Hallaç Öyküleri lll

Dosyanın bu yazısında Leyla Erbil’in Hallaç adlı kitabının ikinci bölümündeki Üç Arkadaş Ya da Oyun öyküsü ile üçüncü bölümden Öykü, Hallaç, Uğraşsız ve Kutsal Aile öyküleri incelenmiştir.

Sait Faik’e adadığı ikinci bölümün son öyküsü “Üç Arkadaş Ya da Oyun” 1959 yılında yazılmış olup, klasik öykü kalıplarına kısmen yakın duran bir öyküdür. Üç kişinin arkadaşlığı ve onları gözetleyen anlatıcının aralarına girme çabası öyküyü oluşturmaktadır. Olay tek mekânda, bar, meyhane ya da ona benzer bir yerde geçmektedir. Şimdiki zamanda anlatılmaktadır.

Anlatım ben diliyle yazılmış; İzlek olarak cinsellik, aşk, burjuva yaşamının yapaylığı, yalnızlık, var olma kullanılmıştır. Yazarın kendi ifadesiyle Hallaçtaki öyküler, içinden çıktığı toplumun insanlarıyla bir denge kuramayan, tüm yargılara başkaldırmış, bilinçli olarak bir seçmeye gitmeyen insanı anlatır.

Hikâyede üç arkadaş, birisi gözlüklü, kalın dudaklı bir kadın yazar, ikincisi otuzlarında bir erkek oyuncu, üçüncüsü yazarın deyimiyle çıtı pıtı bir dişi, balerindir. Birbirlerini çok sevmeseler de eski günlerin anısına bir arada olurlar, aralarına dördüncü bir kişiyi almazlar. Anlatıcı onları gözetler. İçlerine dâhil olmak ister ama bu çok kolay değildir. Bir gün bir “uğrakçının” ölmesiyle bir fırsat doğar gibi olur. O kargaşada aralarındaki gizin bozulacağını ve aralarına gireceğini umut eder. Ama yine olmaz. En sonunda mektup yazıp gözlüklüyü atacaklarsa yerine onu almalarını istemeye karar verir.

Öyküde toplumun, bireylerin özgürlüğünü kısıtlayan, sürekli gözetleyen, gece gündüz başuçlarından ayrılmayan dikizleyici gözünü gözlüklü temsil etmektedir. İri kemikli, kalın çerçeveli kara gözlüklü olan kadın; baskın, yöneten, kollayan, etkileyen, korkutan, gözetleyen konumundadır. Diğer iki kişi ise “kısıtlı yaşantılar arasında özgür olamayan bi aşkla“ birbirini sevmektedir ama belli edemezler, yalnız kalmaya cesaret edemezler. Onları gözleyen anlatıcı ise, okuyucuya gözlüklü üçüncü şahsın fazlalığını, iğreti durduğunu göstermeye çalışır.

Toplumun denetleyen gözü olmasa yani gözlüklü yaşlıca kadın olmasa kadınla erkek arasındaki ilişki değişecek ve birbirlerini sevdiklerini özgürce söyleyebileceklerdir.

Anlatıcı, gözlüklüyü aradan çıkarıp kendisi gruba dâhil olmak ister. Bu olursa, onlara hem “korkular yaşatıp hem de aşklarını bitiştirmeyi” hayal eder. Öykünün sonunda anlatıcı, gözlüklüyü atmak niyetinde iseler yerine onu almalarını, gözlüklüyü aratmayacağını bir mektupla bildirmeyi düşünür.

Çok ender olarak kullandığı diyaloglara bu öykünün sonlarında yer vermiştir.

Bu öyküde yazar birçok değişik, halk dilinde kullanılan kelimeler kullanmıştır. Diğer öykülerinde olduğu gibi bunda da bazı kelimelerin sonundaki “r” harfini atar. Bir de “ab” diye bir ünlem kullanır. Öyküdeki birkaç kez geçen Ab ünleminden bir örneği gösterelim. “Ab! Birbirlerini kollamayı unuttular da gidecekler, ölenle uğraşan ötekilere karışacaklar diye ne sevinmiştim!”

Öyküde kullanılan halk deyişlerinin anlamı ve öykü içindeki cümleleri aşağıda yer almıştır.

