AKP eski milletvekili adayı Prof. Dr. Melih Bulu, 1 Ocak 2021 tarihinde gece yarısı yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Bu atamayla birlikte Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Ahmet Kutluhan, Antalya Bilim Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İsmail Yüksek, Beykoz Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mehmet Durman ve Çağ Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Ünal Ay getirildi.

Resmi Gazetede yayımlanan kararın ardından tepkilerini dile getiren “Boğaziçi Dayanışması”,  “Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle okulumuza Melih Bulu’nun kayyum olarak atandığını öğrendik. Boğaziçi öğrencileri olarak demokratik süreçleri tanımadan atanan yandaş rektörleri kabul etmiyoruz. Melih Bulu bizim rektörümüz değildir!” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileriyle dayanışma içerisinde olan “Ortadoğu Savunulmalıdır” adlı sayfadan ise kayyum rektörün atanmasına tepki gösterilerek şu ifadeler kullanıldı: “Boğaziçi Üniversitesi’ne daha önce AKP’den milletvekili adayı olan Melih Bulu isimli kişi kayyum rektör olarak atandı. Üniversiteler bu ülkenin toplum refahı ve yarınları için bilim üretir, siz iktidarda kalın diye değil. “

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, üniversite öğrencileri yaptıkları çeşitli eylem ve etkinliklerle taleplerini dile getirdi. Akademisyenlerin de eylemlere katılımıyla öne çıkarılan bu talepler oldukça açıktı aslında: Özerk- demokratik bir üniversite mücadelesi dile getiriliyor, üniversitedeki rektör seçimlerinin demokratik bir biçimde oylamayla belirlenmesi gerektiği savunuluyor, rektör atanırken üniversitedeki akademik kurumlarla, üniversite senatosunun görüşü alınmadan atama yapılması protesto ediliyordu. Bu seçimlerde hem üniversite öğrencilerinin hem de akademisyenlerin fikirleri de alınarak bir süreç işletilmesi gerektiği de dile getirilen savunular arasındaydı. Ancak Melih Bulu, kamuoyuna şirin görünmeye çalışarak Boğaziçi Üniversitesi’ni ileriye taşımak için göreve geldiğini, bu görev için uzun zamandır hazırlandığını dile getirerek, aslında üniversitenin ileri bir durumda olduğunu ama bunu daha da ileriye taşıyacağı söylemine sarılarak, talepleri görmezden geliyordu. 

Üniversite öğrencilerinin bir başka talebi de kampüs içerisindeki polis kuşatmasının kaldırılması, tutuklanan ya da ev hapsine mahkum edilen üniversite öğrencilerinin serbest bırakılmasıydı. Üniversitelerde en küçük bir hak talebine karşı polis terörünü devreye sokan otoriter yönetim anlayışı, genetik kodlarında kesinlikle demokratik seçim olanaklarını barındıran bir pratik sergilemeyi düşünmüyor. Kendilerine biat edecek bir öğrenci profilini bayraklaştıran bu zat-ı muhteremler, ülkenin her tarafına dalga dalga yayılan eylemler karşısında korkularının esiri olup, bu eylemlere katılanlara karşı sert müdahaleler gerçekleştirdi. Ancak bu politikanın tutmayacağı taa başından belliydi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin öncülüğünde gelişen eylemler, toplumun çeşitli kesimlerinin destek açıklamaları ve eylemlere katılımıyla giderek büyüdü. Aralarında Yazarlar Sendikası’nın da olduğu birçok demokratik kitle örgütü, sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek odaları vb. kurum ve kuruluşlar, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki seçimlerin demokratik yollardan yapılması gerektiğini savunan açıklamalar yaptı. Öğrenciler ve akademisyenler, artık hemen hemen her gün sokaklara çıkmaya başladı. Akademisyenlerin Rektörlük binasını sırtlarını dönerek gerçekleştirdiği eylemler dördüncü ayında da devam ederken, yapılan basın açıklamalarında talepler daha gür bir sesle haykırılmaya devam ediliyor.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, üniversitenin kültüründe demokratik bir yapı olduğunu, üniversitedeki özgürlükçü ortamın bu kültürle ilişkisi olduğunu belirterek Melih Bulu’nun rektör atanmasını protesto eden açıklamalar yapıyor. Öğrenciler, Melih Bulu’nun tepeden bir bakışla üniversitenin iradesini hiçe sayarak yaptığı açıklamalarla ilk baştan itibaren üniversiteye rektör olmayı hak etmediğini dile getiriyor.

