Zamanı eğip bükmek elimde olsaydı, inan ilk yapacağım iş, o talihsiz günün sabahına gitmek olurdu. O zaman her şey bambaşka olabilirdi. Onun büyüyüp genç güzel bir kadın olduğu, göğsüne yumuşak doku ve deri nakli yapılarak epeyce iyileştiği haberini aldığımda, omzumdaki yük bir nebze de olsa hafiflemişti. Doğum yaptığını duyduktan sonra ise bu kez bebeğini saplantı haline getirdim. Ne kadar iyi olursa olsun, bir daha emziremeyecek kadar derinden yanmış, dağlanmıştı göğsü. Nerede emziren birini görsem, yanına yaklaşıp, bir yakınım için süt annesi olur musunuz diye sormak geliyordu içimden. Yüz yüze gelme cesaretimin hiçbir zaman olmayacağını bildiğim halde, ona yardım edecekmişim gibi gayretle dolaşıyor, emzikli kadınlar aramaya devam ediyordum. İnsanın kendine eziyet etmesinin, acı çektirmesinin türlü yollarından biri de bu olsa gerek. Dönüp dolaşıp belleğindeki acı veren anıların izini sürmek, sonra onları gün yüzüne çıkarmak ve gönüllü tutsakları olmak.
Değişim güzeldir Marika, içinde ufak da olsa bir umut kıvılcımı taşır yola koyulan. Kendini hapsettiğin düşünce odacıklarından kurtulabilirsin yaşadığın yeri terk edince. Gittim ben de. Uzaklaştım o küçük kızdan, senden, sizi hatırlatan her şeyden.
O gün kapıda, Nana’nın arkasında görünce seni, nasıl sevindim bilemezsin. Affetmiş beni diyorum içimden, kalkmış buralara kadar gelmiş. Nana izin kâğıtlarımı getirmiş, biraz oturuyor, kahve içiyor. Sen ayak parmaklarının ucunda bir peri gibi süzülerek hastanın başucuna gidiyorsun, elini tutup, yüzünü okşuyorsun. Gözlerini araladığında güzel yüzünün çekimine kapılmasından, ruhunu bir meleğe teslim etmenin iç huzuruyla oracıkta son nefesini vermesinden ürkerek sizi izliyorum. Kapıyı Nana’nın ardından kapatıp birbirimize sarılıyoruz. Hastamızı tanıtıyorum sana. Türkan Teyze, seksen yaşında, beş yıldır hareketsiz, bitki gibi yatıyor. Bir gün kızının adını söyleyemediğini fark ediyor, çok ürküyor. Hastalık o gün başlıyor, terapiler, ard arda onlarca seans işe yaramıyor, hızla ilerliyor. Şu anda hiç konuşamıyor, sesinin ardından bedensel fonksiyonları da kaybetmiş. İlaçlarını, mamalarını, takviye edici besinlerini, alt bezlerini ve diğer medikal malzemelerini gösteriyorum sana, uzun uzun nasıl kullanılacaklarını anlatıyorum.
Burada vakitten bol bir şey yok Marika. Hastanede yaptığımız gibi kodlu, bilmeceli, gereğinden bir fazlasını bile sarf etmediğimiz sözcükler, tıbbi terimler yok. Her gün neredeyse bir öncekinin aynı yaşanıyor bu evde. Öyle yüzlerce hasta, binlerce vaka, ders saatini kaçırmamak için hastanenin bir ucundan öbürüne koşuşturmak da yok.
Türkan Teyze’nin elli yaşlarında bir kızı var, adı Nil. Çok hoş, bakımlı bir kadın, güzel giyiniyor, parfümünün kokusunu seviyorum, tanıdık bir koku, bir vakitler kullandığım markanın yeni ürünlerinden. Ancak yine de o gider gitmez evi havalandırıyorum, hasta odasında doğal olmayan kokular istemiyorum, uçarsa uçsun. Zaten günde en az iki üç kez, hastanın alt temizliğinin ardından yaptığım rutin bir iş odayı havalandırmak. Nil bana geçmiş günlerimizi anımsatıyor, sanırım iş konusunda o da takıntılı biri, annesine ayıracak pek vakti olmadığından mı bilmem, sadece hafta sonları uğruyor buraya, en fazla yarım saat. Annesinin haline üzülüp üzülmediğini yüz ifadesinden anlayamıyorsun, sezdirmiyor. Duygularını belli etmeyen, ser verip sır vermeyenlerden, bu konuda da benzeşiyoruz.
