“Benim adım Kathy H.”

Yaklaşık üç yüz sayfa boyunca sanki mecburiyetten anlatıyormuş gibi durgun ve uzak, hatta kendisi de sıkılıyormuş gibi ağır üslubuyla biraz da içimizi ezerek öyküsünü anlatacak olan anlatıcısı ile ilk cümlede tanıştırıyor bizi Ishiguro. Ve daha ilk sayfalarda “bakıcı”, “dördüncü organ bağışı”, “bağışçı”, “nekahet merkezi” gibi ‘ürperten’ kelimelerle okuyucuyu bildiğinin dışında bir evrene götüreceğinin -distopik bir bilim kurgu/paralel evren- işaretlerini veriyor. Yine ilk sayfalarda isimlerini duyduğumuz Tommy ve Ruth ve bu üç insanın Hailhsam denen bir yerde birleşen geçmişleri anlatının iskeletini oluşturuyor.

Okuyucu olarak bana kurgusu, yaratıcılığı ya da karakterlerinin derinliği ile değil üslubuyla ve üslubun yarattığı atmosfer ile ulaşan bir kitap olduğunu söylemeliyim ‘Beni Asla Bırakma’ romanının. Yazarın sade, yalın hatta bazen neredeyse sessiz cümleleri okuyucuyu dört bir yandan kuşatıyor. Örneğin daha yirmi dördüncü sayfada anlatının tonunu belirliyor yazar ve okuyucusunun algısına incelikle, ürkütmeden yerleştiriyor.

“Her şey -duvarlar, zemin- parlak beyaz fayanslarla kaplanmıştır, merkez bunları o kadar temiz tutar ki, içeri adım atınca bir aynalar salonuna girmiş gibi olursunuz. Tabi ki, kendi yansımanızı görmüyordunuz, ama neredeyse böyle olduğunu sanıyordunuz. Bir kolunuzu kaldırdığınızda ya da birisi yatağında doğrulduğunda etrafınızdaki fayanslarda bu hareketin soluk, gölgeli yansımasını görebiliyordunuz.”

Gölgelerin hikayesidir okuyacağımız, soluk yaşamların, güçsüz yansımaların hikayesi.

Anlatının bence belirgin bir özelliği de ‘gerçek’ konusundaki yaklaşımı. Anlatıcı, kendisininkiler de dahil olmak üzere duygulardan, bolca anımsadığı çocukluğu ve gençliğindeki yaşantılardan bir türlü emin olamıyor, üstelik “eminim” dediğinde bile.

“Tommy olanları tamamen bu şekilde açıklamadı ama, eminim böyle olmuştu.” 

Anlatıcının ve romanın ana karakterlerinin, insanlara gerektiğinde organ sağlamak için dünyaya getirilmiş ‘klonlar’ olduklarını düşünürsek anlatıda gerçekliğin sürekli yer değiştirmesi pek de şaşırtıcı değil. Örneğin hep adı geçen ama romanın sonuna kadar hiç görülmeyen ‘Galeri’nin, sanat eserlerinin sergilendiği bir mekan olduğunu düşünebiliriz ama Ishiguro’nun yarattığı dünyada karşımıza ruhların depolandığı bir tavan arası olarak da çıkabilir.

 Bu noktada, anlatıda mekanların da önemli bir yer tuttuğunu söylemeliyim. Kathy, Tommy ve Ruth’un büyüdüğü yatılı okul ‘Hailsham’, tüm sınıfları, tüm odaları, yatakhaneleri, arkasındaki karanlık ormanı, her köşesiyle anlatının bir parçasıdır.  Okulu bitirdiklerinde yaşadıkları ‘Kulübeler’, ‘kaybettiğiniz her şeyi bulabileceğiniz’ Norfolk, önce bir broşürde sonra Norfolk’ta karşımıza çıkan ‘Ofis’, eskici dükkanı ve tabi ki hastaneler, nekahet merkezleri.

