Aşkından bahsetme

tanımazlar

Haciz memurları, sokak kapısının önünde sabırsızlanırken; dünyalar güzeli genç bir kadınla karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Bu ânı çok sonraları, ölmeden az önce hatırladılar; Güneş Hanım’ın bir melek kadar güzel olduğunu son ânlarında bildiler.

O gün ise tek düşündükleri açılmayan şu lanet kapı ve hacze gidilecek sıradaki diğer evlerdi.

Güneş Hanım, yatak odasından sokak kapısına uzanan dolambaçlı ve ıssız koridorda sandalyesinin tekerleklerini bütün gücüyle çevirirken, olanca gayretiyle sesleniyordu: “Geldim, geldim, …”

Haciz memurlarından yaşlı olanı zile abanmış, aralıksız basıyordu. Genç memur ise yirmi dakika önce yaptığı gibi kapıyı nazikçe tıklatmıyor adeta yumrukluyordu. Tüm bu zır zır ve tak tuk gürültüsünü çıkarmasalar içeriden gelen cılız sesi pekâlâ duyacaklardı. En nihayetinde kapı açıldığında her biri ayrı bir bitkinlik içindeydi.

Güneş Hanım; “Hoş geldiniz.” dedi. Pencereden sızan sabah güneşi tam ardında parıldıyordu. Memurlara göre kamaşan gözlerinin sebebi bu güneşti.

“Kusura bakmayın, ancak gelebildim. Sandalyenin aküsü bozuldu yine, çok da ağır meret, zar zor ilerliyor.”

Genç memur, oldukça yüksek bir sesle “Merhaba! Biz bankadan geliyoruz! Randevumuz vardı!” dedi. Bütün engellilerin sağır olduğunu düşünürdü.

Yaşlı memur henüz nefesini ayarlayamamıştı. Bir an önce eve girmek ve bir koltuğa yığılmak istiyordu.

Güneş Hanım ; “Evet, evet biliyorum. Sadece bu kadar erken saatte geleceğinizi tahmin etmedim. Tekrar kusura bakmayın. Buyurun lütfen.” Fakat onların geçebilmesi için kenara çekilmesi gerekirdi ve bu çok zaman alacaktı.

“Şey, geri geri gitmek çok meşakkatli, beni şöyle sola çevirebilir misiniz? “

Bir süre Güneş Hanım’ın komutları eşliğinde uğraştılar, debelendiler, en sonunda evin salonuna girdiler. Penceresi ardına kadar açık ve güneşin parlaklığından nasibini almış salon bomboştu. Sadece iki sandalye ve ufak bir masa kalmıştı.

Memurlar, haciz geleceğini anlayınca, nesi var nesi yok satan ya da saklayan borçlulara alışkın oldukları için bu durumu yadırgamadılar.

Güneş Hanım: “Salgın yüzünden.” dedi. “Sattık eşyaları, yepyeniydiler, tepe tepe kullanmak, eskitmek, hırpalamak nasip değilmiş. Virüs, ilk önce bana musallat oldu, uzun süre yattım hastanede, tam atlattım diye sevinirken bir sabah bacaklarım tutuldu, yürüyemedim. Doktorlara göre; tedavide kullanılan ilaçların ender de olsa böyle yan etkileri görülebiliyormuş. Telaşlanmaya gerek yokmuş, zamanla düzelecekmişim. İşte, egzersizlerim var, masajlar, kremler falan, işe yarıyor gibi. Eh, ben işsiz kaldım, kocam bana bakmak için işi savsakladı. Zaten tedavime çok para harcadık, aksilik şimdi de eşim yakalandı virüse, hastanede yoğun bakımda. O iyileşinceye kadar banka anlayış gösteremez mi? Borcumuzu mutlaka ödeyeceğiz, biz… ”

Yaşlı memur, onu duymuyordu bile, yorgunluktan bitap, sandalyeye adeta bir pelte gibi sıvaşmıştı.

Genç memur, bir an önce işlemlere başlamak istiyordu; “Çok özür dilerim, konuşmanızı bölüyorum ama biz epeyce geciktik, evraklarınız hazırsa alabilir miyiz?”

“Ah, evet, evet, buradalar” dedi ve Güneş Hanım kucağında tuttuğu dosyaları onlara uzattı, yüzü açık olan pencereye dönüktü.

Minik serçe ailesi her günkü gibi kahvaltıya gelmişti. Zıp zıp zıplayarak pervazdaki ekmek ufaklarını yiyorlar, birbirlerine yediriyorlardı. Genç olanlar yaşlı ya da güçsüz olanları besliyorlardı. Zıp zıp zıplıyorlar, neşeli sesler çıkarıyorlardı; cik cik.

Kocası olsa “Tıpkı senin gibi şakıyorlar” derdi.

