Gecelerden bir gece bir düş gördüm. Bir varmış, bir yokmuş misali beliriverdi zihnimin penceresinde, el değmemiş güzellikte bir orman. Elimi uzattım, yakındı, ama bir o kadar da uzak. O güne dek hiç duymadığım bir lisanda söylenen büyüleyici musıki kanatlandırdı beni. Bir tüy yumuşaklığında süzülüverdim ışık denizinin üzerinden koyu yeşil vadiye. Gökte ay yıldız, yerde bir bozkurt, denizde batan güneş selam durdu parmak uçlarımı değdirirken yere. İnanmayan gözlerle bakarken etrafıma; an be an yaklaştıkça yeşilin her tonuyla yeşillenerek üzerime gelen o büyülü musıkinin sesi, sıcak şefkatli sevgisi sardı her yanımı, derken mavinin her tonunu üzerine sürerek damladığı her yere yeni bir can katan suyun sihri gelip kutsadı beni. Sonsuzluğun ötesinden kayan iki yıldız gelip önümde önce toprağa, sonra suya iniverdi olanca haşmetiyle. O an her şey durdu, zaman durdu, ben durdum, sonsuz bir sessizlik gelip kuruluverdi her şeyin ortasında bir yere, göz açıp kapayıncaya dek. Sonrasında zaman aktı, ben aktım, toprakla su birleşti, çağlayan oldu evrene aktı. İki ayrı uzak yerden iki parlak yıldız geldi alnıma aktı, içime aktı, içimden dışıma, dışımdan içime sonsuz bir döngüyle aka kaldı, ben baka kaldım. Yeşil yeşillendi, mavi mavilendi, bildiğim evren küçüldü, yok oldu, bilmediğim evren genişledi, çok oldu, çoğaldı, gönlüme doldu. Önümde açılan evren, yaşadığımı sandığım çölden sonsuz genişti, yeniden bir dünyaya geliş, yeniden dirilişti.
Sordum sarı çiçeğe “Nerdeyim, ben kimleyim”
Çiçek eydür Ayşen kardeş, sen Mayıs’tan içre,
Hızır’dan İlyas’dan hediyesin bu aleme.
Hızır İlyas gecesinin misafirisin
Mayıs’ın 6’sının öncesinde.
Şimdi var git göz gezdir aleme, denizdeki yakamozlar yol göstersin sana, yıldızlar aydınlatsın geleceğini. Ab-ı hayat inanmaktır, inanıp yaratılana sevgi ve saygı duymaktır. Sev ki sevilesin, sev ki büyüyesin… sözleri çınlarken birden uyanıverdim, düşler diyarından eflatun renkli bir güne. Gözlerimde hülyalı bir bakış, içimde geride bıraktıklarımın özlemi ve bilmeden bilmenin arifliğiyle. Öylece duruverdim bir an için sessizce. Sessizliğimi bozan kıpır kıpır kıpırdanan hışırtılar ve fısıltılardı, dalga dalga vururcasına pencereme. Sersemlemiş bir halde kalkıp, bu gece için özel olarak yeşil yapraklı çiçeklerle sarıp sarmaladığım ve yarı açık bıraktığım penceremde, usul usul dalgalanan leylak rengi bulutu çekip göz önümden, aşağıda usul usul salınan yeşil denize baktım, önümde açılan mavi gökyüzüne inat…
Bahçeydi kıpır kıpır olan, bugün Hıdırellez‘di. Elbette canlı ve heyecanlıydılar. Ziyaretçileri vardı, geceden ümitlerini emanet bırakan. Fısıl fısıl haberleşiyorlardı aralarında, kulak verdim onlara: “Bak, bak şu komşu kızı Sevda’yı görüyor musun, etrafına tedirgin gözlerle bakarak, geceden “Hızır ile İlyas’ın denizde buluştuğu gibi beni de tez zamanda dileğimle buluştur” diye niyet ederek, kırmızı kurdela ile şu kırmızı gülün dalına bağladığı dilek kesesini, nasıl da gülün dikenini incitmeden almakta sessizce. Aklı gönlünü kaptırdığı vefasız doktorda. Ah bir gerçekleşse dileği.
