Kuruluş hikayesi 1863’lere dayanan Boğaziçi Üniversitesi; 1958 yılında Robert Kolej Yüksek Okulu olarak faaliyetine başladı. İlk olarak Mühendislik, Fen ve Yabancı Diller ile İş İdaresi ve İktisat Bilimleri bölümlerini bünyesinde barındırdı. Eğitim ve araştırma faaliyetleri günbegün artarak gelişti.

Ancak 1970-1971 yıllarında Türkiye’nin çalkantılı siyasi süreci, çıkmaza giren maddi sıkıntılar, özel yabancı okullara yapılan kısıtlayıcı düzenlemeler, öğrencilerin Amerika aleyhtarı eylemleri yüksek okulu kapanma noktasına getirdi. Bu noktada Mütevelli Heyeti Üyesi ve Milliyet Gazetesi Baş Yazarı Abdi İpekçi’nin okul hakkında yaptığı yazı dizisi oldukça faydalı oldu. Özellikle okuldan mezun olanların ABD’ye kapağı atıp, ülkesine fayda sağlamadıkları eleştirisini sayılarla çürüttü. O döneme kadar 2000 mezundan sadece 46 sı yurtdışına yerleşmişti. O dönemlerde bu sayı İstanbul Tıp Fakültesi’nde bile çok daha fazlaydı. Ayrıca okulda sadece varlıklı ailelerin çocukları eğitim görmüyordu. Öğrencilerin üçte biri maddi güçlükler nedeniyle okumakta zorluk çeken, ancak okulun verdiği burslarla öğrenim alan çocuklardı.

Yüz yılı aşkın bir süre Robert Koleji’ne bağlı olan üniversite, 1971 yılında Türkiye Devleti’ne bırakıldı ve Boğaziçi Üniversitesi ismini aldı. 20 Eylül 1971 yılında Türkiye’nin 9. Üniversitesi olarak eğitim yılına başladı.

Günümüzde pek çok gencin hayallerini süsleyen Üniversite, Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda en yüksek puanları alan öğrenciler tarafından tercih edilmektedir. Türkiye’nin en seçkin yüksek öğretim kurumu olarak araştırma ve eğitimde öncülüğünü sürdürüyor.158 yıllık bilim ve kültür geleneğini de yeni kuşaklara aktarıyor. 2019-2020 rakamlarına göre tam zamanlı 429 öğretim görevlisi, 811 idari personeli, lisans ve lisansüstü toplam 15.918 öğrencisi bulunan üniversitede 6 ana kampüs bulunmaktadır.

Genel bilgi aktarmaya çalıştığım Boğaziçi Üniversitesi, çok uzun yıllar sonra bir kez daha siyasi bir kararla çalkalandı. 2 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanan cumhurbaşkanı kararıyla rektörlüğüne Melih Bulu’nun getirilmesiyle, Bulu’nun geçmişte AK Parti’deki siyasi faaliyetleri ve Boğaziçi Üniversitesi dışından gelen ilk rektör olması nedeniyle, 4 Ocak 2021 itibariyle üniversite öğrencileri, akademik kadrosu ve sivil toplum kuruluşlarının da dahil olduğu taraflarca protestolar başladı. Öğrencilerin özellikle “Kayyum rektör istemiyoruz!” sesleri tüm Türkiye’de yankılandı. Cübbelerini giyen akademik kadro, her gün rektörlük binasına arkasını dönerek sessizce eylemlerini yaptı. Polis zaman zaman öğrencilere müdahale etti, bir kısmı evlerinden gözaltına alındı. Öğrenciler, iktidar tarafından top yekün terörist ilan edildi. Yine de öğrenciler ve akademik kadro protestolarından vazgeçmedi. Aşağıya bakmak yerine, ileriye bakmayı yeğledi.

Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji Genetik bölümü öğrencisi Bora ve Ekonomi bölümü öğrencisi Gözde ile hala devam eden öğrenci protestolarını daha iyi anlamak adına yaptığımız sohbetimizi sizlerle paylaşmak istedik.

2 Ocak 2021 Cumartesi günü Resmî Gazete’de Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne atanmış olduğu yayınlandıktan sonra öğrenciler tarafında neler oldu? Neye itiraz ediyor sunuz?

GÖZDE: Bu atamanın bir gece yarısı, pandemi sürecinden dolayı öğrenciler okulda değilken yapılmasının ne demek olduğunun farkına varmak biz öğrenciler için zor değildi. Bu atama tüm akademik bileşenlerin iradesine karşı yapıldığı için normal bir zamanda karşılarında verilecek tepkinin farkındaydılar. Öğrenci faktörünü olabildiğince elimine ederek tepkiyi küçültmek istediler fakat tüm Türkiye’nin gördüğü üzere işler çok da istedikleri gibi gitmedi.