Rektörlük 6 Şubat’ta yaptığı açıklamayla Boğaziçi Üniversitesinde Hukuk ile İletişim Fakülteleri açılması yönünde karar verildiğini belirterek gerek üniversite öğrencilerinin gerekse de akademisyenlerin iradesi hiçe saydı. Akademisyenler bu kararın yine üniversitenin iradesinin görmezden gelinerek verildiğini dile getirerek meşru olmadığını savundu.

Alanlardan ayrılmayan üniversite öğrencileri, her gün yaşanan polis saldırıları, gözaltılar ve tutuklamalara karşın irade beyanından hiçbir zaman geriye adım atmayarak Rektörlüğe gerekli mesajı vermiş oldu. Eylemler sırasında öne çıkan sloganlar arasında, “Direne direne kazanacağız.” , “Faşizme karşı omuz omuza” , “Kayyum rektör istemiyoruz” , “Melih Bulu istifa” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları yeri göğü inletiyor.

Melih Bulu öğrencilere, üniversiteye polisin girmesine izin vermeyeceği yönündeki söylemlerine karşın, yapılan eylemlerde polisle işbirliği halinde hareket ederek eylemleri manipüle etmenin yollarını çoktan hayata geçiriyor.

Cumhurbaşkanının bu eylemlere yönelik açıklamaları ve eylemlerin içeriğini boşaltma çabası da sonuç vermedi. Cumhurbaşkanı özellikle LGBTİ bireyleri eylemlere katılmaları nedeniyle nefret söylemiyle hedef alırken, AKP’nin içerisinden birçok politikacı da bir merkezden düğmeye basıldığı açıkça belli olan açıklamalarıyla öğrencilerin taleplerini görmezden geldi. Totaliter rejimi ülkenin her yanında inşa etmek için giderek kurumsallaşan AKP iktidarı, yargı kanalıyla da demokratik taleplerini haykıran öğrencileri, tutuklama ve ev hapsi saldırılarıyla etkisiz hale getirmeye çalıştı. Bütün bunların da boşuna olduğu eylemlerin halen ilk günkü kararlılıkla devam etmesinden anlaşılabilir. Rektör Melih Bulu’nun süreci zamana yayarak kamuoyunun ilgisini gözlerden kaçırma çabası da Ursula L.Guin’in söylediği gibi “Devrim olunma” iradesiyle boşa çıkarılacaktır. Guin, “Mülksüzler” romanının 247.Sayfasında geçen ifadelerde şöyle der: “Eğer istediğiniz Anarres’se, aradığınız gelecek oysa, o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum. Ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Veremediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”

Melih Bulu, bütün bu eylemlere ve öğrencilerle akademisyenlerin taleplerine karşın istifa etmeyeceğini duyurarak efendilerinin sözünden çıkamayacağını da açıkça belli eden bir pratik seyir izliyor.   

