayandırır. Karşılıklı yardımlaşma ile bundan kaynaklanan cesaret ve bireysel inisiyatifin, bunları daha iyi uygulamayı bilen türün zaferini nasıl garanti ettiğini birçok kanıtla ortaya koymaya çalışır. (Kropotkin s.42)

Doğada bulunan canlı cansız her şeyin yaşamın kurgulanmasında büyük önemi olduğunu anlatan ve göz ardı ettiğimiz bu düşünce, günümüzde yaşananlara bakıldığında yerini sağlamlaştırıyor. Şu ya da bu nedenle bizce doğru olan her şeyden soyutlanmaya mahkûm edilmekle, bireyselleşmeyi yüceltmekle karşı karşıya bırakılmakta olduğumuz göz önünde bulundurulduğunda, dayanışmanın ve güvenin ne denli önemli olduğu gerçeği bize göz kırpmaya devam ediyor. Yaşanan felaketlerin aslında dayanışma ve karşılıklı güvenle aşılabileceğini her şeye rağmen söylemeye devam ediyor.

Anarşist düşünür, Le Guin’in Mülksüzler kitabındaki Urras gezegeni gibi rekabetçi, emeğin ve doğanın sömürüsüne dayalı benzeri sistemlerin hâkim olduğu dünyayı alt etmenin, türümüzün daha da yüksek bir evrim seviyesine ulaşarak karşılıklı yardımlaşmanın iyice yaygınlaşmasıyla olanaklı olacağını söyler. Dolayısıyla paylaşımcı anarşizmin kurucusunun görüşlerinden etkilenerek kurgulanan Le Guin’in Odoculuğunu, herhangi bir ideolojik kalıba sokmadan, karşılıklı yardımlaşmaya, eşitliğe, ortak mülkiyete ve bireysel inisiyatife dayalı bir toplum düzeni olarak tanımlamak daha doğru olacaktır

 NEDEN “DEVLET” ÖRGÜTÜNE HAYIR DİYORUZ?

 “Bak, nerede mülkiyet varsa orada hırsızlık olduğunu söyleyen Odo değil miydi?” (s.120)

Guin, özel mülkiyetin, paylaşılmayanın toplumda bencil duyguları körükleyerek başkası üzerinde egemen olmayı da beraberinde getireceğini söyler. O zaman mülkiyetini koruyacak bir örgüte ihtiyaç duyulacak ve bunun adı yasalarıyla, eğitimiyle, ahlak anlayışıyla, askeri ve polisiyle devlet olacak. Devlet, özgürlüklerin baskı altına alınması demektir, anarşistlere ve Le Guin’e göre. Kropotkin’in anarşist felsefesine baktığımızda benzerlik görebilmekteyiz. Rus düşünürün özellikle otoriter toplumlarda düşüncenin özgür gelişimini engelleyen, düşünce tarzını bozan her şeyi ve salt bu nedenle devleti, kiliseyi, sömürüyü; yargıcı, papazı, yöneticiyi, sömürücüyü ortadan kaldırmayı hedeflediğini yazılarına bakarak anlamak olanaklıdır. Anarşist insan tipini tanımlarken özellikle bireyin, paylaşımcı ve diğerlerine karşıda sorumluluğun bilincinde olan bireyin dayanışmacı ruhunu körelten kurumları karşısına almasının nedeni budur. (s.57)

Le Guin etkilenmiş olduğu bu düşünceleri kitabına şu alıntıyla yansıtır. “Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok. Hükümetimiz yok, yalnızca özgür birliklerimiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok.” (s.247)

YARIM KALMIŞ ÜTOPYA MI? YETİNMEK Mİ YOKSA İLERLEMEK Mİ?

Kendisinin kurguladığı ütopik dünyaya objektif bakış açısıyla yaklaşır. Çünkü Anarres’de Devrim durmuştur ona göre. Oysa devrim yapılmaz devrim olunur ilkesi insanın sürekli ilerlemesini önerir. Durmak bürokrasinin zincirlerine hapsolmak, akan nehri kurutmak demektir. Aynı zamanda aşağıdaki düşünceler Odoculuk görüşünden yola çıkarak oluşturulan ütopik Anarres’de yaşanmakta olan olumsuzluklara, hayal kırıklıklarına bir eleştiridir. Bu aynı zamanda eserin basıldığı yıllarda var olan sosyalist devletlere yönelik bakış açısıdır.