Tellim: Daima; Tellim bir dostluk sokulganlığından vazgeçmemeleri bu yüzdendir, yaşamaya her kişilerce dayatmaları bu yüzdendir.

Yağılık: Düşmanlık; gücem: zorlama, zorunda bırakma; Basbayağı yağılık vardı aralarında, öte yandan bunlar yetmezmişçesine tek tek öteki ikiye karşı komak ve özlerini savunmak gücemindeler.

Günücülük: Kıskançlık; artam: beğenilen üstünlük, erdem; Günücülük yok bunda. Günücülüğü gerektirecek artamları yok zaten.

Yır: Türkü, ezgi, nağme; Desen, renk, ışıklarını, dengeyi, yatay çizgilerinin uyumunu, dikeylerini, dışrak, içrek eğrileri, yırları, oyunlarıyla herkes kendisini betimlemişti.

Çaşıtlık: Casusluk, ihanet, birisini satmak;

Göyünmek: Üzülmek, kederlenmek; Çıtı pıtı dişi bana bakamaz oldu artık, ama usu, düşünü hep bende kaldı, ötekilere karşı kendini önceki denli savunma gücü yitti, dikkati bölündü, ola ki için için çaşıtlık etmiş olacağından göyünüyo.

Betik: Her türlü yazılı şey, kitap; Tellim bir betik tutardı elinde, sanki bundan böyle betiğin bi yararı olurmuşçana!

Üçüncü bölümdeki öyküler “Kırmalar” başlığı altında toplanmıştır.

Bu bölümdeki öyküler başlığı utandırmayacak cinsten kırma yani melez özellik taşırlar. Bu melezlik edebi türler arası geçişlerle yapılır. Söz konusu metinler “Öykü nasıl yazılır?” sorusuna verilebilecek anlamlı bir cevap niteliğindedir. (Yusuf Turhallı, Mavi Melek)

Bu bölümün ilk öyküsü olan “ÖYKÜ” 1960’da yazılmış. Biçim olarak oldukça farklı bulduğum öyküde anlatı değişik başlıklar altında toplanmış, BETİMLEME, KİŞİLER, DOĞA, DİYALOG, BAŞKALDIRI, İÇTENLİK, DOĞAÜSTÜ, YUHANNA’NIN TÜRKÜSÜ, KORO, KİŞİNİN SAKLI DURUMU, HİÇLİK, GENE YUHANNA, BİTİM. Anlaşılamayan cümleler, diyaloglar var. Koro bölümüyle, şiirsel anlatımıyla Antik Yunan metinlerini anımsattı bana. Fergun Özelli’ye göre “Kutsal Aile” öyküsünün ipuçları bu başlıklarda yer almış. Diyaloglarla dolu olan bu öykü Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adlı müzikal eserini de anımsatır, korosuyla imgesel ifadeleriyle. Ancak bu öyküde kişilerin birliktelikleri, ayrılıkları cinsellikleri, varlık ve hiçlikleri, sevileri, çırpınışları, aldanışları, tüm kirli çamaşırlar imgesel ifadelerle şiirsel bir dille soyut kavramlar arasından dökülür tek tek. Bireyin gizli kapaklı işleri, ihanetleri, ikiyüzlülükleri, aldatmaları kirli çamaşırlarla; aşklar kırpılmış mektuplarla anlatılmaya çalışılır, kısa kırpık kırpık cümlelerle.

İkinci öykü, kitaba adını veren HALLAÇ 1960 ta yazılmış. “Öykü” öyküsünde olduğu gibi bu öyküde de olay örgüsü yok.

Öykü beş bölümden oluşuyor. Bilinç akışıyla yazılmış, şiirsellik var. Bazı kelimeler tekrar edilmiş. İlk bölüm olan “ÇOCUK” masal tekerlemelerini andırıyor. Kelime oyunları yapılıyor. Cümleler uzun, çok virgül var. “gırt gırtlarıyla gırtlakların o ince ve sarı yalnızlığına gırtlarıyla şambabalarlı, babalarlı, şamlarlı, tepesine tepsisini tepeleyen baba şamlı şamsız kaldı, şambaba şamsız kaldı, şam baba şamsız kaldın.”