Kocası olsa bu iki adamı kapı dışarı ederdi.

Ona hep “Minik serçem, güneşim, bebeğim” derdi. Bacaklarını hareket ettiremediğinde, saatlerce ağlamış, kocası ne yapacağını onu nasıl teselli edeceğini bilememişti.

O, bebeği olmuştu kocasının. İyi yürekli dev adamdı artık ona bakan, kucaklayıp tuvalete götüren, soyan, yıkayan, giydiren, süsleyen, yemeğini yapan, onu eğlendiren, dinleyen, teselli eden, onu seven, onun âşık olduğu, iyi yürekli dev adamdı, kocasıydı.

“Virüs her şeyimizi aldı elimizden, oysa ne hayallerimiz vardı.” diye fısıldadı.

Memurlar evraklara gömülmüşlerdi. Akıllarında gidilecek diğer evler vardı. Yaşlı memur, “Ya, ya” dedi. Genç olanı görev başındayken insanların anlattıklarını duymazdan gelirdi aslında görev başında olmadığı zamanlarda da böyleydi. Dolayısıyla, büyük bir titizlikle önündeki evrakları inceliyor, formları dolduruyordu.

Serçe cıvıltılarının dağıtamadığı kırgın, çaresiz bir sessizlik doldu salona.

Güneş Hanım, “Birer bardak çay içer misiniz? Yeni demlemiştim.” dediğinde memurlar işlerini bitirmişlerdi, çay içecek zamanları yoktu, hem banka gittikleri evlerde bir şeyler yiyip içmelerini doğru bulmuyordu.

Evde haczedilecek eşya kalmamıştı, farzımuhal kalsaydı bile bankaya olan borcu karşılamazdı. Bu yüzden evin satış evraklarını Güneş Hanım’a uzattılar.

“İmzalar mısınız, lütfen?

“İmzalamasam olmaz mı?”

“Öyleyse imzalamadığınıza dair tutanak tutmamız gerekir, onu imzalarsınız. Ama tavsiye etmeyiz çünkü pek işe yaramaz bir iki gün sonra tekrar geliriz aynı işlemleri bir kez daha yaparız.

“Yine imzalamazsam?”

“İmzalamadığınıza dair bir tutanak daha hazırlarız, onu imzalarsınız. Böyle tekrarlanır durur ama haciz işlemleri devam eder, en iyi ihtimalle yirmi gün içinde evi boşatmak zorunda kalırsınız.”

“Peki, tekrar geldiğinizde kapıyı açmasam olmaz mı?”

“O zaman polisi ve çilingiri çağırıp tutanak tutturmak zorunda kalırız.”

“E, gene imzalamam gerekir değil mi? Hah ha. Kaçış yok, eller yukarı desenize.”

Güneş Hanım, “Bu kötü bir oyun olmalı” diye düşündü.

“Kocamın bu kadar kısa sürede eve dönmesi mümkün değil. Ben onu evimizde bekleyeceğime ve ayakta karşılayacağıma söz verdim.”

“Anlıyoruz, fakat elimizden bir şey gelmez. ”

“Peki, bugün size kapıyı hiç açmadığımı varsaysanız.”

“Sizin için yapabileceğimiz hiç bir şey yok, inanın. Biz prosedürü uyguluyoruz.” dedi, yaşlı memur.

Genç memur; “İsterseniz arabanızın aküsünü tamir edebilirim, teknik serviste çalışıyordum eskiden yani salgından önce… Malum kriz… İşyerim kapandı… Ama bankada işe girebildim, çok şükür… ” der demez pişman oldu ve hemencecik sustu. Kendine kızdı: “Ne diye elin kadını ile konuşmuştu ki?”

 “Çok şükür.” dedi, Güneş Hanım ve başka hiç bir şey söylemedi. Bütün evrakları imzaladı. Tek bir kelime etmedi. İki memur bir süre tereddütte kaldılar sonra iyi günler dileyip evden ayrıldılar.

Güneş Hanım, pencereye doğru ilerledi. Serçeler içeriye girdi, evdeki yabancılar gitmiş, tehlike geçmişti. Zıp zıp zıpladılar, neşeli sesler çıkardılar; cik cik.

İşte böyle zıplayacaktı kocasının kucağına, sağ salim gelecekti, iyi yürekli dev adam ufacık bir virüse yenilmeyecekti, yeniden kuracaklardı yuvalarını.

Yatak odasına gitti, bu gidişi asırlar sürdü, dolambaçlı ve ıssız koridorda bütün gücüyle çevirdi tekerlekleri. Yatağına attı bedenini, başucundaki kremlerini aldı, bacaklarına masaj yaptı, sanki zıplayıvereceklerdi…

Ayşenur Baran

Şubat-2021