BORA: Bizim ilk günden beri verdiğimiz tepkinin sebebi birçok kez belirttiğimiz gibi atanan kişinin kimliğinden bağımsız bir tepki. Bizim sorunumuz atanan kişi değil, atanma şekli. Üniversitenin hiçbir bileşeninin iradesine saygı duyulmadan yapılan bu atamayı biz öğrenciler olarak kabul etmiyoruz. Melih Bulu istifa etmeden, kayyumlar akademiyi terk etmeden bizim direnişimiz son bulmayacak.

Oturma eylemi ve yürüyüşler dışında oldukça yaratıcı öğrenci eylemlerine şahit olduk. Örneğin şu anda ilk aklıma gelen öğrencilerin rektörlük binasını mühürlemesi oldu. Okunan şiirlere, son ses çalınan Metallica şarkılarına, sergilere, çekilen halaylara, telefonla yapılan canlı yayınlarla bizler de şahit olduk. Bu eylemler kendiliğinden mi oluştu? 

BORA: Eylemler neredeyse hiçbir zaman kendiliğinden gerçekleşmedi. İnsiyatif alan öğrenciler eylem planlarıyla ilgilendi. Bu eylemler o sırada gündemde olan konularla ilgili olarak hızla geliştiriliyordu. Elbette gün içinde konuşulanlarla farklı eylem tipleri ortaya çıkıyordu ancak konser, sergi gibi eylemler insiyatif alan öğrenciler tarafından büyük çabalarla düzenlendi.

İlk eylemlerden hemen sonra bir grup öğrenci evlerinden alınarak gözaltına alındı. Hatta bazı öğrencilerden birkaç gün boyunca haber alınamadığı pek çok kez yakınları tarafından ifade edildi. Süreç içerisinde öğrenciler arasında giderek büyüyen bir dayanışma örneğini gözlemledik. Bu süreçleri biraz anlatıp, yorumlayabilir misiniz?

GÖZDE: Bu gözaltıların gözümüzü korkutmak için olduğu barizdi. Evlerinden gözaltına alınan öğrenciler hakkında herhangi bir delil olmadığı için sonraki günlerde hepsi serbest bırakıldı.

BORA: Öğrencilerin anlamsız suçlamalarla eminyetlerde, karakollarda ve hatta cezaevlerinde sürünmesi süreç boyunca da devam etti. Bu gözdağı hareketleri istedikleri korkuyu yaratmadı aksine belki de eyleme katılmayacak, daha apolitik bir çizgide duran, öğrencilerin dahi bu eylemlere katılmasını sağladı.

Protestolar sırasında açılan bir sergide yere atıldığı söylenen Kabe’li resim çalışması büyük tartışma yarattı. Tartışmalı Kabe resmi neden çizildi, ne anlatıyor?

GÖZDE: Bahsedilen resim, direniş için düzenlenen bir sergideki anonim 300 resimden biriydi. Resmi sergilemek için alana getiren arkadaşlarımızın bile, kimin yaptığına dair bir fikri yok. Gelen hiçbir eser sansürlenmedi, hepsi sergilendi. Resmin eser sahibi tarafından yazılan açıklamasında da görülebileceği üzere, herhangi bir tartışmaya konu olması tarafımızca çok üzücü, çünkü hem sanatın özgürlüğüne hem de çok renkliliğe inanan bir kitle olarak amaç asla böyle bir saldırı olamaz bizim için. @bounsergi hesabından konuyla alakalı ayrıntılı açıklamaya da ulaşabilirsiniz.

Bundan sonrası için nasıl bir yol haritasının faydalı olabileceğini düşünüyorsunuz?

BORA: Direniş kesinlikle belirli bir süre sonra kendi dinamiğini belirledi. Yorulanlar dönem dönem olsa da hepimiz direnmek ve davamızda ısrarcı olmak konusunda kararlıyız. Bir yol haritası kesin olarak çizilemeyecek belki ama önemli olanın vazgeçmemek olduğunu düşünüyoruz. yaklaşık yüz gündür olduğu gibi ama şu ama bu yöntemlerle direniş devam edecektir. Ne öğrencilerin ve akademisyenlerin ne de Boğaziçi Direnişi’ne destek olan kimsenin vazgeçme gibi bir niyeti yok diyebiliriz.

Hiç ciddiye alınmadığınızı düşündünüz mü?

GÖZDE: Ciddiye alınmadığımızı bir gün bile düşünmedik çünkü sürekli direnişi tahrik etmek ya da yıldırmak adına farklı eylemlerde bulunulduğunun farkındayız. Gerek okul içindeki kulüp kapatma, cinsiyetsiz tuvaletlere cinsiyet atama, sanat eseri yağmalama gibi olaylar, gerek se okul dışındaki asla sönümlenmeyen polis ablukası ve yandaş medya hedef göstermeleri bize bunu çok iyi şekilde gösteriyor.

BORA: Gözde’ye katılıyorum. Direniş kesinlikle karşı durduğumuz zihniyet tarafından ciddiye alınıyor. Varlığımız ve kararlılığımızın ciddi şekilde farkındalar ve rahatsızlık duyuyorlar.

Özlem Budak