Akademisyenlerle öğrencilerin eylemleri dördüncü ayında da devam ediyor. Eylemlerde ilk günkü gibi kararlılık hakim. Akademisyenler Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya yönelik saldırıların da kınandığı eylemler sırasında, “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.” sloganını sıklıkla dile getiriyor. Ayşe Buğra ve eşi Osman Kavala’ya yönelik saldırılara burada değinmemde yarar var. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayşe Buğra’ya yönelik şu ifadeleri kullanmıştı: “Yani aynı zihniyet şu Osman Kavala denilen bu ülkede Soros adeta ofisi olan temsilcisi olan kişinin karısı da yine aynı şekilde Boğaziçi Üniversitesi’nde bu provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır. Şimdi biz ülkemizi, böyle nadide bir üniversitemizi bunları alın istediğiniz gibi karıştırın mı diyeceğiz. Buna müsaade etmemiz mümkün değil.”  Son derece eril bir dille yapılmış bu açıklamaya ilişkin Ayşe Buğra’nın yanıtı ise dikkate değerdir: “3 buçuk yıldır süren, gittikçe ağırlaşan bir eziyet süreci bu. Cumhurbaşkanı’nın ve İçişleri Bakanı’nın demeçleri çok esef verici. Biraz üzülüyorum, memleketim adına da üzülüyorum.” Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, Cumhurbaşkanının Buğra’ya yönelik açıklamasına karşın ise şu ifadeleri kullandı:“Ayşe Buğra iyi kalpli, nazik, sağduyulu ve tevazu sahibi bir insandır. Bunu, yaşamının en zor yıllarında dahi üretmekten, öğrenmekten ve biz öğrencilerine dokunmaktan vazgeçmemesinden biliyoruz. Biz Ayşe Buğra’ya şahidiz. Hocamızın hedef gösterilmesinden duyduğumuz üzüntü ve rahatsızlığı yineliyoruz. Bu saldırılar bir an önce dursun istiyoruz.” Buğra’nın bilimsel çalışmalarına da dikkat çeken öğrenciler, iktisadi düşünce ile sosyal politika alanındaki çalışmalarına vurgu yaparak hocalarının her zaman yanında olduklarını ifade etti. 

Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne Melih Bulu’nun atanmasını doğru bulmadığını açıklamıştı. Karar gazetesi yazarı Taha Akyol’un sorularını yanıtlayan Ergüder rektör atanmasının kendisi için de bir sürpriz olduğunu belirterek şunları dile getirmişti: “Uzaktan izleyebildiğim kadarı ile yalnız öğretim üyeleri ve öğrenciler için değil camia için de şok oldu. BÜ öğrencilerinin tepkisi ilginçti. Barışçılığı, sosyal medyanın zekice kullanılması sanırım öğrenci protesto tarihimizde yeni bir sayfa açtı. Aynı şeyi öğretim üyelerinin davranışları için de söyleyebilirim.” İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ergüder’in eylemleri yazdığı yazılarla savunduğunu ve bu eylemleri örgütleyenlerden biri olduğunu iddia etmişti. Ergüder’in hedef gösterilmesine karşı da açıklamalar yapan üniversite öğrencileri ile çeşitli sivil toplum örgütleri, eski rektörün her zaman yanında olduklarını duyurdu. Boğaziçi Üniversitesi SiyasetBilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü‘nden öğretim üyeleri, Twitter’dan yaptıkları bir açıklamayla Prof. Dr. Üstün Ergüder’in hedef gösterilmesine tepki göstererek şu açıklamayı yaptı: “Bölümümüzün kurucularından, üniversitemizin ve Türkiye’nin 12 Eylül askeri diktatörlük dönemi sonrası ilk seçilmiş rektörü, Türkiye’de Siyaset Bilimi akademik disiplininin gelişmesinde öncü ve önemli katkıları olan, demokrat ve özgürlükçü yaklaşım ve tutumunu her fırsatta ispatlamış çok değerli bir bilim insanıdır.” 

Eylemler sırasında tutuklanarak gözaltına alınan öğrencilerin mahkemeleri görülürken, duruşma öncesi yapılan basın açıklamalarıyla tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması talepleri dile getirildi. Birçok eylemde yüzlerce kişi gözaltına alınıp, karakolda işkence görmelerine ve tutuklanmalarına karşın, taleplerinden geriye giden bir açıklama yapmadı. Aksine, tutuklamalar, gözaltılar ve baskıların, öğrencilerin mücadelesini engelleyemeyeceğinin özellikle altı çizildi.

