Kapının altından bırakılan kağıttaki yazıları okumakta zorlanınca, “Gözlüğümü gördün mü, canım?” diye seslenir yolculuk için hazırlık yapmakta olan eşine Toprak. “Ne oldu? Hani bugün bir şey okumayacaktın!” diye yanıtlar Su bulunduğu odadan. Sağına soluna bakmayı sürdüren Toprak, “Evet öyle düşünmüştüm ama baksana yerde bir zarf buldum, içindeki yazıyı okumakta zorlanıyorum.” Diye karşılık verir.
Eşinin “Zarf mı? Ne zarfı? Bakayım. Yolculukla ilgilidir, değil mi?” sorusunu, “Evet öyle olmalı.” diyerek soğukkanlı bir şekilde yanıtlar kırklı yaşına dünyayı sığdırmaya çalışan adam.
Su – Gözlüğünü en son incelediğin kitabın arasında bırakmış olmalısın. Neydi kitabın adı?
Toprak – Delphi Kehanetleri üzerine bir inceleme. Evet yatağın altına bırakmıştım onu. Gidip alayım. En ilginç yerinde uykum gelmişti. Ben de anlamadan ilerlemek istemedim.
Sevdiği adamla okudukları üzerine sohbet etmeyi seven kadının “Merak ettim doğrusu. Aslında onlarla ilgili birçok şey okumuştum.” yanıtını tebessümle karşılar gözlüğünün camlarını temizlemeye çalışan Toprak.
“Bu çok ilginç. Çok önce yazılmış ama yüzyıl sonrası için bile neler anlatıyor inanamazsın. Biz bile varız sanki Su’cuğum.”
Su’nun “Ya bak şimdi merakım daha da arttı. Bitir ben de okuyayım. Ama önce şu gelen kağıtta neler yazıyor ona bakalım istersen.” sözünü duymazdan gelir, zarfın içindeki nottan hoşlanmadığını gizleyen Toprak. “Kitaptan notlar alıyorum, sohbet ederiz, sen de düşüncelerini belirtirsen, yazmakta olduğum kitap için bana destek olursun.” diyerek konuyu konuşmak istemediği alandan uzaklaştırır.
Su – Şeytan üçgenini de anlattığın çalışman mı? Entrikalar, caniler, politikacıların iş birliği falan.
Toprak: Evet. Ama onlarla mücadele etmeye çalışanları unutma. Aslında kâhinlerin anlattıklarını da kullanabilirim.
Su – Dinlemeden bir şey diyemem. Yazmaya çalıştığın kitabın “Özgürlük İçin Yola Çıkanlar” adlı bölümü beni heyecanlandırmıştı, bir de, “üçgendeki kanaldan acayip kokular yayılıyor,” benzetmesi çok güzel bir yaklaşım olmuş.
Toprak – Evet. İçinden dökülenlerin yanı sıra lağımların üzerinden atlayıp gidenleri de ekledim. Zaten yolculuğumuzun nedeninin bu konuda bir şeyler yapabilmek olduğunu biliyorsun.
Su: Neyse daha sonra devam ederiz kitabına. Sen çaylarımızı tazelerken ben de şu pencereyi açayım sıcak oldu.
Gülüşünü saklayamayan Toprak “Kokular girmesin içeri” diyerek çay servisini yapmak için kalkar, ardından da anlatmaya başlar. Arada bir notlarına göz atma ihtiyacı duymasına tebessümle karşılık verir Su.
KEHANET
“Bir imparatorluğu yok edeceksin!”
Okuduklarını ağır ağır anlatırken çayından bir yudum alan kadının ona pür dikkat kesildiğini fark eder. “Sefere çıkmaya hazırlanan komutana ‘bir imparatorluğu yok edeceksin!’ diye uyarıda bulunmuş Delphi tapınağının kâhinleri. Komutanın yok olacak olanın kendi imparatorluğu olduğunu bilemeden, muştu sandığı bu kehanetle ordusunun başına geçeceğini biliyorlarmış meğer.” diyerek sürdürür sözlerini.
“Onların işi gördüklerini anlatmaktı, inanılmayacaklarından emin bir şekilde. Ardından kapanacakları mağaralarında yıllar yıllar sonrası için acı çekerek geçirirlermiş günlerini. Onları dinleyenler kararlarından geri adım atmamanın buruk sevincini yaşarlarmış hüzünlü bir miras bırakacaklarını bilmeden.” diye yorum yapan Su’ya bakarak “Alevlerin arasında dans eden üç gözlükten söz etmişmiş kâhinlerden biri. Yükselen dumanların arasında gördüklerinin bilgelik dolu, hayata umutla bakan gözlerin gözlükleri olduğunu da eklemiş.” Diyerek sürdürür paylaşımını Toprak.
Su’nun “O zamanlar gözlük mü varmış?” muzip sorusunu “Canım bunlar kâhin ya bilgisayarı bile görmüşlerdir.” diyerek kahkahayla yanıtlar.
“Neyse neyse. Hem inanmıyoruz hem de okuyup dinlemekten geri kalmıyoruz. Fal gibi işte. Devam etsene.” diye uyarır Su onu.
