Lunaparka gitmek Aksev için müthiş bir keyifti. Hemen hemen her ay farklı araçlara binmek, oyuncaklarla oynamak ona eğlenceli geliyordu. Bu defa herhangi bir alete binmeyecek çoktandır istediği Hayaller Dünyası yolculuğuna çıkacaktı, hem de yalnız. Müthiş bir macera yaşayacağını düşünerek heyecanlanmıştı. Biraz pahalıya mal olacaktı ama bir sonrakine parka gelmemeyi göze almıştı. Çadırın üstüne yapıştırılmış afişlere bakarken bile heyecanını gizlemekte zorlanıyor, bir saate yakın sürecek macera dünyasında karşılaşabileceği şeyleri görmek için sabırsızlanıyordu.

Elindeki bileti görevliye verdikten sonra anne ve babasına el sallayarak çadırın kapısından içeri girdi. Bezden yapılmış bir çadır ile başlayan gerçeklikten kopuş ve heyecanlı maceraların kucaklanması düşüncesi onları da coşturmuştu. Karanlık bir dünya ile karşılaşmak Aksev’in gözlerinin faltaşı gibi açılmasına ve nefes alışverişlerindeki hızın artmasına yetmişti. Bindiği araç ilk durağa geldiğinde vagondan indi ve gözünü kestirdiği tünellerden birine daldı. Seslerin ve loş ışıkların oluşturduğu gölgelerin arasında ilerlemeye başladı. Biraz ürperse de buna hazırlıklı olduğu için korkmamıştı. Zaten bazıları ona göz kırpmakta bazıları da dişlerini gösterip kayıp giden görüntüler gibi yok olmaktaydı.

Yol boyunca karşılaştığı ağaçlarda asılı olan bez parçalarından, seramiklerin üzerindeki şekillerden, ışık oyunlarının yer aldığı cam kavanozlardan etkilenerek ilerlemeyi sürdürdü. Bunları anne ve babasının el emeklerine benzetti. Duygulandı. Ne kadar çok seviyordu onları. Keşke bu macerada yanında olsalardı. Karşısına çıkan kapılardan birini açacağı sırada bir ağacın tepesinden aşağı doğru sarkmış tuhaf görünen bir şeyle karşılaşınca durdu. İstediği kadar uzayabilen bu yaratık onu selamladı ve kendisine Ayaksız diye hitap etmesini söyledi. Aksev Ayaksız’ın bu görüntüsünden etkilenerek geriye doğru kaçmak istedi ama lastik gibi esneyen ve ışık saçan yaratık, ağaca olan bağını yitirmeden uzayıp önünü kesti. “Kapılardan birinden geçmelisin tırtıl! Bu yolculukta geriye dönüş yok.” Bu uyarı karşısında hangi kapıyı seçmesi gerektiği konusunda ondan yardım istedi. Yüksek bir kahkaha ile karşılık alınca irkildi. Ama tercihi kendisinin yapması gerektiğini öğrenince toparlandı. Kendisine neden tırtıl diye seslendiğini düşünmeye zaman ayırmak istemedi. Sonra çözerdi.

Hemen bir kapıya yöneldi, elini kola uzattığı anda, yanındaki düğmeye basarsa içerideki macera dünyasının fragmanını görebileceğini söyleyen Ayaksız saçlarını yalayarak kayboldu. Düğmeye bastı. Görüntüler onu şok etmeye yetmişti. Üzerlerinden sarkan, iğreti durmuş gelinlik ve damatlık benzeri giysilerle donatılmış tuhaf bakışlı çocuklar, çoğu kadın cansız bedenler, kimliklerini arayan meydanlar, isimleri silinmiş değiştirilmiş köyler, kuruyan göl ve nehirler ve boynu bükük ağaçları görünce oraya girmekten vazgeçti. Bu kötülüklerin nedeni olan şey, ona anlatılan öykülerdeki orman yakan, insan yiyen üç başlı bir ejderha da ekranda görünüp kaybolmuştu sanki. İçeri girip onunla savaşabilirdi belki ama buradaki macera yolculuğuna bir dahaki gelişinde katılmaya karar verdi. Buna benzer kötülüklerin çadırın dışındaki hayatta da var olduğunu bildiğinden, güzel ve umut dolu şeyler görmek istiyordu. Kendisini buna hazırlamıştı.