Bahçenin öbür köşesinde ise alt komşumuz Saniye teyze; yine geceden bordo renkli gül fidanının dibine bıraktığı ve içine, mahallemizin bekar yedi kızının yedi evin çeşmesinden su katıp, yüzüktü, küpeydi içine attıkları ve ağzını yemeni ile kapatarak asma kilitle kilitledikleri toprak niyet çömleğini almakla meşgul.
Tam da o sırada gördü beni Saniye teyzem, kızım hala ayılmadın mı, bugün 6 Mayıs. Geç kalma, nereye astın sen dileğini? Pencereden sarkarak, benim dileğim gerçekleşti bile dedim ve kocaman bir gülücük attım ona. Kalkıp aşağıya, bahçeye indim sonra. Baktım, her yer bembeyazdı, sanırsınız kar yağmış Mayıs ayında. Herkes dileğini bir beyaz kağıda yazmış, bazısı resmini çizmiş, bırakmış toprağın üstüne birer tohum gibi. Hızır İlyas’ın eli değecek, o tohum yeşerecek, dilekler gerçekleşecek çünkü.
Bir telaştır başladı sonrasında, rüyasında evleneceği kişiyi görmek için geceden bol bol tuzlu yiyip, su içmeden yatan komşu kızları Sevinç, Mehtap ve ikizler Çemenzar ile Nihal, annelerine çaktırmadan birbirine sana kim altın tastan su verdi? diye sorarken, toprağa taşlarla yaptıkları niyetleri bozulmasın diye gül dalına asılı niyetlerini almaya gelenlere söylenenler… derken tatlı telaş, uğultu halinde sardı evreni.
Üst komşunun ikiz kızları Nesrin ve Zerrin’se gül dalına astıkları ve birbirine bağlanmış iki adet yüzüğü bulma derdinde, o kargaşada yere düştü herhalde. “Kısmetimle beni tez zamanda buluştur, hayırlısı ile evleneyim” dedik ama şansa bak, galiba bu sene kısmet değil bize evlilik diyerek üzülen Nesrin’in aksine, Zerrin olur mu hiç, baksana Hızır değmiş ki dala, yüzük çıkmış yola, oluyor bu iş saçmalama diye sevinçten uçmakta. Anaları Zehra teyze ise geceden pencere önüne bıraktığı süt mayalanmış mı diye bakıyor, çiğ taneleri mayalarsa o yıl bereketli olurmuş diyor, yüzü güldüğüne göre hadi hayırlısı.
Acaba Mahinur teyze mi bıraktı şu çam ağacının dibine, uçup otların arasında kaybolmuş fotoğrafı. Uçları yıpranmış fotoğraftan, eskilerden kalma yakışıklı bir esmer adam göz kırpmakta. Hiç de belli etmez oysa evlenmek istediğini, eski ve unutulmaz bir ilk aşkım var der durur yıllardır. Kim bilir, belki de ona nasip olur. Ondan yana kullanayım bu seneki dileğimi o zaman, aşıklar kavuşmalı en sonunda. Hızır İlyas duy sesimi, Mahinur teyzemin gönlündeki kavuştur ona, hakkıdır bunca yıldan sonra. Amin dedikten sonra daha kahvaltı bile etmeden, gün ağarmadan bir su kenarına gidip dilekleri bırakmak var sırada. Hızır ile İlyas, toprak ile su birleşmeli çünkü. Bütün kızlar bir de Hıdırların Haydar, dileklerimizi dürdük büktük, “İstemem bi şey, olsun 2 göz odası ve bir de salonu” ya da “Ya Hızır, bu yıl gör beni” “Benimki yeşil gözlü olsun bir de esmer” dilekleriyle hazırlandık gitmeye.
Şurdaki de İbir’lerin Hasan amca olmalı. Maşallah o zaten hep sabah erken kalkar, bu sabah da daha bir erken kalkmış sanki, baktım karınca yuvalarının üstündeki toprakları, yuvayı bozmadan, dağıtmadan kenardan kenardan toplayıp bir keseye koyuyor. Bir yandan da bıdı bıdı sessizce “Halil İbrahim bereketi üzerime olsun” deyip duruyor.
