Isırmalı
Yolmalı
Koparmalı
Ölü zaten onlar.
Yeme artık tırnaklarını! Bak kanattın yine.
Ayhan abi, benim Cemil. Abi numarayı tanımadın tabii, annemin telefonundan arıyorum. Kusura bakma, kısık sesle konuşuyorum, dolanıp duruyor çünkü etrafımda… Tanımadığın numara olunca açmayabilirdin… Ama açtın abi, sağolasın. Kontörüm bitti, yenisini yükleyemedim de…
Tansiyon hapımı yutup yutmadığımı unuttum… Bugün ayın kaçıydı?
Abi corona çıkınca benim anketörlük işi de yattı, bişey kazandırdığı yoktu zaten. Boğaz tokluğuna Kadıköy sokaklarında it gibi süründüğümle kalıyordum. Daha önce sözünü etmiş miydim bilmiyorum, bu aralar bir iş kovalıyorum, ama asıl bomba bu değil, onu sonra anlatacağım. Yakında yine sokağa çıkma yasağı gelir diyorlar. Evden çalışmak için internet şart, ama iki ay fatura ödenmedi mi önce hızını yavaşlatıp, sonra tümden kesiyorlar, ev kirası var öte yandan, üç aydır ödeyemedim. Annemin haberi yok, başımın etini yemesin diye söylemedim ona.
Babanın mezarını yaptırsak artık oğlum, o sevdiği sarı sarmaşık güllerden diksek. Toprağı da iyice çöktü.
Abicim biliyorsun ben borcuma sadığımdır, amma velakin tuttuğum dallar bir bir kırıldı. Kamikaze Ozalitin batması sonun başlangıcı oldu, sonra diğer belalar sökün etti. Devasa baskı makinalarının başında, akşama kadar durup dinlenmeksizin çalışmak vardı ya abi!… Şimdi diyorum ki; ah olsa da yine çalışsam. Makinaların toner kokusunu, sabahlara dek kulaklarımda çınlayan gürültüsünü bile özledim. Yemin ederim rüyama giriyor, millet uykusundan sıcak ekmek kokusu ile uyanır, ben toner kokusuyla. Yalan yok, özlüyorum o kokuyu abi.
Babanın hasta yatağını giriş kattaki komşuya verdim, oğlu için. Nasıl sevindi anlatamam.
Ayhan abi Olga’yla ayrıldık, dönüşü yok bu seferki ayrılığın. Sesimi azıcık yükselttim diye telefonu yüzüme kapattı, o gün bu gündür öldür allah açmıyor abi. Başka bir numaradan arasam bile, Türkiye kodunu görünce hemen engelliyor, kara listeye alıyor. Son görüşmemizde çat pat ingilizcemle özür dilememe fırsat vermedi, tıkadı ağzıma lafımı.
Oğlum ayakkabılığın askısında diktiğim maskelerden var, dışarı çıkarken almayı unutma.
Abi coronadan hemen önce ex sevgilimin memleketine, Prag’a gitmiştim… Söz, nişan falan olur diye tedbirli olayım dedim, Kamikaze Ozalitte aylarca çalışıp biriktirdiğim iki bin Euro’yu da cüzdanıma koydum, yanımda ayrıca kuyumcu bir arkadaşımdan satın aldığım, taşı küçük de olsa sahici pırlantadan bir yüzük var. Yol boyunca sık sık elimi cebime atıp yokluyorum yerinde mi diye. Neyse Olga’nın tarifi üzerine, önceden parasını ödediğim ucuz yollu hostelime yerleşeceğim, akşam da kavuşacağım sevgilime. Sabırsızlanıyorum, içim kıpır kıpır… Hülyalı, rüya gibi, ne güzel bir gün bugün diyorum içimden… Havaalanında paramın bir kısmıyla Çek Kronu, sonra da haftalık şehir içi ulaşım kartımı alıyor, otobüs durağına yöneliyorum.
Benim yasak başlamadan çıkıp biraz hava almalı, hem bacaklarım açılır, tutuldum kaldım evde.
Abi ben otobüsün basamaklarını tırmanırken sol yanımda biri beliriyor. Neyin nesidir, meczup mudur, hapçı mıdır, yoksa sadece işine yetişmeye çalışan biri midir, bilemiyorum. Diyorum ki bu hatun herkes gibi sıraya girip sağdan bineceğine, neden soldan biniyor, bu ne telaş?… Neyse bu kahverengi ekose desenli şalı, acı kahve fötr şapkası olan kadından böğrüme sert bir darbe yiyorum… Ancak bende tıs yok… Anlamıyorum ki başıma geleni… Ne cüzdanımı ne de yüzüğü yoklamayı akıl edemiyorum, neredeyse özür dileyeceğim böğrüme yumruk yediğim kadından. O denli bir çekingenlik, utangaçlık hatta eziklik hali, inanılır gibi değil. Uzatmayayım canım abicim, kadın kaşla göz arasında çarpmış beni, cüzdanım gitmiş, param kartlarım herşeyim gitmiş. Feryat figan ettim ama nafile, dımdızlak kaldım orada. Allahtan pasaportum, telefonum, şehir içi ulaşım kartım yanımda. Bir hafta aç kalmakla kimse ölmez dedim içimden.