Bir sonraki kapıya yöneldiği anda Ayaksız vücudunu yalayarak bir kahkaha patlattı. “Ne o korktun mu canavardan ha?” diyerek hemen gözden kaybolan yaratığın bu alaycılığına içerledi ama yine de kararından geri dönmedi. Bu defa önünde durduğu kapıdaki fragmana bakmadan içeri daldı. Burada da bir lunaparkla karşılaşınca önce sevindi ama bir tuhaflık olduğunu hemen anladı. Oyuncaklar paslanmaya yüz tutmuştu. Hep gülümseyen balerin bile gözyaşlarını usul usul dökmekteydi. Yaşlardan oluşan akıntıda yüzen oyuncakları görünce üzüldü. Çarpışan arabalar intihara karar vermiş araçlar gibi kendilerini kenarlıklardan atmaya hazırlanıyordu. Erimiş dondurmaların oluşturduğu çamurda yapışıp kalmış karıncalar ve böcekler onu dehşete düşürdü. Bir de sergilenmek üzere oyuncaklarla birlikte getirilmiş hayvanların kafes kapılarını açık, içlerini boş görünce çok üzüldü. Başlarına gelmiş olabilecekleri düşünmek istemedi. Çıkmak istediğinde karşısında çok yaşlı gibi duran bir aslan tarafından yolu kesilince irkildi. Aslanın bakışlarından tehlikede olmadığını anladı ve durup ona neler olduğunu sordu. Oyuncaklar kendilerine hayat veren çocuklarla buluşamadıkları için bu durumdaymış. Uzun süredir kimsecikler uğramıyormuş buralara. Kendisiyle benzer yaşamı paylaşan arkadaşları bile zor durumda kalmış. Bu nedenle kafeslerinden çıkıp gittikleri ormanda bulabildikleri yiyecekle yaşamlarını sürdürmekteymişler. Sokaklar hep boşmuş. Arada bir bazıları ellerinde poşetleri ile görünüp sonra kayboluyormuş. Sessizlik onları hiç bu kadar rahatsız etmemiş, oysa bir zamanlar ne çok düşlerlermiş sessizliği ama bu kadarı fazla gelmiş. Ortaya çıkıp kaybolan insanların yüzleri de birbirine benzemeye başlamış. Bakışlarının rengi farklıymış bir tek. Benzerlik hayatta kalabilen hayvanların dehşete kapılmasına neden olmuş. Bu nedenle arkadaşları ile birlikte ormanın derinliklerine sığınmışlar. Aslan şimdi olduğu gibi arada bir lunaparka uğrayıp durumu kolaçan ediyormuş.

Aksev onları bu durumdan kurtarmak için “Ne yapabiliriz?” diye sorunca Aslan kükredi. “Öncelikle hayatı kirleten, yaşamı korkulara, hücrelere, sefalete hapseden kötülüğün kaynağını bulmamız gerekiyor” diye yanıtladı. Ardından, kendilerine yardım edecek arkadaşları ile buluşabilmek için Aksev’i insan mancınığına binmeye ikna etti. Bir önceki kapıda gördüğü fragmanın benzeri ile burada da karşılaşmak onu şaşırtmıştı. “Her yer bu durumdaydı demek.” diye düşündü. “Eh! Bu seferki macera yolculuğum bu olsun. Bir dahaki gelişte farklı bir dünyayla karşılaşabileceğim kapıyı seçerim. Şimdi kötülüğü yenmenin yollarını bulmalıyım.” diye geçirdi aklından.

