“Şimdi pas pas yaptım, yine bastın Hayri Amca!” der demez temizlemeye başladı yeri Hatice. Sabah triko dükkanını açtığından beri elinden düşmemişti pas pas. Hayri Amca bir bir kazaklara baktı ve seçtiğini kasanın önüne koydu. Hediye paketlerini karıştırdı. Para uzattı. “Selim doğum günüm dedi, ona alıyorum, paketi güzel olsun.” Elindeki egzama ve yaraların pandemiden dolayı olduğunu öğrenen Hatice zaten huzursuzdu. Bir elinde dezenfektan, bir elinde pas pas müşterin peşinde gezer haldeydi. Bazı anlar sabrı tükeniyordu. Halbuki Selim’in doğum günü olmadığını biliyordu. “Bizi işletiyorlar” dedi. Suç işlermişçesine kendini dışarı atan sokağın Hayri Amca’sının düştüğü duruma neden olan komşu esnaflardan bir kaçı toplanmış, gülüşerek, zaman zaman da şamata edercesine eğleniyordu.
Hatice dışarı baktığında sokakta olan komşularla çeyizci Nihat’ın oğlu Selim’i gördü. “Hinlikleri hiç bitmez” dedi. Selim olduğu yerde durmazdı. Toplaşan üç beş esnaf veya sokaktan arkadaşı gördüğünde yanlarında biter, farkettirmeden enselerine, ayaklarının ucuna dokunur, insanı ne oldu dercesine etrafında fırfır döndürürdü. Hatice babalarının dostluklarını düşündü. Kendisine her zaman kızı gibi sahip çıkmıştı. Selim’de biraz uçarıydı işte, bilirdi art niyetinin olmadığını.
Okul tatil olduğunda arkadaşları oyuna, gezmeğe giderken, Hatice babasının triko dükkanında çalışırdı. Yerleri ufak olsa da yapılacak iş hiç bitmezdi. Kız kardeşiyle ilgilenir, annesinin dükkanda satmak için ördüğü çorap, kazak işlerine de yardımcı olurdu. Erken büyümüştü. Babasının gurur kaynağıydı, evde bir erkek çocuk olmalı diyen arkadaşlarına “siz halt etmişsiniz” diyerek örnek gösterirdi kızını. Hatice bu övgü sözlerini sevinse de, mahalledeki, okuldaki arkadaşlarını gördüğünde üzülür, onlarla olamayışından dolayı bir yanının eksik kaldığını sezerdi içten içe. Hele ki kendisine ilgi duyduğunu düşündüğü okul arkadaşı Rıdvan’ı gördüğünde bu duygu her şeyden baskın gelir, buna anlam veremese de içi içini kemirirdi. Beni gerçekten seviyor mu diye aklından geçirir, yanında olmayışını düşünmemeğe çalışsa da rahatsız olduğunu bir şekilde duyumsar, sonra kendisine, bu kıskançlık mı acaba diye sormadan edemezdi. Alıngan yapısı gözlerini yaşartır, silerken, her damlasıyla oluşan denizde duygusallığı artar, kendisini okul arkadaşlarıyla piknik yaparken bulurdu. İşte o zaman daha da bir canlanır, Rıdvan ile tutuşan ocağa çalı çırpı, dal parçası toplarken el ele koştuğunu, kekik, papatya kokusuyla kendinden geçtiğini hayal ederdi. Dükkana müşteri gelse de o rüyadan uyanmak istemez, deniz kenarında gömüldüğü kumun sıcaklığını hisseder veya hızla yüzdüğünü görürdü.
Babasının rahatsızlığı ve ani ölümü Hatice’yi şoke etti. Dükkanda eksilen malın yerine konması, müşteri ilişkisi, vergisi, kirasıyla karşılaşınca önceden ne kadar rahat olduğunu düşündü. Babasının üzüntüsünü işlerin yoğunluğunda hafif atlattığını gördü. Dükkana sahip çıkarsa babalarının huzur içinde uyuyacağını annesine, kardeşine ısrarla anlattı ve onları teselli etti. Annesi, akraba ve komşuların “kız başına dükkan senin neyine, karşına biri çıkar, evlenir, rahatına bakarsın” telkinlerine kulaklarını tıkadı. Kardeşi okulunda geri kalmamalı ve ona kendi eksikliğini yaşatmamalıydı. Ayrıca örgüleriyle katkıda bulunan annesinin yaşlılığını sorun etti. Arkadaşı Rıdvan’ın evlenme isteğini tüm sevgisine karşın, okulunu, geleceğini karartmağa hakkım yok diye düşünerek kabul etmedi. Zaman zaman uğradığında bıraktığı kitapları okudu, sakladı, en üstte Leyla Erbil’in Kalan romanı durmaktaydı. Kadın olma bilincine sahip oldukça kendisini daha güçlü hissetti.