Nenemin bu fotoğrafını sen mi büyütmüştün oğlum? Ne iyi yapmışsın. Ah nenem! Katarakt nasıl da çökmüş gözlerine. Göz bebeklerinin üzeri ak ak.
Cüzdan gitmişti ama yüzük yerinde duruyordu, benimle birlikte buraya bile döndü. Olga’yla en şiddetli kavgamızı ettiğimiz gün Karl köprüsündeydik, yüzüğü parmağından çıkardı, avucuma koydu, üzülmüş gibi görünmüyordu, daha çok rahatlamış bir yüz ifadesi vardı. Gücenmiştim, yüzüğü nehre atmamak için kendimi zor tuttum, iyi ki de atmamışım. Dönünce kuyumcu arkadaşa geri verdim de ödediğim parayı kurtarabildim.
Nenemin gözleri maviydi biliyor musun?
Abi şoför otobüsü ana istasyonlardan birine çekti, sinir krizinden mi soğuktan mıdır bilmem, orada yarım saat titreyerek bekledim. Sonunda iki polis geldi, elimi kolumu sallayarak olayı anlatmaya çalıştım, tutanak tuttular, imzaladım. Bavulum, sırt çantam, yanımda neyim varsa onlarla fotoğrafımı çekmemi ve kendilerine mail atmamı istediler.
Oğlum kalk dolaş biraz, yapıştın kaldın o masaya.
Neyse hostele yerleştim, akşam sekiz gibi de Olga’nın evine gittim, aile başta iyi karşıladı. Küçücük nohut oda bakla sofa bir evde yaşıyordu ex manitam. Mecburen soyulduğumu anlattım. Nasıl anlatmayayım, süt dökmüş kedi gibiydim, dokunsalar ağlayacağım, herşey tamam yanağımda bir gözyaşı eksik. Mahsun öfkeli tutuk, karma karışık ruh halim yüzümden okunuyor olmalıydı, gecenin sonunda olumlu bir izlenim bırakamadığımı anlamıştım. Annesi ve babası memnuniyetsizliklerini açıkça belli etmişlerdi. Evden ayrılırken babası elime beş yüz kron tutuşturdu, almadım, kartlarımdan biri kalmış cebimde dedim, o anda aklıma gelen ilk beyaz yalan buydu. Hostele dönüş yolunda, yerde beş yüz kron buldum, o zaman “gör allahım bu garip kulunu”, diye dua ettim. Olur mu olur, belki kalan para da geri dönerdi, ya da bir anda yankesicimle karşılaşır, büküverirdim o sefil hırsızın bileğini. İşin aslı orada geçirdiğim bir hafta boyunca hep onu aradı gözlerim… her köşe başında… her sokak arasında… her acı kahve şapkanın altında…
Makbule Hanım kocasının mezarını Afyon mermerinden yaptırmış, mermercinin kartını bıraktı, masada… bakarsın bir ara…
Yolda bulduğum para ilk günden suyunu çekti, sonraki günlerde Olga ödedi hesabı. Alışmamışız tabii, küçüldüm küçüldüm tarla faresi gibi kaldım kızın karşısında. Hostelde gece gördüğüm kabuslarla sabahı zor ediyordum. Uykuya dalarken nöbet geçiriyormuşum gibi bedenimi ateş basıyor, yediğim yumruğun keskin acısı böğrüme yeniden saplanıyor, yankesicimin sureti gözümün önünde beliriyordu. Aslında onu gördüğümden bile emin değildim. Polisler sorduğunda yüzünü seçemediğimi söylemiştim. Ancak zihnimde biçtiğim yüz her geçen gün daha bir belirginleşiyordu. Keskin hatlar, kabuk bağlayıp pul pul kalkmış incecik mor dudaklar, çenede kalınlaşan kızıl tüylerle kaplı, çiçek bozuğu kupkuru surat, kırışık boğum boğum bir boyun, alında ve dudağın iki yanında derin çizgiler. Sabahları gün ağarmadan kan ter içinde ve yorgun uyanıyordum. Altı torbalanmış gözlerimi, uykusuz suratımı insan içine çıkılır hale sokmak için, buz gibi duşun altına giriyordum.
Bugün bütün kapı kollarını, musluk başlarını çamaşır sulu suyla ovdum.
Parasız kalınca, Kafka müzesine gitmek de hayal oldu. Edebiyatla aram pek iyi değil ama lisedeyken okuduğum Dönüşüm‘den etkilenmiştim. Olga’yla akşamları, o işten çıktığında buluşuyorduk. O zamana dek sokaklarda parklarda kiliselerde, bedava neresi varsa orada amaçsızca, ağzımda acı bir tatla dolanıp duruyordum, midem iyi değildi, feci yanıyordu. Abi Prag’ın dilencilerine bile imrendiğimi, orada kendimi dilencilerden daha şanssız hissettiğimi söylesem inanır mısın? Yüzleri dingin, huzur doluydu. Hepsinin yanında muhakkak evcil birer hayvanı, birbirinden güzel köpekleri vardı. Karl Köprüsünde birlikte güneşleniyorlardı. Kimisi uzanmış yatıyor, kimisi baygın bakışlarla gelen geçeni izliyordu. Yalnız oraların dilencisi çok yalnız abi, köpekleri olmasa ne yaparlar diye düşünmeden de edemedim.