Le Guin gittiği Urras’da devrim için çaba harcayanlara Shevek’in ağzından şu uyarıyı yapar. “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiç bir yerde değildir.” (s.247)

ANARRES’DE YAŞAM VE ÖZGÜR BİREY

Anarres’de her aileye düşen tekil konutlar yoktur, hatta aile kavramı bile bulunmamaktadır. Burada insanlar komünal konutlarda topluca yaşam süren bir toplumu oluşturmaktadır. Ancak Odoculuk’a göre toplum olabilmek için önce birey olmak gerekmektedir. Burada bireycilik, başkalarının etkisi veya baskısı altında kalmadan kendi kararlarını verebilme özgürlüğüdür ve bu da Anarres mimarlığındaki kararlılıkta ve tekillikte biçimsel olarak ifade bulmaktadır.

“Her şeyde bir canlılık vardı, hatlar keskindi, her şey açıktı. Her şey ayrı, tek basına duruyordu” (Le Guin, 2008).

Aslına bakarsak aynı zamanda bilim insanı ve araştırmacı olan Kropotkin de benzer şeyleri söyler. Toplumda sayısız çeşitlilikte kişisel kapasite, huy ve enerji bulunduğunu ve kimsenin dışlanmaması gerektiğini belirterek özgür bireye ışık tutar. Serbestçe tartışılan çatışma dönemlerinin, insan dehasının en büyük gelişme gösterdiği dönemler olduğunu hepimiz biliyoruzdur. Bu yaklaşımın amacının halen çoğu toplumda yaşanan tek tip birey yaratma düşüncesine kesin bir karşı duruş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Paylaşımcı anarşist düşünür böyle bir toplum yaratabilmek için rotayı da belirlemektedir. Anarşist felsefe idealini oluştururken bir otoriteye tüm üyelerin boyun eğmesini sağlamanın tek tiplilik oluşturmak olduğunu vurgulayarak, böyle bir toplumu “tüm insanları serbest gelişmeye, serbest inisiyatife, serbest eyleme ve serbest iş birliğine davet ederek” gerçekleştirebileceğimizi ekler (s.10 Anarşist Etik)

Urras’da devrim yapmak isteyenlerin gözlerini diktikleri Anarres’de işler rayından çıkmışa benziyordu. Tıpkı sosyalist bloğun 1980’lerde yıkılışından önceki durumun özeti gibidir. Romanın bir başka karakteri olan Tirin’in başına gelenleri okuduğumuzda içimize buruk bir acı oturur. Çoğu sosyalist ve anarşistin yabancısı olmadığı bir acı.

“Bana inanmıyorsun Tak, ama hele bir dene, çizgiyi aşmayı dene, yalnızca hayalinde, sonra da neler hissettiğine bak. İşte o zaman Tirin’in ne olduğunu, neden çöküp yitik bir ruh olduğunu anlarsın. Bir suçlu o! Suçu yarattık, tıpkı mülkiyetçiler gibi. Bir insanı kendi onay alanımız dışına çıkmaya zorluyoruz, sonra da onu bu nedenle suçluyoruz. Yasalar yaptık, geleneksel davranış yasaları, tüm çevremize duvarlar ördük ve bunları göremiyoruz, çünkü düşüncemizin bir parçası onlar. Tir bunu hiç bir zaman yapmadı. On yaşından beri tanıyorum onu. Hiç yapmadı, hiç duvar örmedi. O doğuştan isyancıydı. Doğuştan Odocuydu – gerçek bir Odocu! Özgür bir insandı, biz kardeşleri ise onu ilk özgür eylemi nedeniyle cezalandırıp delirttik.” (s.269 )

Yukarıdaki alıntıya baktığımızda üzülmemek elde değil. Oysa gerek Kropotkin’in takipçileri gerekse de Le Guin’in yarattığı Odocu sistem bireysel özgürlükleri ön planda tutar.

ANARRES’DE KURAKLIK VE ETKİSİ

1974 yılında, yani henüz çoğu sosyalist devletin tarih sahnesinden silinmesinden çok önce yaratılan anarşist Anarres’in yoldan sapma halini anlatırken biraz da Sovyet devriminden sonra oluşturulan devletçi zihniyetin giderek baskıcı bürokrasiye dönüşümünü de eleştirmektedir. Bunun yanı sıra Anarres’in bu hale dönüşmesinin bir nedeni de yenemedikleri kuraklığa bağlanmıştır. O halde şöyle bir soru sorabilir miyiz? Kendisini çevreleyen kapitalist sistemin yıkıcı yaklaşımlarının, Sovyet Devrimini istenilmeyen bir yönetim tarzına sürüklediği düşüncesi doğru olabilir mi? Le Guin, Anarres’teki kuraklık ile Kropotkin’in devrimin hemen ertesinde eleştirdiği Sovyet iktidarının boğuşmak zorunda kaldığı kapitalist sistemle kuşatılmış olmak durumunu karşılaştırıyor olabilir mi? Shevek’in Urras’a gitme ısrarı geçmişte yaşanan sosyalist devletlerden kaçmaya can atan bazı bilim insanları, sporcular ve sanatçıların durumunu anlatıyor bize. Her türlü duvarları yıkma yanlısı olan ve ülkesine ve insanlığa bilim insanı olarak hizmet etmekten hoşnut olan Shevek farklı davranır. Ülkesine döner eserin kahramanı. O bilim insanı olarak hizmet etmekte samimidir.