İkinci bölüm “MEKTUP” Geçmişte yaşanan bir aşkı, anıyı, sayıklar gibi, rüya gibi anlatıyor. Ben anlatıcı, kadın dili yanında varoluşçuluk yine hissediliyor. “Kişiliğimden bıkıyordum bi de, durmadan başka kişilikler deniyordum kendimde, benimle ilişiksiz olurlarda buluveriyordum kendimi bu deneme uğruna, böylece bikaç kişi birden yaşıyorum bi kezlik dirimimde, yaşam açgözlüsüyüm.”

Üçüncü bölüm “SEVİ” Bir sevişme ya da sevişememe öyküsü anlatıyor gibi geldi bana. Sevinin tanımını yapıyor. “Kabukları soyulmuş yabaneşeklerinin eksilen yapraklarına derin ve ince kanallarla dokunmuş denizlere dikilen çiçeklerdi sevi.”

Dördüncü bölüm “EZGİ ÖNÜ” Bu bölümde Tevrat’ta geçen Balak Balam hikâyesine gönderme yapıyor. Tevrat’ın 4. Kitabı olan Çölde Sayım’da ve İncil’de geçiyor.

Leyla Erbil’in ablasıyla yapılan söyleşide Hallaç’la ilgili şöyle demiş;

“İncil’de geçen Balam ve Balak öyküsünü hatırlatır okuyucuya. Öyküde adı geçen Balam, Balak ve Bella adlarıyla kelime oyunu yapar. “Bal, al lam, bal ak bak lak” Tanrı, Oğul (İsa) ve Kutsal Ruh” üçlemesini anımsatarak” Üç Birlik” gizemini ”b” sesiyle anlatmaya çalışır.”

Leyla Erbil kutsal kitaplarda yer alan hikâyeye şöyle göndermeler yapıyor. “Geçemediği için ırmağın köprüsünden düşüp ta derinini Balam’ı gördü soyulmuş kabuklarına toplum ekilmiş yabaneşeğine palan vurdu ve üç kez vurdu sümbülü dökülmüş bi kalkan balığı başı karşı çıktı Balam’a, bu Balak’tı.” Erkeğin cinsel organını simgeleyen “kalkan balığı başı” dediği bir güçle Balam’ın karşısına dikilir Balak. Balam’ın İsrail halkını lanetlemesini ister ama Balam üç kez kutsar, bu Balak’ı kızdırır. ”….tam üç kez yadsındıkta kızdı ve her biri kendi yollarına dönerek Balam yalnız kaldı, Balak yalnız kaldı.” Balam’ın eşeğini üç kez dövmesi, Balak’ın Balam’ı üç değişik yere götürüp yine onun İsrail’i lanetlemesini sağlayamaması vurgulanıyor.

Bu paragrafta hiç nokta yok yalnızca bir virgül var.

Hallaç öyküsünün beşinci Bölümü “EZGİ” de tekerleme biçimi var. Yine Balam’ın eşeğine, Balak’ın kavmine gönderme yapıyor.

Öykünün tümünde yazar mitolojik imgelerle didiklemiş eline aldığı “Hallaç” ile cinselliği ve kadını. “Bella Cohen” ile Ulysses’e gönderme yapar. James Joyce’un “genelevci”anlamında kullandığı “Bella Cohen” Ulysses romanının karakterlerindendir. Mitolojide bazen bir kraliçe, bazen bir tanrıça, bazen bir peri, bazen bir cadı, bazen de bir büyücü figürünü temsil eden Kirke(Circe) dir Bella Cohen. Yunanca Odysseus, Latince’de Ulysses anlamına gelir ve Leyla Erbil kelime oyunları yapar bu iki terimi kullanarak. Homer’in destansı şiiri İlyada’nın kahramanı olarak Odyssesus kurnazlığıyla yer alır öyküde.

Eserin sonunda “Gandilere dönmüş güllerimizin liflerini gösterip aya, ıssızlığın camlarını şekerlemek, tak horozlamak, dudaklamak tak da tak tak, kara kara böceklerimi de tak, geleneksiz geleneklerimizi de tak taka da tak tak…” sözleriyle kadın, horozlamak ve dudaklamak terimleriyle cinselliğin yüklendiği lime lime olmuş, hallaçlanmış bir varlığı simgeler.