Çeşitli eylemlerde gözaltına alınarak tutuklanan birçok öğrenci serbest bırakıldı. AKP iktidarı, bu tahliye kararlarının ardından yapılan yeni eylemlerde de öğrencilerin üzerine polis terörüyle saldırırken, biber gazlı, coplu saldırılarda yine onlarca öğrenci gözaltına alınarak tutuklama talepleriyle mahkemelere sevk edildi. Ev baskınları onlarca özel harekat polisinin katılımıyla operasyon havasında gerçekleştirildi. Üniversite kapılarına keskin nişancıları yerleştirip, eylemlerin büyümesini engelleyeceğini sanan Rektör Melih Bulu’nun, eylemlerin gücü karşısında uykularının kaçtığını söylememiz abartı olmaz. 2013 Haziran’ında başlayan Gezi direnişinin yarattığı devrimci enerji, toplumun büyük bir kesimini harekete geçirmişti. Boğaziçi eylemlerinin de içerisinde aynı potansiyeli barındırması, iktidarın uykularını kaçırmaya devam ediyor.

Üniversite öğrencilerinin talepleri hiçe sayılarak boyun eğen bir üniversiteli profili yaratılmak isteniyor. Çeşitli üniversitelerdeki polis yığınağı ve kuşatmasının da yeni bir durum olmadığının, 90’lı yıllardan bu yana üniversitelere adım adım yerleştirildiğinin bilinciyle hareket ederek şunu söyleyebiliriz ki iktidarın zorla hizaya getirmeye çalıştığı üniversite öğrencileri, alanları zapt edecek irade ve kararlılığa sahiptir. Öğrencilere yönelik giderek artan baskılara karşı, toplumun çeşitli kesimlerinden de tepkiler yağmaya devam ediyor, süreç direniş ve eylem çizgisinde ısrar eden üniversite öğrencilerinin lehine işliyor. Bu ısrarı büyütmek hepimizin ellerindedir.

Şair Kemal Özer’in, “Alkışlarla Yürümenin Şarkısı” adlı şiiri, eylemlerdeki kararlılık ve ısrarı çok iyi temsil eden yönüyle dikkat çekiyor:

“Alkışlar, yürüyoruz, alkışlarla yürüyoruz
suskunluğa yenilmemiş ellerin çığlığıyla
her avuçta bir kanat, konup kalkan bir kanat
– çözülmesi bir düğümün, boşanması bir zincirin –
yürüyoruz sokakları çarparak sokaklara
çarparak, çınlatarak alanlarını kentlerin

Alkışlar bir güneşi katıyor alkışlara
– parmaklarımız yansa da o güneşi her ilmik
alev alev taşımıştı dokuduğumuz kumaşa,
harcını o karmıştı ördüğümüz duvarın –
alkışlar, yürüyoruz, her adımda bir şafağın
kabuklarını çatlatarak, çıkarak yeni bir sabaha

Çıkarak çıkararak eylemin kozasından
bunca yıldır kanımızda uğuldayan coşkuyu
yürüyoruz bugünden yarına alkışlarla
birimizin göğsünde hepimizin soluğu
her alkış bir yolculuk emeğin özgürlüğüne
yürüyoruz alkışları alkışlarla çoğaltarak”

Boğaziçi Üniversitesinden başlayarak toplumun geniş kesimlerine yayılan bu direniş çizgisi önemsenmelidir. Kazanan biat kültürünü bütün üniversite öğrencileri başta olmak üzere topluma dayatan totaliter hakim ideoloji değil, üniversite öğrencileridir. Sokakları eylem alanına çeviren ve toplumun çeşitli kesimlerini etkileyen bu direniş, yapılan bütün baskılara, gözaltılara, ev hapislerine ve tutuklamalara karşın, psikolojik üstünlüğünü korumaktadır. Bütün bu tespitlerden hareketle şunu söyleyebiliriz ki Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri yarattıkları direniş geleneğiyle aslında çoktan kazanmıştır.

HAKAN KİZİR