NE YAPMALI?

Peki birçok insanın hayalini kurduğu, sömürünün ve yoksulluğun değil paylaşımın ve refahın yer aldığı paylaşımcı anarşizmin dünyasına nasıl ulaşabiliriz? Anarşistin etik olma yolunu çizerken, bunun bilimsel bir eğitim öğretimden geçtiğini belirtir. “Karnı tok, sırtı pek, üretici, her türlü sanatsal faaliyetlerin açıkça yürütülebildiği bir toplumun ancak bu yolla gerçekleşebileceğini her fırsatta söyler. Dayanışmanın ve paylaşımın tek koşul olduğu bir ülkede toplum karşıtı fiiller daha tomurcuk halindeyken engellenir, cezalandırılmaz; doğabilecek kimi anlaşmazlıklar hakemlik yoluyla kolaylıkla çözülebilir.” (Kropotkin s.55)

Aslında ne güzel bir yaklaşım. Egemen sınıflar açısından iktidarlarını sürdürmek için kurgulanmış bir eğitim anlayışının içinde yüzdüğümüz bu dönemde kulağa çok hoş gelen bir arzu. Zaten başarmanın bir yolunun arzu etmekten geçtiğini söyler kimi filozoflar. Evrimin ve kişisel devrimin sürekliliğini düşündüğümüzde gerçekleşebilecek bir öngörü ile karşı karşıyayız. Ama oldukça uzun, zorlu ve sabır isteyen bir yolculuk olacağı da gözle görülür bir gerçek.

“Öğrenme merkezleri sanat çalışmasına hazırlık yapmaya yarayan bütün becerileri geliştiriyordu: şarkı söyleme, ölçü, dans eğitimi, fırça, keski, bıçak, torna vb. kullanımı. Hepsi çok pragmatikti: çocuklar görmeyi, duymayı, hareket etmeyi, tutmayı öğreniyorlardı” (Le Guin s.133)

DEVLET MEKANİZMASI OLMADAN MI?

Yaşamın devletsiz ve merkezsiz organizasyonu üzerine de kafa yoran Guin eserin kahramanının gittiği Urras gezegeninde katıldığı bir toplantıda bunun nasıl olacağını şöyle dillendirir:

“Hiç bir denetim merkezi, hiç bir başkent olmayacaktı; kendi kendini besleyen bürokrasi aygıtına ve lider, patron, devlet başkanı olmayı amaçlayan bireylerin hükmetme güdüsüne hizmet edecek hiç bir kuruluş olmayacaktı.” (s.86)

Yaşamın devlet mekanizması olmadan rahatlıkla sürdürülebileceğini belirten Kropotkin yönetilmek istemediklerini ama yönetmeye de karşı olduklarını belirterek Le Guin’in yukarıdaki sözlerine ışık tutmuştur. Fransa’da sendikal yapılar üzerine yaptığı inceleme sonucunda belirtir emeğe yaklaşım tarzını. Karşı olduğu sistemde yaşanan emek sömürüsü üzerine üretilenlerin çalınmasına tepkisini belirtir. Emeğe saygı duymak ve ona hak ettiği değeri vermek Urras benzeri ülkelerde pek görülmeyen bir yaklaşımdır. Sendikalaşma emeğin bu sömürüsüne karşı kurulmuş paylaşmayı ve dayanışmayı ön planda tutan bir mekanizma değil mi? Sarı sendika diye adlandırılan sistemin utangaç olmayan savunucularından söz etmiyoruz elbette. Le Guin’in Anarresinde paylaşımcı anarşizme uygun bir yaklaşımı görebilmekteyiz;

“Yönetim ve yürütme ağının adı ÜDE’dir, Üretim ve Dağıtım Eşgüdümü. Üretici işlerde çalışan her türlü kişi, sendika ve federatif için düzenleyici bir sistem oluşturur. Kişileri yönetmezler, üretimi yönetirler. Beni ne destekleyecek, ne de engelleyecek yetkileri yoktur.” (s.71)

YAŞAMIN FARKLI YÖNLERİ

Anarres yaşamın farklı yönlerini de içinde barındırıyordu elbette. Sadece çalışmak ve çalışmak demek değildi hayat orada. Eğlenmek, bir arada olmak, sevmek ve sevilmek yaşamın önemli bir dürtüsü Anarresliler için. Shevek’in Abbenay’a gitmeden önce arkadaşları tarafından parti verilerek uğurlanması bu tarz eğlencelerin sık sık ve sudan bahanelerle bile verildiğini gözler önüne serer. Hatta arkadaşlarının parti için gerekli bazı yiyecekleri kendi tayınlarından arttırmış olmaları Shevek için, bir Odocu için aşçının özenle hazırladığı yiyeceklerden daha değerlidir. Bu durumda insan kendini daha mutlu hisseder.