Üçüncü bölümün üçüncü öyküsü UĞRAŞSIZ, yazarın imzalı ilk yazısıdır. 1956 yılında yakın dostu Metin Eloğlu’nun yüreklendirmesiyle Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayımlanmıştır.

1956 yılında çıkan bir sayının kapağı

Dergi, 1947-1957 yılları arasında Ankara’da 66 sayı yayınlandı. Sahibi ve yönetmeni Salim Şengil’di.

Uğraşsız öyküsünde iki kişi var. Bir kadın ve bir erkek. Kadın ben anlatıcı iç sesiyle anlatıyor. Şimdiki zamanda Mekân olarak kalabalık bir plajda geçen öyküde tema olarak kadın, cinsellik, erkekler ve varoluşçuluk kullanılmış.

Öyküde varoluşunun sancısını duyan kadın anlatıcı, bir erkekle yüzmeye gidiyor. Adamı sevmiyor. Onunla dost olabilmeyi istiyor ama adam bir kadınla bir erkeğin dost olabileceğini kabullenemiyor. Erkek kendi bakış açısıyla kadının onu sevdiğini düşünüyor. Öyle ki, kadının konserve kutusunun kapağıyla ona vurmasını, omzunu kanatmasını sevgisinden yapıyor diye yorumluyor. Kadın, annesinin onu uyaran sözlerini anımsıyor. Kırmamak için yalan söylediğini ama artık bunu yapmak istemediğini düşünüyor. Sonunda ikisi denize giriyor, adam yakınlaşmaya çalışıyor. Kadın onu suyun dibine batırarak, “eşşoğlu eşşekler” diye bağırarak tepkisini dile getiriyor.

Anlatıcı, erkek tarafından sadece cinsel bir nesne olarak görülmesine, kadınla erkeğin arkadaş olamayışına karşı tepkilidir. Adamı kadın düşkünü biri olarak tanımlar. Adamın onun ilgisini çekmek için bir şeyleri seviyor görünmesi, resimle ilgisi olmadığı halde resim yaptığını söylemesi kadına itici gelir ve onu sevmediğini iç sesiyle dile getirir.

Erkek karakter için kadın anlatıcının kişisel bir değeri yoktur. Adamın tek derdi yanında bir kadın olmasıdır ve kadın her şeyin farkındadır. Anlatıcı “Osmanoğulları“ diyerek erkek egemen düzene eleştiride bulunur.

Toplumun kadın üzerindeki baskısını temsil eden anne karakteri bu hayatın böyle geçemeyeceğini, başkalarının ne diyeceğini söylemeye çalışır. Kadın annesine tüm gerçeği söylemeye çalışır ama yapamaz. Yaptığının ikiyüzlülük olduğunu bilir. Çevresinde kendisini anlayacak biri olmadığı için iç sesiyle konuşmaktadır.

Öyküde “Güneşten, derimle bir tüylerim de yanmış; Gauguin’den tanıdığım bi renk almışım” cümlesinde geçen, 1848-1903 yılları arasında yaşamış post empresyonist Fransız ressam Paul Gauguin, Tahiti’de yaptığı resimlerle tanınır.

Hallaç adlı öykü kitabının üçüncü bölümün dördüncü öyküsü;

KUTSAL AİLE

4 Ocak 1970 yılında Cumhuriyet Gazetesinin “Cumhuriyet Hikayesi” köşesinde yer almış.

Öykü tanrı anlatıcı tarafından anlatılır. Mekân olarak ev kullanılmıştır. Şimdiki zamanda anlatılmaktadır. Öykü kişileri baba, anne, oğul, nine ve bebektir. Baba dediğini yaptıran, ataerkil aile düzeninin temsilcisidir. Anne, kocasının her şeyi daha iyi bildiğini söyleyerek rolünü kabullenmiştir. Oğul, babasına karşı çıkarak kuşak çatışmasını gösterir. Nine Balkan göçmenidir ve hala eski günleri düşünmekte ve özlemektedir.

1923 teki mübadelede getirilen aileler Karadeniz illerine de yerleştirilmiştir. Bu illerden biri de Kastamonu’dur. Bu aile de muhtemelen onlardan biridir.