Nil için kapıyı açtığımda, onu çoğunlukla telefonda birisiyle konuşurken görüyorum. Hızlı konuşuyor, ağzından çıkan kelimelerin çoğunu anlamıyorum ama Latince sözcükler, tıp terimlerini yakalıyorum hemen. Galiba o da çocuk cerrahisi uzmanı. Kabanını şemsiyesini uzatırken, ayakkabılarını paspasta silerken yüzüme bile bakmıyor, bunları her yapışında kendimi onun oda hizmetçisiymişim gibi hissediyorum. Annesinin bakıcısı ile mesafesini koruma güdüsü o denli güçlü yani. Nana’nın ona, bir zamanlar meslektaşı olduğumu söylememiş olması imkânsız, geçmişte yaptığımız işler hakkında hasta yakınları bilgilendirilir. Doğu bloku zihniyetiyle yetişmiş bizler için anlamak zor bu statü, kast meselelerini. Önlüğünle evine gelmezsin, yıkamıyacaksan şayet. Gerçi o da haklı, benim hasta bakıcılık dışında bir kimliğim yok burada.
Telefon görüşmelerini, Nil bazen İngilizce yapıyor, o zaman konuşulanların tamamını anlıyorum. Bir defasında, hafta içinde ameliyat olacak bir hastası hakkında meslektaşının fikrini alıyordu. O karşısındakini dinlerken, benim kulağım da ondaydı. Birden parmak uçlarım karıncalanmaya başladı. Sanki görünmez bir el beni ileriye doğru savuruyordu, lavaboda buldum kendimi, aynada aksimizi gördüm, arkamdaydın, muzipçe gülümsüyordun. Limon çiçeği desenleri olan o sevimli mavi bandananı geçirmiştin başına. Ameliyathaneye girmek için son hazırlıklarımızı yaptık. Ellerimiz havada, hiçbir şeye dokunmamaya çalışarak içeri girdik. Nil’in yüzündeki şaşkınlık ifadesini görünce nerede olduğumun ayırdına varıp toparlandım, utanmıştım, Türkan Teyzenin yanına gidip onunla ilgilenmeye başladım. Bandananın üzerindeki limon çiçeklerinin kokusu da ardımızdan gelmişti, bu oda hiç bu kadar güzel kokmamıştır diye düşündüm. İçimi tarifsiz bir sevinç kapladı, o anda kararımı verdim, bundan böyle seni yanımdan hiç ayırmayacaktım.
Nil eli açık, cömert bir kadın. Şehre ilk geldiğimde ancak bir hafta çalışabildiğim evi hatırlıyorum da. Evdekiler daha ilk günden Emine diye seslenmeye başlayınca, bozulmuş, Nana’ya anlatmıştım. “Dert etme, dilleri dönmüyor çoğunun, adını yanlış telaffuz etmelerinden iyidir, hem yabancı bakıcıların hepsinin ikinci adı var burada, öteden beri gelen, kanıksanmış bir durum bu” diye ikna etmeye çalışmıştı beni. İlk günlerde beni adımla çağırın diyordum ama nafile bir uğraştı bu, sonra ben de vazgeçtim. O evden ayrılma gerekçem bu değildi, “Emine” olarak yaşamayı kabullenmiştim. Sütyenimin teli çamaşır makinasını bozunca, hastanın karısıyla epeyce gürültülü bir tartışma yaşadık. Tartıştık ama kendi lisanımızdan, ne o benim söylediğimi anladı, ne de ben onun, uzlaşamadık, o günden sonra aramızda hep bir gerginlik oldu. Sonuçta bir haftalık yevmiyem makinanın tamirine sayıldı, Nana bana başka bir hasta, onlara da bakıcı buldu, yeni evime doğru yola koyuldum. Dedim ya, üç beş kuruşun hesabını yapmıyor Nil. Buzdolabının üzerine evlere yemek servisi yapan firmaların magnetlerini dizmiş, her gün birini seçiyorum. Haçapuricinin kartını çöpe attım, arama diye söylüyorum. Bu şehirde haçapuri yapmayı bilmiyorlar. Seninle öğlen yemek için Adana Kebabı söyleriz, çok acı gelmedi bana, alıştım tadına, sonra da görev paylaşımı yaparız. Yalnız burada kişnişi pek kullanmıyorlar, gelirken çantana bir kavanoz atsaydın keşke, bir de baharatlı tuzumuzdan. Geldiğimden beri hiç yemek yapmadım desem yeridir ama sen olunca, hingel, haçapuri, cevizli patlıcan, ne istersek yaparız, şarap da açarız yanında.