Hızır İlyas gününde Halil İbrahim de nerden çıktı diyecektim, vazgeçtim, hepsi de bereketle ilgili ne de olsa. Biri diğerinden farklı değil ki! Allah kabul etsin dedim içimden, yeter ki bozulmasın yuvalar. Bakkalın Mehmet ise, olanca çevikliğinde çam ağacının dalına astığı kesenin içindeki bozuk paraları cüzdanına aktarmakla meşgul. Bir yandan da fısır fısır bereket olsun, bereket olsun deyip durmakta.

Nişanlısının gönderdiği Hıdırellez Kurbanı‘nı kestirmemiş Canik kız, üzerine asılan hediyelerle süslenen kınalı koç’u kestirmem de kestirmem diye ağlamış durmuş bütün gece. Eeee yemeğe gelenlere ne çıkaracaklar, malum çeyizlikler sergilenecek bir yandan da. Hediyeleri ile gelmeden misafirler, Cavit amca ile Ahmet dayı çoktan kasabanın yolunu tutmuş bile. Neymiş efendim damadın gönderdiği olmasa bile, baharın ilk günü kuzu eti yenmeliymiş, şifaymış. Şifa olmasına şifadır da, yazık değil mi o canlara? Hızır İlyas ister miydi bugün bir canlının can verişini demek istedim ama onca yerleşmiş geleneği ben nasıl kaldırabilirim ki bir anda! Ama yılmak yok, hiç vazgeçmeden canlıya saygıyı, doğaya saygıyı anlatacağım herkese. Bir gün, evet bir gün gerçekleşecek bu dileğim.

Neyse efendim sonunda dilek ritüellerinin ilk aşaması bitti böylece, deniz bize uzak olsa da, köyümüzün bitiminde yılanvari biçimde kıvrım kıvrım kıvrılan Cüneyt çayı‘na gittik, dürüp büktüğümüz kağıtları yavaşça sulara, dileklerimizi İlyas A.S.’a emanet ettikten sonra (derler ki bükülmüş kağıt suda açılınca Hızır ile İlyas A.S. daha çabuk görürmüş yazılanları) güle oynaya eve döndük, içimizde binbir umutla. Bir de boş şişeye yedi ayrı dalgadan yedi su doldurulması vardı ama, acep nehrin coşkuyla akan suları kabul olunur mu bilemedik, yine de doldurduk rengarenk plastik bidonlarımızı ve dönünce köyümüzün, evimizin etrafına serptik mutluluk niyetiyle. Sonuçta niyet değil midir önemli olan? Sırada evin bütün pencerelerini baharın güzelliğine açış vardı elbette. Büyüklerimiz bilirler, bize de öğrettiler elbet, öğlene doğru içi su dolu bir ibrik, leğen ve temiz havlu banyoya konmalı, bir odaya da seccade serilmelidir çabucacık. Masa kuş sütü eksik misali donatılmalı, öğlen ezanına yakın evin kapısı, penceresi açılıp dışarı çıkılmalı, Hızır İlyas A.S.lar beklenip, duası alınmalıdır.
Öğlene kadar olan bu ritüeldeki en heyecanlı olay ise tabii ki genç kızlar için hazırlanan çeyiz sandıklarının kapağının açılmasıdır. Açılsın ki eve bereket dolsun, bekar kızlar evlensin. Yiyecek kapları, dolapların, cüzdanların ağızları açık bırakılır sonra. Temizlik yapılmaz o gün, un elenmez, dikiş dikilmez, ekmek yapılmaz, makas açılmaz, elle tutulmaz. Hatçe kadın, dur şurada ekmek yoğurmuştum, meydandaki fırında pişiriveriyim diyen Mehmet dayının kızı Belkıs’ı, naptın yenge olur mu hiç bugün iş miş, bırak mayalansın, hem daha iyi kabarır, ikindi geçsin pişirirsin diye uyardı iki lafın arasında. Bunlar kulağa küpe elbette, başka nasıl öğretilecek gelenekler, aklı bir karış havada gençlere.