Bu öykü, yoksul bir evde, baba oğul tartışması ile başlar. Baba, gençlere tarihi kendisinin öğrettiğini ima eden sözler söyler. Oğul resmi tarihin yalan söylediğini, birçok şeyin gizlendiğini söyleyerek karşı çıkar babasına. Bu tartışma hemen her gün yinelenir annenin söylediğine bakılırsa. Anne, babanın egemenliğini kabul etmiş, babandan daha mı iyi bileceksin diyerek bunu açıkça belli etmiştir. Oğul tartışma sonunda kapıyı çarpıp çıkar. Anne, hayatta olup olmadığı tam olarak anlaşılamayan ”nine” nin yatağının içindeki rakı şişesini alır, kapıdan dışarı atar. Yazar sözü şapka devrimine getirir, bilgi verir eleştirir. Öykünün sonunda “bebek” kendisinden beklenmeyen şekilde konuşur ve milliyetçi cümleler söyler.

“Kutsal Aile” öyküsü Karl Marx ve Fredrich Engels’in, Almanya’da Bauer Kardeşler ile, onların genç Hegel’ci yandaşlarına eleştiri olarak yazıp yayımladıkları ”Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi” kitabına gönderme yapmaktadır.

Daha çok diyaloglardan oluşan öyküde uzun, kısa, devrik cümleler de kullanılmış. Baba dini referanslar kullanarak oğlunu etkilemeye çalışır. Oğul da aynı şekilde karşılık vererek bilgisini ortaya koyar. Sonunda kapıdan çıkıp gider. Yazar kapının tanımını yapar. Oğulun kapıyla simgelenen yeni bir hayata başlangıç yapmak istediğini vurguluyor olabilir.

Nine eski günleri anımsar. Sık sık eskiden olanları anlatarak, kültürel varlığını oğluna aktarmaya çalışır. Anne yorganın içindeki rakı şişesini alıp kapıdan dışarı atar. Bu, ninenin düşüncelerinin de atıldığını gösterir.

Evdeki halı adalardan oluşmaktadır. Baba yıpranmamış, yeni kalmış bir çiçek motifine atlayarak diğer kıyıya ulaşmaktadır. Burada yoksulluğa vurgu yapılmaktadır. Baba, annesinden devraldığı kültürel mirası oğluna aktarmak ister ama oğul onun gibi düşünmemektedir. Oğulun ön dişleri kırıktır. Yoksulluktan olabileceği gibi, babası gibi düşünenler tarafından örselendiği için de olabilir.

Yazar halkın şapka devrimini kolay benimsemeyişini, şapkanın mor bir kuş olup Kastamonu halkını simgeleyen çam ağacına konmasıyla simgesel olarak anlatmıştır. Mor, acının kederin rengi olarak tanımlanmaktadır.

Bu öyküde yazar, ailenin kutsallığına, kişilerin toplumdaki rollerine, milliyetçiliğe, balkan göçüne, kuşak çatışmasına vurgu yapmakta ve eleştiride bulunmaktadır.

Sonuç olarak Leyla Erbil bu ilk kitabındaki öykülerde, yazıldığı dönemdeki öykü kalıplarının dışına çıkmış; oldukça farklı bir dil ve üslup kullanmış, biçimsel olarak yenilikler getirmiştir.

Mitolojiden kutsal kitaplara, psikanalize birçok kaynaktan beslenmiş ve bunları öykülerinde ustaca kullanmıştır. Özellikle bazı öyküleri kolay anlaşılır değildir. Anlamak için Elmas Şahin’in deyimiyle “hafir” olmak, kazıp çıkarmak gerekir.

Nejla Bilginer

Kaynaklar:

Leyla Erbil, Hallaç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012

www.mevzuedebiyat.com/leyla-erbil-dizisi-ucuncu-bolum

www.acikerisim.nevsehir.edu.tr/seda-saygili-tez

https://edebiyatburada.com/fergun-ozelli-yazdi-leyla-erbil-ve-kutsal-aile/

https://dergipark.org.tr/tr/pub/soylemdergi/issue/23919/283089

http://www.mavimelek.com/hallac.htm