Biraz sonra kendilerini ormanın derinliklerinde buldular. Kafeslerini terk etmiş ve açlıkla boğuşmakta olan hayvanlar karşılarında tırtıla benzeyen bir insanı görünce ürktüler. Ne de olsa insan genelde kırbaç, zehir, tecavüz, parçalanmak demekti onlar için. Çaresiz durumdaki hayvanlar aslanın onları uyarmasıyla tedirginliklerini bir kenara bırakıp yapılacaklar konusunda tartışmaya başladılar. Hep birlikte ormanın dışındaki kaleyi mesken edinmiş, bütün bu kötülüklerin nedeni olarak gördükleri, eskiden arkadaşları olan üç başlı ejderhayı yok etme kararını aldılar. “Yine ejderha ha!” dedi Aksev. “Onu bu kötülükleri yapmaya iten bir şeyler olmalı.” Aslan onun ne demek istediğini anlamamıştı ama pek de önemsemedi. Hızla toparlanıp oraya doğru harekete geçtiler. Aşmaları gereken çamura dönüşmüş nehri görünce umutları azaldı. Balçık onları yutacak kadar yoğundu. Her zaman pırıl pırıl akan suyun bu hale gelmiş olması onlar için sonun başlangıcıydı aslında. Aksev umudunu yitirmedi, direngen cesur bir yapısı vardı. Gergedan kalan gücüyle onları karşıya geçirmek için ileri atıldı. Timsah yarı uykusundan uyanıp yolu aşmalarına yardım edebileceğini söyledi. Onlar tartışırken ne olduğunu anlamadan Aksev’in havalandığını ve pençelerle boğuşmaya başladığını gördüler. Dev bir yaratık onu kaleye doğru götürüyordu. Belli ki kötülüğe hizmet etmekte olan bir kuştu bu. Aslan hemen kartaldan yardım istedi. Yeterince beslenemediği için zayıf düşmüş olan kartal, kanatlarını açmakta zorlandığını söyleyince, herkesi bir üzüntü sardı. Hep birlikte ona yiyecek bulmak için dört tarafa dağıldılar. Toprağın altına sakladıkları yiyeceklerini ona verdiler, aç kalmayı göze almışlardı.

Kartal havalanana kadar kahramanımız kalenin içinde bir hücreye konmuştu bile. Buradan çıkmanın bir yolunu bulmak için planlar yapmaya çalışırken, kapısında nöbet tutan gardiyanın uyuklamakta olduğunu fark etti. Aslında o kadar tehlikeli görünmüyordu, herkes gibi o da uyurken masumiyetini takınmıştı. Onunla anlaşabileceğini düşünerek uyandırdı. Gardiyan yarı uykulu bir şekilde gözlerini zorla açıp ne istediğini sordu. Bir yandan da açlıkla boğuştuğu için bitkin düşen gardiyan, yeniden uykuya dalacakken burnuna gelen bir kokuyla canlandı. Aksev, annesinin verdiği şeker parçasını ona doğru uzatmaktaydı. Uzatılanı yiyince kendine gelen gardiyan, onu yine de serbest bırakamayacağını, bırakırsa kalenin dibindeki kuyuda hayatının sonlanacağını söyledi, yarı üzüntülü bir sesle. Bir yandan da yapılan bu iyiliğin karşılıksız kalmamasını istiyordu, hava almak için onu dışarı çıkaracağını söyledi, bu sayede Aksev de ikinci planını devreye sokabildi.

Herkesin uyuduğu bir saatte avludaki başlığı yok edilmiş sütunun tepesine çıktılar. Bu sütun ile ilgili annesiyle babasının yaptığı konuşmalar aklına geldi. Bulunduğu toprakları koruması için üzerine konulmuş başlık yok edilince, tüm kötülükler şehre akın etmiş olmalıydı. Etrafına bakınırken, hızla aşağı dalan kartal Aksev’i pençeleri ile tutarak kaçırdı. Küçük çocuk gardiyanı da alması için ona yalvardı, ondaki iyiliği fark etmişti. Kartal dönüp gardiyanı almak için omzuna dokunduğunda, gardiyan kartal yavrusuna dönüştü. Meğer kartalın kaybolan yavrusuymuş, sevinçle birbirlerine sarıldılar. Sevgiyle dokunmanın gücünü zaten biliyordu Aksev ama bu kendine dönüş onu şaşırttı yine de. Üçü yeniden kalenin içine döndüler, asıl yapmaları gereken işi bitirmeli, hayatı huzura kavuşturmalıydılar. Öncelikle hapistekileri kurtardılar. Sonra da gürültünün kendisini uyandırmasına engel olmak için kulaklarını tıkayarak uyumuş olan ejderhanın bulunduğu odaya girdiler. Üç arkadaş hemen bir plan yaptılar, odaya daldıklarında üçü farklı yerlere geçip onun gücünü azaltma taktiğini uygulayacaklardı.

