Mert: Haydi bir tek daha atalım.
Yeni şişeyi ambalajından çıkarır bir kavun ve biraz peynirden oluşan mezelerin yanına koyar.
Cenk : Atalım mı dersin?
Gençlikleri yüzlerinden akmaktadır. Siyah gür saçlar. Kasetçalarda türküler. Yerde dergiler.
Mert: İçelim. Nasıl olsa bekliyoruz. Zamana ihtiyacımız var. Gelecektir mutlaka.
Cenk: Gelecek ha. O kadar eminsin yani?
Mert: Tabi ya. Sen? Sen de öyle düşünmüyor musun?
Cenk: Bilmem ki. Hava da kararmak üzere. İkinci şişeyi bitirmek zorunda değiliz.
Mert: Olsun, bitsin ya. Evin yolunu bulamamaktan mı korkuyorsun? Yoksa “gelir de morarırım” diye mi düşünüyorsun?
Cenk: Tamam. Tamam. Hep böyle şeyler söyleyip beni susturuyorsun. Kendime kızıyorum sana inanıp da beklemeyi sürdürdüğüm için. Oysa dünyadaki gelişme…
Mert dinlemez. Bağdaş kurarak oturduğu yerden ayağa kalkar. Elini kaşlarının üzerine koyar. Uzağı gözlemeye başlar. Sonra bir ağacın arkasına gidip çişini yapar. Biraz sonra diğeri de aynı işi daha sessiz bir şekilde yapacaktır. Neden hala Mert ile birlikte olduğuna anlam vermekte zorlanan Cenk bozulduğunu belli etmemeye çalışır.
Cenk: Ne görüyorsun?
Mert: Bir toz bulutu. Kalkıp baksana.
Esaslı bir küfür savurarak kalkar. Biraz sendeler ama ayakta durmayı başarır.
Cenk: Gözlerine edeyim senin. Toz bulutuymuş. Toz moz yok dağın tepesine çöreklenmiş bulut işte. Her zaman ki gibi.
Kendi kendine söylenir. “Hep aynı yere gelip oturuyoruz ya. Herif bulutu da toza dönüştürdü artık.”
Mert: Morukladın, morukladın.
2
Saçlarda aklar… ”Bundan kopmalı, yerinde bırakmalıydım. Kıçını bile toplayamayan adamdan medet umuyorum ya. Boşuna kürek sallamışız valla. Üç beş kuruşa, birkaç paket yardıma tav insanlardan iş çıkar mı hiç. Her şeye sabır gösteriyorlar. Aklıma tüküreyim.” Cenk söylene söylene biraz ötedeki ağacın arkasına geçip pantolonunu indirir. En çok güvendiği arkadaşının bu umutsuzluğuna şaşıran ve onunla olmanın giderek kendini yorduğunu düşünen Mert, etiketsiz şişeden döktüğü rakıdan bir yudum alır. Ardından közledikleri patlıcanla yaptığı abugannuçu kaşıklar. Gözünü toz bulutundan ayırmadan söylenmeyi sürdürür. “Bize dünyayı anlatan bunlar değil miydi ya. Ne bu hal şimdi?”
Cenk: Bu dubleden sonra dönerim eve. Sen devam etmek istiyorsan edebilirsin.
Öfkesini gizlemeye çalışan Mert“ Dönecekmiş. Dönersen dön. Kimler dönmedi ki. O zaman bir daha bana sağdan soldan söz etme. Okuduklarının da hep boş, işe yaramaz şeyler olduğunu biliyordum. Daha gelmekte olanı göremiyorsunuz. İlla da sizin düşündüğünüz gibi olmalıyız. Biz buyuz işte bunu anlamıyorsunuz. Entel dantel işlerinden kurtulamıyorsunuz. Makinaların yerini alan robotlar, insansız araçlar hepimizin iş yaşamını tehdit ediyor. Kaç arkadaşımız sırf bu yüzden işini kaybetti. Hiç bunları düşünmüyorsunuz?”
“Dönme”nin bu konuyla olan ilgisine anlam veremeyen Cenk, Mert’i cahilliğine rağmen çok sevdiği için öfkelenip öfkelenmemekte kararsızdır. Özelikle kendisine ve arkadaşlarına yönelik bu tarz hakaretlere daha çok kızsa da bazı konulardaki haklılığına da sesini çıkaramaz. “Adı gibidir kişiliği” der, onda ne bulduklarını soranlara. “Ne bulursun şu ayyaşta. Gazete bile okumaz. Belki de okuma yazması bile yoktur onun,” diyenlere de hak vermemek için kendini hep zorlamıştır.