Çok sessiz bu ev Marika, hep özlemini duyardık bu sessizliğin hatırlasana. Guguklu saat ve ezan sesi bölüyor günü dilimlere. Cami o kadar yakın ki, sabah ezanıyla uyanıyorum. Şimdi sen geldiğine göre sabahları nöbetleşe kalkarız erken saatte, ne dersin? Türkan Hanım da sessiz, hareketsiz, soluğu öyle derinden geliyor ki, günde birkaç kez ölmüş olabileceği düşüncesine kapılıp, bileğine sarılıyorum, dudaklarında alnında gezdiriyorum parmaklarımı. Yatak yarası olmasın diye günde en az dört kez sağına soluna çevirerek yatırmamız lazım biliyorsun. Kremle her gün bedenini ovalamalı, masaj yapmalıyız. Masajı sevdiğini fark ettim, hem iyi geliyor ona, sonrasında derin bir uykuya dalıyor, vücudunda hiç seğirme, kasılma olmuyor.
Marika burada çocuklar ne yer ne içer, elinde şırıngayla seni görünce ağlarlar mı mesela? Bizim oralarda mızmızlık yapamazlar bilirsin. Bazen camdan izliyorum, aşağıda kaldırımda yürüyen çocukları, okula gidip geliyor olmalılar. Markette karşılaştıklarım da oluyor. Çözemiyorum Marika, yüzlerinden okuyamıyorum insanları. Kadınlar gün boyu ne yapar, günü nasıl tüketirler, kocalarıyla ne konuşurlar nasıl sevişirler bilmiyorum. Gülümsüyorum onlara, selam veriyorum, bazıları tebessümle alıyor selamımı, yardım edenler de oluyor bazen içlerinden. Ama uzaklar işte, sanki mika bir fanusun içinden bakıyorum etrafıma. Televizyon hep açık, izlediğim birkaç dizi var, sürüklüyor, vaktin geçmesini sağlıyor. Hafta sonları, cuma cumartesi akşamları yan daire çok hareketli oluyor. Oradan gelen çatal bıçak seslerini, kahkahaları dinlerken, mandalina bahçemizde kuracağımız sofraları hayal ediyorum. Evin inşaatını yapan ustabaşı fotoğraf, video atıyor bazen, yaza bitecek gibi, kaba inşaatı tamamlanıp çatısı örtülünce rahat bir nefes aldım. Artık ben buradan para gönderdikçe yapılır ince işleri de.
Köşedeki Süpermarkete, hani şu artık neredeyse her sokakta açılanlardan olana, her cuma yeni ürünler geliyor, bekliyorum, kolluyorum, yeni evimiz için işime yarayanları kaçırmıyorum, istifliyorum habire, yattığım odanın köşesinde şimdiden bir tepecik oluştu. Basit ama işe yarar yeni uğraşılarım var anlayacağın, hayata tutunmamı, ayakta kalabilmemi, geçmişe takılmamamı kolaylaştıran uğraşlar. Hafta sonu sadece pazar günleri izinliyiz. Sen istersen çıkarsın Marika, gençsin, otuzlarındasın daha, gezip eğlenmeli, kafandakileri dağıtmalısın. Nil’in bilmesi gerekmez, ben nasılsa hep evdeyim. Gidecek yerim yok, isteğim de. Nana davet etmişti ilk geldiğim aylarda, birkaç pazar gününü onlarda geçirdim ama sonra gitmek istemedim, sığıntıymışım gibi hissettim orada. Onlar gibi gülüp eğlenemediğimi görünce, ben neden böyleyim diye hırpalamaya başladım kendimi. Galiba bu münzevi hayata alıştım ama böyle söylediğim için gideyim deme, sen hep yanımda ol.
Bir zamanlar bir Walkmanin vardı, ameliyata başlarken açardın, bitene kadar çalmaya devam ederdi. Harikulade şarkılar bulurdun. Youtube’dan bulursun yine, dinleriz. Yalnız o gün dinlediğimizi, Sihirli Flüt’ü çalma sakın olur mu?
Geçenlerde, geçenlerde dedimse oluyor en az iki ay, Luka görüntülü aramış, açmadım. Hani bir vakitler yüzünde yüzümü gördüğüm adamdı o, ellerinde ellerimi bulduğum, beraber büyüdüğümüz. Şimdi artık siluetini bile gözümde canlandıramıyorum, kocaman bir boşluk, hiçlik kaldı ondan geriye. Evliliğimizin son aylarında değişmeye başlamıştı, yüzündeki çizgiler oyuklar tümsekler, sağ gözünün seğirmesi, bütün bunlar eskisi gibiydi ama eksik olan, yanlış olan bir şey vardı ve ben bunu bir türlü bulup çıkaramıyordum. Sonunda orada olmayanın kendim olduğumu anladım, silmişti beni, yerime çoktan bir başkasını koymuştu.