Roman adını, kurgusal bir karakter olan Judy Bridgewater’ın Songs After Dark (Karanlıktan Sonra Şarkılar) isimli kurgusal albümündeki bir şarkıdan alıyor; ‘Never Let Me Go’. Ishiguro, Judy Bridgewater karakterini 1950’lerin ünlü Amerikalı şarkıcısı Julie London’dan esinlenerek yarattığını söylüyor. (1) Romanın 2010 yılında Mark Romanek yönetmenliğinde çekilen filminde ise Luther Dixon’ın bestelediği ‘Never Let Me Go’ şarkısını Jane Monheit söylemiş. (2) 

Romanın Nobel ödüllü (2017) yazarı Kazuo İshiguro, 1954 yılında doğduğu Japonya’dan İngiltere’ye geldiğinde altı yaşındaymış. Bugün en tanınmış İngiliz yazarlarından biri olan Ishiguro, 1983’te Japon vatandaşlığından ayrılarak İngiliz vatandaşı olmuş ve 2019 yılında da ‘edebiyata olan katkılarından dolayı’ kendisine ‘Sir’ ünvanı verilmiş. Ishiguro mutluluğunu “Britanya ve Britanya kültürü ile olan büyük aşk maceramın bir parçası” diyerek ifade etmiş. (3)

İsveç Akademisi, 2017 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nün kazananını açıkladığı basın bülteninde Ishiguro’yu “büyük duygusal güç içeren romanlarıyla dünyayla olan hayali bağlantımızın altındaki uçurumu/cehennem çukurunu ortaya çıkaran kişi” (4) olarak tanımlamış. ‘Beni Asla Bırakma’daki distopik paralel evren gerçekten de karanlık bir çukur. ‘İnsanlık’ diyerek kendimizi dışında tutmaya çalışsak da tabi ki bir parçası olduğumuz türümüz, yüzyıllardır kendisini dünyanın hakimi, yaşamayı hak eden tek varlığı ve kendi dışında konumlandırdıklarını da kendi kullanımı için yaratılmış ‘şeyler’ olarak görüyor. Şubat 2020’de ‘Tom Amca’nın Kulübesi’ hakkında yazmıştım ve o yazıda 19. yüzyılda köleler ile ilgili düşünce ve kabullerin günümüzde hayvanlar için geçerli olduğundan bahsetmiştim. ‘İnsanlar’ kölelerden sağladıkları faydayı sürdürebilmek için onların kendilerinden farklı olduklarına inanmayı, yaşadıkları acıları görmemeyi seçmişlerdi. Daha da ileri giderek kölelerin duygularının olup olmadığını, acıyı, açlığı, anneliği, ayrılığı, yorgunluğu, soğuğu ‘insanlar’ gibi hissedip hissetmediklerini tartışıyorlardı. Tıpkı günümüzde, zaten yaşamı boyunca ancak ölmeyecek kadar beslenmiş, her türlü ağır işe koşulmuş bir eşeğin yaşlandığı ya da hastalandığı anda dağa, bayıra ölmeye bırakılması -en iyi ihtimalle-, aynı düzeni devam ettirmek üzere yerine hemen yenisinin alınması gibi, kölelerin de işe yaramadıkları anda tek seçenekleri ölüm oluyordu. Ishiguro’nun paralel evreninde de hiçbir şey değişmemiş, kölelerin ve hayvanların yerini klonlar almış.

“… insanlar sizleri düşünmemeye çalıştı. Düşünseler bile onlar gibi olmadığınıza inanmaya çalıştılar. Sizin insan olmadığınızı düşündüler, bu yüzden öneminiz yoktu…. Organ bağışı programının gerçekte nasıl işlediğini dünya duymak, görmek istemiyordu…. Ne koşullarda büyüdüğünüzü düşünmek istemiyorlardı.”

19. yüzyılda da, günümüzde de, Ishiguro’nun paralel evreninde de ‘insanlığın’ ortasında ‘insan olmamak’ acılı bir hayat ve acılı bir ölüm demek, bu kesin. Peki ya ‘insan’ olmak ne demek?

Kırmızı Başlıklı Corona

  • Peter Howell, “The hunt for the elusive Judy Bridgewater”, Toronto Star, thestar.com, 30.09.2010, web:07.05.2021
  • https://www.youtube.com/watch?v=4UX6tzE7P44
  • Lara Keay, “The Remains Of The Day author Kazuo Ishiguro describes his knighthood as part of his ‘big love affair with Britain’ as he is honoured by Prince Charles at Buckingham Palace”, Mail Online, dailymail.co.uk, 07.02.2019, web:07.05.2021
  • İsveç Akademisi Basın Bülteni, 05.10.2017, nobelprize.org, web:07.05.2021