Tarhanamız erken bitti, ablana da pay edince… Bu yaz daha çok yapmalı, salça da yapmalı.
Aşkımın peşinden gittiğim Prag’ta, Gregor Samsa gibi tepe taklak oldum. Kısmette bunu da yaşamak varmış. Olga defteri Samsa Cemil için bir daha açılmamak üzere kapandı. Ne bileyim, parayı da kaptırınca modum düştü galiba, kız bilgisayar ekranından tanıdığı Cemil’i bulamadı karşısında. Aşk şehri Prag, kardeşin Cemil için hüzün şehri oldu, gitmem bir daha oralara. Hem aşk meşk düşünecek halde değilim artık, tükendim. Bu koca hamam böceğinin yüzükoyun dönmesi, ayakları üzerinde yeniden doğrulup yürümesi lazım. Ama nasıl?…
Süpürgenin içini iyice temizledim ama takarken zorlanıyorum, eskisini takmak daha kolaydı.
Senin kulağın deliktir abi, bu bitcoin işinde iyi para var diyorlar. Geçti mi diyorsun onun devri, yükünü tutan tuttu diyorsun yani, doğrudur abi. Ah biraz param olsa, neler yapardım! Aklımda delice fikirler. Yüksekokuldan bir arkadaşa uğradım geçenlerde, ‘bizde de yok abi, zordayız, her gün birkaç elemanın işine son veriyoruz’ diyor. Çocuk benden aldığı notlarla okulu bitirdi, şimdi ben ondan iş dileniyorum. Hayat mı bu be!
Sağlık ocağına sokmuyorlar artık. Kapıdaki görevliye anlatıyorsun derdini, o da doktora anlatıyor senin derdini.
Ah be abim, bizim varoşun dibinde bir avm var, duymuşsundur, bilboardlarda haftalarca reklamı yapılmıştı. Oradaki lüks bir erkek giyim mağazasına iş başvurusu için gittim, hani damat kıyafetleriyle nam salmış olana, tezgahtar arıyorlarmış. Olga’yla online sitesinden damatlık bile bakmıştık bir zamanlar, neyse geçti gitti, açmayayım o mevzuyu, acıtıyor. Girdim mağazaya, ben yaşlarda bir tezgahtarın ardına düştüm, müdürün yanına gidiyoruz. Beni bir gülme aldı, kendimi tutamıyorum. Abi nedir bu bizim jenerasyondaki metroseksüel, çıtkırıldım haller, kibirli tafralı yapmacık duruş, ağdalı dil… Aldığın maaş sattığın damatlığın pantolonuna yetmiyor, onu ne yapacağız…
Abdestimi almaya gidiyorum, ikindi yaklaşıyor.
Sabah dokuzdan önce mağazayı temizleyip aç dedi, sonra da akşama kadar dolap beygiri gibi atölye mağaza depo arasında dön dur. Hayat mı bu Ayhan Abi?
İrmik kavurayım mı oğlum? Seversin sen irmik helvasını, baban da severdi… canına değsin.
Abi yıllardır bu şehirde, çöplükte eşelenir gibi eşeleniyorum, elde var sıfır, böyle nereye kadar… Babamdan kalan epeyce tarla var köyde, çekip gideyim diyorum, yol ayrımındayım aslında, gitmekle kalmak arasında bir yerlerde, herşey senin ağzından çıkacak birkaç kelimeye bağlı.
Çam fıstığı koyamıyorum oğlum, malum çok yükseldi fiyatı. Yer fıstıklı yapsam yer misin?
Abicim söz veriyorum seni üzmeyeceğim. Çok büyük bir meblağ değil istediğim, bir yıla kalmadan da öderim borcumu. Ceviz ağacı dikeceğim. Koydum kafama, iyi mahsul veriyormuş bizim oralarda. Cevizler olana kadar da enginar, çilek… Asıl tütünde de iyi para vardı ama sarma sigara yasağı çıktı…
Anlıyorum abi, sağlık olsun… Piyasa hepimizi vurdu tabii. Sağlıcakla kal.
Oğlum kapıda iki adam var, icra memuruyuz diyorlar.
Oya Kaya
Oyacım yüreğine sağlık yine harika bir öykü.Annenin ve delikanlının aynı andaki dertlerini bu şekilde sıralaman hikayeye etkileyici bir boyut katmış asıl konuyu güçlendirmiş ve iki ayrı hikaye gibi olmuş.bayıldım.
BeğenLiked by 1 kişi
Cok teşekkür ederim Yasemincim, bu güzel yorumunu okumak mutluluk verici. Sevgilerimle.
BeğenBeğen