İki adam oyuncak tabancalarıyla onlara doğru koşmakta olan çocuklarıyla, ellerinde kır çiçekleri yüzlerinde gülücüklerle yürüyüşten dönmekte olan eşlerine anlamsız bir ifadeyle bakarlar.
3
Karşılıklı olarak rejisör koltuklarında oturmaktadırlar. Ortalarında küçük masa ve meze çeşitleri, saçlar iyice kırlaşmış, tişörtleri de önlerinde hafif bombelidir. Çocuklar etraflarında koşuşturmakta, eşleri de diğer ağacın altında erkekleri çatlatırcasına kahkahalar atarak sohbet etmektedir.
Oturduğu yerden uzaklara bakar Cenk. Sonra telefonuna. Kayan görüntülerde bir şey aramaktadır ama ne olduğundan emin değildir. Önce Mert’e sonra da Mert’in baktığı yöne odaklanır yeniden. “Onun gördüğünü ben niye göremiyorum ya” diyerek öfkeyle kadehinden bir yudum daha alır. Her ikisinin de saçları seyrekleşmiştir. Gözlüğünü siler. Yeniden yöneldiği telefonundan yükselen klasik müzik azalan doğayla bütünleşmiştir.
Mert: Hah işte. Bir şey göremeyince hemen telefona sarılırsınız. Aradığınız şeyi orada bulacakmış gibi. Dün bilmem kimdi şimdi Zezek mi Zazek mi ne?
Cenk: Zizek! Ne ilgisi var şimdi Zizek’in konumuzla. Bence sarhoşladın sen. Görünmeyen şeyleri gördüğünü sanmaya başladın. Değişen zamana ayak uyduramadığımı söyleyip duruyorsun ama şimdi senin de pek farklı olmadığını düşünüyorum. Baksana millet uzay yolculuğuna başlıyor. Senin bununla ilgili bir şey düşündüğünü hiç sanmıyorum. Hakikati aramayı sürdürüyoruz biz arkadaşlarımızla. Size de yarayacak olan hakikati.
Mert: Hakikat mı? Hakikat aha işte ağaçtaki meyve, içtiğimiz rakı, yarın işe gideceğimdir. Hakikat benim ben. Açlığım, tokluğum çocukların gözlerindeki ışıltı, arının ürettiği baldır. Soluduğumuz hava, giderek yaşlanmamızdır.
“Buysa eğer biz niye göremiyoruz.” diye söylenen Cenk şaşkın bir şekilde etrafına bakınır. Mert’in arkadaşlarının kendisiyle olan ilişkisini sorguladıklarını hatırlar yeniden. “Ne dediği anlaşılıyor ne de ne istediği” diyerek onunla dalga geçen arkadaşlarına hep bozulan Mert, biraz sesini yükselterek son noktayı koyar “ Hakikatin ne olduğunu bilmiyorsunuz bence. Siz aramayı sürdürürken, biz yıllardır içinde yüzdük, hala da yüzüyoruz.”
4
Sesler titrek çıkmaktadır artık. Cenk bastonuna yaslanarak ayağa kalkar. Mert onu üzdüğünü düşünerek hüzünlü bir şekilde özür dilemeye çalışır ama ileri bakmayı sürdürmekte olan can dostuna söyleyecek doğru sözcükleri bulamaz bu kez.. Birçok ağaç yerini betona bırakmıştır. Türk sanat müziği eşlik etmektedir ikiliye şimdi. Öteden ellerinde piknik sepetleriyle birileri onlara doğru yaklaşmaktadır.
Cenk’in eşi Ayla: Millet bunaldı tabi, fırsatını bulan gelir buralara artık. Zaten hep sıkıntılıydı hayat.
Ellerinde lazerli tabancalarıyla koşuşturmakta olan torunlara seslenir. “Çocuklaaar maskelerinizi takın!” Her ikisi de hafif kiloludur artık.
Reyhan: Sıkıntılı mı? Bazıları için, belki de. Hayatı ciddiye almayacak kadar sevenler için doğru değil bu söylediğin bana kalırsa.
Cenk : Maskeler ya. Takalım tabi yüzümüzdeki tuhaflıkları da örtüyor.
Mert: Neler yaşadık bugüne kadar. Şimdi de bu lanet şey.
Ayla : Ne konuşuyorsunuz orada yine fısır fısır.(Reyhan’a döner) Her şey alt üst oldu, dünya küçücük bir canavarı yenemiyor, bunlar hala vazgeçmiyorlar ya helal olsun valla.
Reyhan: Varsın öyle olsunlar. Yoksa onlar için hayat biter.
Ayla bir şeyler geveler ama Reyhan onu anlamaz. Uzaklara bakar. Güneş batmış, aydınlık sırasını savmak üzeredir.
Hamit Ergüven