Şehirlerde yapılamasa da bizimki gibi kasabalarda, köylerde bu eğlenceli törenleri gerçekleştirmek daha kolay elbette. Neyse efendim, her ritül gerçekleştirildikten sonra geceden hazırlanan Dilek Çömleği’ne geldi sıra. Karagür köyünün orta yerine toplandık hep birlikte. Balıkesir’in Sındırgı ilçesine bağlı köyümüze Karagür denmiş denmesine de adıyla hiç alakası yok, maşallah her yer yemyeşil, Cavit amcamın bahçesi ise bir başka yeşil. Meydanın tam da ortasında imece usulü yapılan ekmek fırını. Köyün en bilgesi, Balıkesirli Havva teyze, minicik boyuyla, saçında yaşmak, üstünde göğüs altına kadar çektiği yeşil mor çiçekli şalvarı ve mor cepkeniyle çıktı ortaya. Başladı mani okumaya.
“Geline bak geline
Kına yakmış eline
Yârim kurban olayım
Saçının her teline.”
Bir yandan mani okurken, bir yandan da kısmeti bir türlü çıkmayan kızların başında çömleğin kilidini açmakta. Hasan Efendinin küçük torunu da elini çömleğe daldırıp takıları çıkarmakta. Havva Kadının her çıkan takıya söylediği mani, takı sahibinin niyetine cevap olmakta.
Yemeninin yeşili
Sil gözünün yaşını
Bana müjdeler olsun
Şimdi buldum eşimi.
Utangaç bir gülümseme parladı kırmızı sarı sardunyalı taşlığın köşesinden. “Ah Sevda ah, kaç senedir bekliyorsun sen bu oğlanı?” Kızın annesi Mesrure hanım teyze, umutla ellerini kaldırmış dua ediyor. “Hadi gözün aydın Sevda kız, seni istemeye geliyorlar desene” Merkez Amca öldü öleli, kızını baş göz etmek tek derdi. “Ah bir evlense!”
“Çekmecenin kilidi
Üstünde güller bürüdü
Sen orada ben burda
Olan ömrüm çürüdü.”
Bir ah çekti Fatma kız, başını öne eğerken, içim acıdı vallahi…“Kızım senin işin yaş, daha bekle dur gurbettekini sen.” Servet hanım teyzeyle Fethiye hanım manalı manalı baktılar birbirlerine. “Vah vah, kız çürüyüp gidecek bu yaşta beklemekten”
“İndim çeşme akmıyor,
Yar yüzüme bakmıyor,
Hep çiçekler açılmış,
Yarim gibi kokmuyor.”
“Kim bu velet bakayım, karıştırmış dileğini kızlarınkine, kim ha kim?” Kikir kikir gülüşmeler sararken etrafı, Mustafa oğlan sıvışıverdi ortalıktan, İrem kız ise mahçup mahçup iğne oyasıyla oyalanmakta. İbirlerin Hatice anladı oğlunun hinliğini, kenardan kenardan seyirtti, peşinden gitti. Desenize başı ağrıyacak Mustafa’nın şimdi.
“Yemenim turalıdır,
Kenarı oymalıdır,
Dostlara haber verin,
Sevdiğim buralıdır”
“Bak sen, bu Hıdırellez’de erkekler pek de cesaretlenmiş bakıyorum, kırarım bacaklarınızı veletler, kızların niyetine ne parmak bakem?” Herkes bilir Tuzlukçu köyünden Orhan’ın Ayşe’ye yanık olduğunu. Her fırsatta dile getirir getirmesine de, babası Mehmet Emmi’nin niyeti pek yoktur Ayşe’den yana. “Hadi hayırlısı” dedik hep birlikte, gün ola devran döne.
Sonrası daha eğlenceliydi elbet. Evlenmek isteyen genç kızlar ki bu yıl üç kız çıkmıştı meydane, Ayşe, Zerrin ve Nesrin, meydane dediysem, lafın gelişi elbette. Kendilerini belli etmeden, kıbleye bakan dokuz komşu kapısını çalmak için koşturmak zorundalar. Sözde, efendim öyle yaparlarsa o yıl kısmetleri açılırmış, eee nenemgiller öyle demiş, onlar dediyse doğrudur gari. Saçları başları bir o yana, bir bu yana sallanır, çiçekli yemenileri ellerinde bahçe kapılarını çalıp çalıp kaçıverirken onların haline bakıp bakıp gülmemenin imkanı yoktu elbette. Bir de üstüne “beyaz kelebek” görebilirlerse değmeyin keyiflerine, beyaz kelebek de neymiş demeyin, görenin hem kısmeti hem de şansı açılırmış.