O HALDE AHLAK VE MUTLULUK NEDİR?

Bunu anlamak için Kropotkin’in Anarşist Etik açıklamasına bakabiliriz. Çok güzel bir anekdot ile anlatır Ahlak ve Mutluluk kavramını;

“Bir çocuğun nehirde boğulmakta olduğunu varsayalım, nehir kıyısında da üç adam oturmaktadır: Dini ahlâkçı, yararcı ve halktan biri. İlk olarak, din adamı muhtemelen kendi kendine çocuğu kurtarmanın ona bu dünyada ya da öteki yaşamda mutluluk getireceğini söyler; fakat eğer çocuğu kurtarırsa bu yalnızca iyi bir hesapçı olduğu içindir, başka bir şey değil. Sonra yararcı gelir, onun da şöyle düşündüğünü varsayabiliriz: “Yaşamdan zevk almanın yüksek ve sıradan yanları olabilir. Çocuğu kurtarmak bana yüksek zevk sağlar. O halde, suya atlamalıyım.” Fakat onun böyle düşündüğünü kabul edersek o da bir hesapçı olur ve toplum ona pek güvenmemekle iyi eder: Günün birinde kafasından herhangi bir aldatmacanın geçmeyeceğini kim bilebilir! Bir de üçüncü adam vardır. O hesap yapmaz. Fakat o her zaman etrafındakilerin sevincini hissetme alışkanlığıyla büyümüştür, başkaları sevinçliyse o da sevinçlidir; başkaları acı çekiyorsa o da acı çeker, derinden acı çeker. İkinci doğasına uygun davranır. Annenin ağlamasını duyar, yaşamak için mücadele eden çocuğu görür. İyi bir köpek gibi suya atlar ve duygularının verdiği enerji sayesinde çocuğu kurtarır. Anne ona teşekkür ettiğinde şu cevabı verir: “Niçin teşekkür ediyorsunuz? Başka türlü davranamazdım.” Gerçek ahlâk budur. (Anarşist Etik s.56 Kropotkin)

Buna bağlı olarak karakterlerini çocukluklarının mutlu geçip geçmediği üzerine konuştururken yaşamın gerçekliğinin sevgide ve dayanışmada olduğunu belirtir Le Guin eserinde. Le Guin sadece bir roman yazarı değil yaşamı kurgulayan bir düşünür, insanı tanıyan bir psikolog ve davranışlar üzerine önerilerde bulunan bir filozof gibidir. Tıpkı örnek aldığı anarşist, bilim insanı Kropotkin gibi.

Son söz üzerine yazarımızın ahlak ile ilgili yaklaşıma bakalım.

Bu konuyla ilgili düşüncesini kapitalizmin hüküm sürdüğü Urras’a giden ve tartışan Shevek’e anlattırır usta kalem. Aynı zamanda, anarşistlere yöneltilen bireyin sorumsuz olduğu yaklaşımına yanıt olur söylenilenler.

“Ama haklısınız, zaman bilimi ahlakla ilgili. Çünkü zaman duygumuz, nedenle sonucu, araç ve amacı ayırt etme yeteneğimizle ilgili. Bebekler ya da hayvanlar, şu anda yaptıklarıyla bu yüzden olacaklar arasındaki farkı anlamazlar. Bir makara sistemi kuramazlar, söz veremezler. Biz yapabiliriz. Şimdi ile şimdi değil arasındaki farkı gördüğümüz için bağlantıyı kurabiliriz. İşte orada ahlak devreye girer. Sorumluluk. Kötü bir araçla iyi bir amaca ulaşılabileceğini söylemek, bu makarada bir ipi çekersem öbür makaradaki ağırlığın kalkacağını söylemek gibidir… Eğer zaman ve us birbirlerinin işleviyse, eğer biz zamanın yaratıklarıysak, bunu bilerek en iyi şekilde yararlanmamız gerekir. Sorumluluk duyarak hareket etmemiz gerekir.” (s.188)

Bitirilip kitaplıktaki yerini alan Mülksüzler’in romandan öteye, hedefi olan bir anlayışa hizmet eden, olay örgüsü gözüyle bakıldığında üzerinde durulmayı çokça hak eden bir eser olarak her an ulaşılabilecek yerde olması gerektiğini düşünüyorum.

Hamit Ergüven

Kaynakça;

Anarşist Etik (Kropotkin)

Anarşist Ahlak (Kropotkin)

Anarşist Felsefesi İdeali (Kropotkin)

Karşılıklı Yardımlaşma (Kropotkin)

Devrimden Önceki Gün (Le Guin)