Son zamanlarda hep aynı rüyayı görüyorum. Burada, odanın tam orta yerinde, kare formunda derin bir çukur var, içi çok karanlık, eğilip bakıyorum, asansör boşluğu gibi. Fener tutuyorum, yirmi buluyorum önce kat sayısını, tekrar saydığımda bu kez on dokuz çıkıyor, yorulmuşum, yeniden saymaktan vazgeçiyorum. Boşluğa düşüp yere çakılma korkusu iliklerime işliyor. Rüyamda sürekli olarak oraya düşmemenin, düşmeden Türkan Teyze’nin yanına ulaşmanın yollarını arıyorum. En uygun çözümün alt kata ağ takmak olduğuna karar kılıyorum, hani adliye binalarındaki galeri boşluklarında olanlardan. Birden sen görünüyorsun ve hiç tereddütsüz boşluğa doğru yürüyorsun. Atlıyor, içinde kayboluyorsun, çaresizce eğilip ardından bakıyorum, tir tir titriyorum. Koyu kapkara dipsiz bir kuyu, küt diye bir sesin, bedeninin yere çarpma sesinin gelmesini bekliyorum. O küt sesini duymayınca, seni içimde yaşatan umut filizlenmeye başlıyor. Sabah Sihirli Flüt’ten bir aryayla uyanıyorum. Kalkıp, pencereyi açıyor, sokağa bakıyorum, komşunun yan duvarına başımı yaslayıp dinliyorum, müziğin geldiği yeri bir türlü bulamıyorum.
Gün boyu beynimde dönüp durdu aryanın sözleri, “Ölüm ve çaresizlik alevleri her yanımı sarıyor.” Nereden geliyor bu ses? “Benim için huzur ancak mezarımın içindedir.” Bu sesle yaşamımı sürdüremem ki ben. Yetişkin bir insanın yapması gerektiği gibi hatamla yüzleşmedim, sorumluluktan, yıllarca sürecek davalardan, meslek hayatımın sona ermesinden korktum. Tüm suçu üstüne yıktıklarında bile sessizliğini korudun, kendini savunmadın, beni koruyup kollayanlara isyan etmedin. Seni savunmasız, yalnız bıraktım. Kaçtım, korkak bir tavşan gibi uzaklaştım yanından. Bağışla beni Marika.
Ah o koku! O yanık kokusu yine sardı her yanımı, kıvrılarak hızla ilerliyor, nefes borumdan ciğerlerime doğru yürüyor, soluksuz bırakıyor beni. Tansiyonum bugünlerde hep yüksek, ilaçlar belli ki işe yaramıyor, doktora gitmeli ama nasıl, hangi ara?
___ . ___
Amirim Çapa morgundaki yaşlı kadının eşkâli tespit edildi. Adı Elene Nozadze, Gürcü, hasta bakıcı olarak çalışıyormuş, atmış beş yaşında, çalışma izni var. Baktığı hastanın kızına ve Nana adlı şahsa ulaştık. Adli tıp kesin tarihi söyler fakat merhumun geçtiğimiz salı günü öldüğünü düşünüyoruz, üzerinden neredeyse bir hafta geçmiş. Nil Atmaca pazar günü eve gelince onu yerde, hareketsiz yatarken buluyor. Maalesef annesi de vefat etmiş, beş gün susuz kalınca tabi. Cep telefonundan Gürcistan’da son aradığı kişiye ulaştık, ustabaşıymış, eski kocası Luka’ya haber verdi, yarın gelip alacak cenaze defin işlemleri için. Ha bir de cebinde eski yıpranmış bir kartvizit vardı, üzerinde Marika Dolidze, Hemşire, Tiflis Devlet Hastanesi yazıyordu, güçlükle okuyabildik. Kadını sorup soruşturduk, neyin nesidir diye. 2007’de yani bundan tam on iki yıl önce, otuz altı yaşındayken intihar etmiş. Üçüncü derece yanıkla ilgili bir davanın sanığıymış, yedi yaşında kız çocuğunun göğüs bölgesi, ameliyat masasındaki ısıtıcının termostatı bozulunca feci şekilde yanmış. Bu ikisi, yani hasta bakıcı ile hemşire arasındaki bağlantıyı henüz tespit edemedik.
Oya Kaya