Aksev ve kartallar içeri daldılar ama içlerinden biri yatağına çarpınca, ejderha sarsıntıdan uyandı. Üç başlıydı ancak tek ağzından ateş gönderebilmekte olduğunu yavru kartal onlara anlatmıştı. Bu işlerini kolaylaştıracak bir ipucu oldu. Doğrulmaya çalışan ejderhanın püskürttüğü alev odanın kapsını anında küle çevirdi. Iskalamış olmasına çok öfkelenen ejderha, başını yeniden oynatınca kulağındaki tıkaçların düşmesine neden oldu. Ses onu çılgına çeviriyordu ama şimdi kendisini tehdit eden daha önemli bir tehlike vardı. Kartallara onu oyalaması için uyarıda bulunan Aksev, ejderhanın göğsüne saplanmış olan nesneyi söküp atmak için yoğun çaba harcamaktaydı. Onlar canavarı oyalarken Aksev ona saplanmış olan insan görünümündeki nesneye iyice yapıştı. Ejderha boynunu çok bükemediğinden Aksev’e dokunamıyordu. Büyük bir çabayla onu tutunduğu yerden koparıp kartalların önüne attığında, ejderhadan akan siyah sıvıyı görünce şaşırdı. İçindeki mikropların boşalmasıyla dans eden, bir alev gibi süzülüp yere yığılan ejderhadan keskin bir koku yayıldı. Hâlâ nefes alıyordu. Aksev ejderhanın yaşıyor olmasına çok sevindi. “Hayatı tehlikelerden koruma görevi vardı aslında.” Sözünü anımsadı. Anne ve babası tarihi bir eser üzerine konuşurken duymuştu bu cümleyi. Akan siyah sıvı yerini normal renge bırakınca her şey çatırdamaya başladı. Yıkılan duvarlardan kendilerini dışarı atan, müziğin etkileyici notalarına tutunarak kaleyi terk eden kuşlara, böceklere tanık olan dereler, üzerlerine bulaşmış çamurdan kurtulmaya başladı. Dere şarıl şarıl akarken üzerindeki hüzünlü gelinlikleri, damatlıkları, tuhaf bakışları, demir parmaklıkları, ölüm saçan aletleri ve kötü hayalleri de süpürüp, geri dönüşüm çöplüğüne götürüyordu. Şarkıların coşkusuna kapılan ejderha yerden kalkarak dans eden Aksev ve kartalların arasına katıldı. “Doğruymuş demek. Üzerine yapışmış kötülük kaynağını çekince kendi benliğini buldu yeniden.” diye geçirdi içinden Aksev, iri gözlere bakarak. Ejderha sütundaki yerini alınca su dere yataklarını balçıktan kurtarmaya başladı. Aksev ile kartalı bekleyenler, akan temiz berrak suyu görünce hemen kendilerini içine attılar. Şimdi herkes huzur içinde olabilirdi artık.

Küçük kahraman kartaldan kendisini giriş kapısına bırakmasını istedi. Bu durumu anne ve babasına anlatmalıydı. Hiçbir canlı kafeslerin ardında olmayacaktı artık. Canlanan ağaçlar, papatyalar, arılara besin kaynağı oldular yeniden. Kendilerine gelen hayvanlar Aksev’in cesareti karşısında hayranlıklarını dile getirdiler ellerini çırparak. Kartala veda edip çıkış yerine yönelen kahramanımız, kendisini bekleyen Ayaksızı görünce sevindi. Artık yürüyebiliyordu. Asıl adının Işık olduğunu öğrenince adlarının benzerliğine hem şaşırdı hem de mutlu oldu. Her karşılaşmalarında Işık’ın onun önüne bir damla yaş bırakmasının nedenini de bulmuştu. Çıkışa gelmişti, oraya girerken görmediği ama şimdi kendisine doğru yapraklarını uzatmış bir çiçekle karşılaşınca hem şaşırdı hem de yüzünde gülücükler açtı. Eğilip kokladığında çiçek rengârenk bir kelebeğe dönüştü, kapının koluna kondu. Yeniden çiçeğin yapraklarına dokunmak için havalandığında, kendisini çeken mis gibi kokuyu algıladı. Güzel etkileyici, tanıdık bir kokuydu.

Koku kendisini babasıyla buluşturmuştu. Gözlerini açıp arabanın arka koltuğunda uyumuş olduğunu fark edince şaşkınlık dalgası yüzünü kapladı. Önce çocuk kilidi olan kapıya sonra da arabayı sürmekte olan annesine baktı. Gülen gözlerle buluşunca babasının boynuna sarıldı. “Evden lunapark için yola çıkalı ne kadar zaman geçmişti acaba? Bir an önce ulaşsak keşke!” Diye geçirdi aklından ve kendi dünyasına daldı yeniden.                  

Hamit Ergüven