Ama yanılıp da sadece evlenmekle ilgili sanmayın bu günü. Sonuçta ben de bekarım ya, ondandır bu kadar bahsetmem. Yoksa neler neler yapılmaz bu günde. Mesela boyu kısa olan çocuklar yandı gülüm keten helva misali, o gün başlarına oklava yemekten kurtulamazlar, çünkü demiş ki büyüklerimiz, eğer Hıdırellezde başlarına bir oklava ile vurulursa o yıl içinde boyları uzarmış, valla bu işte bir hınzırlık va ama hadi neyse, biz iyiye yoralım, onlar da sopa yedikleriyle kalsın. Allahtan boyu atmayan iki velet kaldı köyde sadece, onların da daha yaşı küçük, bu sene sopa bahsi yok neyse ki.
Ağaç altlarına kurulan sofralarda yemekler yendikten, kuzular, oğlaklar da lüpletildikten sonra sıra geldi 40 ayrı çiçekten alınan yeşil yapraklar, bir kaptaki suya atılıp kaynatılmaya. Hıdırellez günü Hızır İlyas şerefine sözde hiç bir çiçek, yeşillik koparılmaz ama tazecik, körpecik kopartılan bu yapraklardan elde edilen bu su ile 40 gün yıkanılırsa yıkananların gençleşip güzelleşileceğine inanılır bizim köyde. O yüzden köyün tarlada çapa yapmaktan, gün doğmadan erkenden kalkıp zeytin toplamaya gitmekten, ot toplamaktan ciltleri buruş buruş olmuş, yol yol derin kazılmış kadınları başta olmak üzere bütün ahali toplandık kara kazanların başına, hepimiz elimizdeki su küplerine doldurabildiğimizce şifalı sudan almaya. En çok da 86 yaşındaki bıcı bıcı nene, Dudu kadına güldük ya neyse, o da girmiş sıraya. Sorarsan torunu Fatoş için beklemekte. Bir yandan da kınalar hazırlandı bir köşede, öyle eskisi gibi her tarafını kınaya boyamak yok artık, hepimiz avuç içlerimize ya çiçek ya kalp şeklinde kınalar yaktık, oturduk bir köşeye.



İkindiye geldiğinde saatler, sanmayın ki burda bitti eğlencemiz, elbette bu kadarla kalmadı, en çılgıncası başladı yavaştan. Şarkılar, türküler söyleyerek toplandık orta yere. Hıdırellez ateşi yanmadan gün biter mi! Odunlar üst üste dizildi, koca bir ateş yakıldı köy meydanının orta yerine. Sonrası, işte sonrası tam bir curcuna. Biraz korku, biraz heyecan çokça da umutla üçer kez atladık üstünden, mühürledik dileğimizi ateşle. Sonrası azıcık yorgunluk, çokça mutluluk ve umut. Daha ne olsun.
Artık gece yaklaşmış, gölgeler inmiştir yere. Hepimiz kolkola dönerken evlerimize, bir şekilde yoldan gelip geçendedir gözlerimiz. Ola ki birine rastlarız, ola ki Hızır A.S. olur o da. Biliriz çünkü o gün Hızır A.S. yeşil olan, mutlu olan insanların arasında gezermiş. Evinin, penceresinin etrafında yeşillik olan yerlere uğrar, gül dalının dibine bırakılan dilekleri okur, gerçekleştirirmiş. Bazen de herhangi bir surette belirip senden bir şey istermiş. Verirsen ne mutlu sana, dileğin olacak demekmiş. Belirdiği gibi de kayboluverirmiş ama. O zaman anlarmışsın onun geldiğini. O yüzdendir Hızır A.S.a rastlar mıyım, bana eli değer mi? diye diye pür dikkat bakmamız etrafımıza.