Kardeşinin, ingilizce öğretmeni olacağına sevinen Hatice, atanamayacağını hiç düşünmemişti. Yine de memnundu, en azından kardeşi işlerine yardımcı oluyordu. Fakat tahmin edilemeyen pandemi koşullarının dayatması ve başlangıçta sezemediği sonuçları, yasaklar gündeme geldikçe, işler düştükçe kendini hissettirdi. Sokakta kafe market açılarak oluşan yeni şekillenişin içinde, eski esnaf komşuları da aynı durumdaydı. Belirsizlik yanında zor duruma düşenlerden bir çoğu dükkanlarına kepenk vuruyordu.
Pandeminin hızla yaygınlaşması, güvensizlik; zaten titiz olan Hatice’nin yapısını, virüsün temasına maruz kalacağını düşünmesiyle rahatsız edici boyuta ulaştırdı. Gelen bir iki müşteriye “uzak dur”, “almıyacaksan niye karıştırıyorsun”, “dokunma”, “değdin”, “yüzsüzlük bu yaptığın”, “müşteri haklıymış, kim söylediyse halt etmiş” vs. gibi sözler sarfeder haldeydi. Düştüğü rahatsız edici, zaman zaman gülünç durumunu farketse de kendini frenleyemiyordu.
Gelişen yeni durumu anlayamayan Selim, zaman zaman tepki alsa da hinliklerinin merkezinde hep Hatice vardı. Dükkana gönderdiği kız arkadaşı, o elbise bu elbise oldu mu diye uğraşırken, “kızın testi pozitif, dikkat et” deyince, dükkanı, müşteriyi bırakıp kaçtı Hatice. Komşuların gülüşüne anlam veremese, şaka dense de ertesi gün dükkanı dahi açmadı. Başka bir gün, “Ne olacak, Selim’in pandemi başladığından beri işlerin düştüğünden haberi yok ki, babası olunca keyfi yerinde,” dedi. “Ya size ne demeli.” Gülme krizi tutan komşuları karınlarını tutarak iki büklüm dükkanlarına dönmeye başlayınca, kendi de gülmeye başladı. Yılların komşuluğu vardı, bilirdi art niyetin olmadığını.
Uzun dönem yurt dışında olan Rıdvan, dükkana geldiğinde Hatice’yi gülerken gördü. Hakkında iyi haber almadığı için bu duruma sevindi ve gülümsedi. Hatice, “niye geldin?” der gibi baktı ve getirdiği hediyeyi açtı. Üzerinde “Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar 1954-1959-ve 1977’de son bir mektup-“ yazıyordu. Rıdvan: “Seni seviyorum, bırak yanında olayım” dedi. “Telefon ve mesajlarım cevapsız kaldı, nasıl bu kadar duyarsız oluyorsun?” Hatice kazakları düzeltirken bakış ve sözlerinde özensizlik hakimdi. Adeta zorluyordu kendini. “Şimdi dükkana müşteri gelir, lütfen gider misin?” Rıdvan aşkıydı onun, fakat uzaklaşırken bakmamaya çalıştı. Duyarsız deyişini hatırladı, önemsemedi. Bilirdi ölümüne sevdiğini, art niyetin olmadığını.
Hatice sabah dükkanı açtığında karşısında Selim’i gördü. Telaşlı ve Heyecanlıydı. “Hayri Amca” dedi, “on gün önce testi pozitifti, bu sabah kaybettik.” Hatice, “yine mi? Selim yeter! sağlıkla şaka olmaz” derken toplaşan komşuları gördü, hepsinin yüzünde hüzün vardı. Çok sevdiği bir yanının daha eksildiğini anladı. Gözlerindeki yaşı sildi. Söylediklerinden pişmanlık duydu, bilirdi art niyetin olmadığını.
Muhsin Başaldı