Çok az kişini bildiği bir sırrı paylaşayım mı sizlerle? Hızır A.S.ın küçük parmağının kemiksiz olduğu söylenmekte. Doğruluğunu bilmem, gittim geldim düşler alemine ama sonuçta eli elime değmedi. Düş müydü gerçek miydi derken sadece kalbi kalbime değdi. Bir yıldız kaymasında geldi, bir yıldız kaymasıyla gitti. Sadece Hızır değildi elbet, suların sahibi İlyas da girdi kalbime, ben ki suya aşık, ben ki onsuz yapamayan, yüce yaratandan sonra, İlyas’tır Hızır’la birlikte beni yaşatan, toprak ve su, su ile toprak…. Bir Başak gibi toprakta yeşeren, su ile büyüyen, olunca başını eğen.
– AYŞEN CUMHUR ÖZKAYA –
Her 5 Mayıs gecesinde gül dibi ritüellerimizi nasıl unutabilirim. Ama bilmediğim daha niceleri varmış. Teşekkürler.
BeğenBeğen
Sevgili Ayşen
Kalemine yüreğine sağlık okurken sanki bir pastoral yağlıboya tabloya bakıyormuşum gibi hissettim. Dantel gibi ince ince anlatmışın. Ayrıca Hıdırellez ritüellerini ne güzel bir hikayenin içine nakşetmişsin söz uçar yazı kalır gelecek nesiller okuyunca böyle bir ritüel varmış diyecekler. Kutlarım seni zaten kaleminin güçlü olduğunu biliyordum eğitimle bu daha da güçlenmiş. Bu arada bizimle ilgili bölümde kahkahalar attım bizi de unutmamışsın teşekkürler ☺️
BeğenBeğen
Çok teşekkürler arkadaşım. Sizlerin görüşü benim için önemli. Hayatıma değer katan arkadaşlarımın öykümün içinde olmasını istedim. Beğenmene sevindim.
BeğenBeğen
Ayşenciğim; yüreğine sağlık arkadaşım. Yazının her anı senin renkli dünyanı ne kadar güzel anlatmışsın. Hıdırellez çocukluğumda seninde anlattığın gibi çok eğlenceli bir tablo gibiyken, eşimin annesinin vefat ettiği gün olması nedeniyle eğlencemiz, hüzünle döndü. Hep onu düşünürüm. “biri çılgın gibi koşturup, dilek tutup ateş üstünden atlarken, kim bilir o an da kaç kişinin yüreğine kor ateş düşmüş, kaç evin ocağı sönmüştür? “diye
BeğenBeğen
Sevgili Çemenzarcığım, bir yandan beğenmene çok sevindim bir yandan da üzüldüm. Öncelikle başınız sağolsun, acınızı hatırlattığım için üzüldüm. Başınız sağalsın. Birimiz sevinirken, birimiz üzülebiliyoruz bu hayatta, ama önemli olan yaşama sevincini kaybetmemekte. Hıdırellez umudumuzun hep yaşaması dileği ile.
BeğenBeğen
Saygıdeğer işarkadaşım, yaşadığımız bu maddiyatçı zamanda böyle manevi ayrıntıları,detayları bir nakış gibi kelimelere dökmüşsün. Yüreğine sağlık. Tüm yazıların ayrı bir kıymet. Söz uçar yazı kalır. Sağlıkla nice yazılar yazmanı temenni ediyorum.
BeğenBeğen
Sevgili Neyir, çok teşekkürler. Çok naziksin. Eskiden beri bu konularda koşuştuğumu bilen biri olarak takdirin önemli. Sevgiler.
BeğenBeğen
Yazınız müthiş. Okurken sanki o köydeymişim gibi hissettim. Hıdırellezi kutlamayalı da uzun zaman oldu, o eski gençlik günlerimi hatırladım sayenizde. Bizim buraları anlatmışsınız. Köy yeri eğlenceleri güzeldir, her ne kadar köyleri mahalle yaptılarsa da… Gönlünüze sağlık. Çok beğendim. Tebrikler.
BeğenBeğen
Hep anlatırdın oraları. Gitmeden görmüş kadar oldum. Hıdırellezle ilgili hiç bilmediğim bilgileri de sayende öğrenmiş oldum. Hatta başkalarına da bu rütüelleri anlatıyorum sayende. Teşekkürler.
BeğenBeğen