“İkincisinin melankolik bakışlarını gizliyormuş ormanın birinde taşların arasında kana bulanmış olarak bulunan gözlükleri. “Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağılıkların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir” diye yazarmış yeşil mürekkepli kalemi.”
“Birincisinin gözlükleri ise anayurduna yönelmiş, adil, eşitlikçi, yok yoksulu olmayan, savaşsız bir hayata sevdalı gözlerine eşlik etmekteymiş. Sevdiği, inançlı kadının kendisine çıktığı yolda eşlik etmesi gibi. Yolculuk süresince çevrelerinde dolanan davullara anlam vermekte zorlandıklarını gizleyememiş tapınağın sakinleri. O gözlüklerin denizin derinliklerinde soluklanmaya çalışacağını da eklemiş üç ayaklı sandalyesinde oturan kâhin.” Anlatı sırasını kaydırdığı için özür dileyen adam, “Ne kadar enteresan sözler değil mi hayatım.” diyerek kehanetleri anlatmaya yine ara verir.
İkisi de birer yudum çayın ardından birbirlerine bakarlar ama akıllarından geçeni söylemezler. Toprak çayı tazelemek için ayağa kalktığında özenle seçtiği cümleleri sıralamayı sürdürür. “Denizin kustuğu salyaların o gözlükleri bir kez daha kirleteceğini de eklemekten geri kalmamış kâhinler biliyor musun? Her iki adamın da engelleri aşacaklarına inanarak söylenenleri kulak ardı edeceklerini -tıpkı geçmişin imparatorunun yaptığı gibi- gördüklerini itiraf etmemişlermiş.”
“Eli kanlı kuklaları, kuklaları oynatan kıllı elleri görmekteymiş üçüncüsünün gözleri. Bilgi yüklü gözleri koruyan gözlüklerinin havada asılı kalmak için harcayacağı çabanın boşa gideceğini, volkanik patlamanın etkisiyle kalın camların paramparça olarak yere düşmekten kurtulamayacağını eklemişler ardından.” diyerek devam eden Toprak, sözünü kesen Su’nun “Kâhinlerin anlatılarının yazarı biraz işleri karıştırmış gibi geliyor bana.” açıklamasını duymazdan gelir. “Çıplak bedeninde dolanan kirli ellere aldırmadan başını dik tutacak olan bir kadını da gördüklerini” söylemişler, alevlerin etrafında kah öfkeli, kah gözleri yaşlı, kah umut dolu danslarını sürdürürken. “Eğemedikleri başını uzaklardaki hain bakışlara dikmiş olarak duracağını” da eklemeyi unutmamışlar bu kez. Bu bölümü sevdiği kadından gözlerini kaçırarak anlatır kararlı adam.
“Yeter artık devam etme. Bunaldım gerçekten” diyen Su’nun isteğini kıramaz, giderek zorlanmakta olan Toprak. Sessizlik içinde kahvaltılarını tamamlarlar.
Havadaki karamsarlığı ilk bozan yine Su olur “Of ya. Ne kabus gibi kehanetlerde bulunmuşlar değil mi canım?” “Sorma!” diyerek sevdiği kadına sarılır adam; “Neyse ki okuduklarım yıllar yıllar öncesinin kralları için yapılan kehanetler. Ama biz bunlara aldırmayalım değil mi? Hazırlıklarımızı tamamlayıp yola çıkalım. Arkadaşlarımız buluşma yerine gitmiş olmalılar. Bizi bekleyen, yeşermeye susamış toprakları hayal kırıklığına uğratmayalım.”
“Bekleyenler mi? Bu konuda emin görünüyorsun ama kâhinlerin söyledikleri bizi anlatıyor gibi. İnsan kayıtsız kalmakta zorlanıyor. Vazgeçsek bu gidişten diyorum. Burnuma iyi kokular gelmiyor inan. Ben senin kadar emin değilim bizleri iyi karşılayacaklarından” Diyerek endişesini gizleyemez Su.
Sevdiği adamın “Ne o? Korktun mu yoksa?” sorusuna da “Ne bileyim canım. Sanki ikimizi de anlatmışlar gibi. Diğer gözlükleri çıkaramadım.” yanıtıyla düşüncesini pekiştirir.
Endişesini gizlemeye çalışan Toprak’ın durumu gözünden kaçmamıştır. Birbirlerine cesaret vermekte, ölü yıldızlara yaşamı götürmek isteyenler gibi yarıştaydılar sürekli. Kocasının ne kadar kararlı ve inançlarına bağlı olduğunu bir an için unuttuğuna öfkelenir. Kahvaltı sonrasında yolculukları için hazırlıklarını sessiz bir gerginlik içinde tamamlarlar.
Davullar ne anlatıyor?
Yolculuklarının son durağında, kendilerine ayrılan otel odasında, karısının çarşıdan dönmesini bekleyen Toprak, bir yandan da buraya gelirken başlarından geçenlerle, kâhinlerin söylediklerindeki benzerlikleri düşünür. Su’nun hala dönmemiş olması onu çileden çıkarmaktadır ama beklemek dışında yapacağı bir şey olmadığını bilmektedir. Amaçlarının iyi anlaşılmadığına, gidecekleri yere ulaştıklarında her şeyin güzel olacağına olan inancını yitirmek istemeyen Toprak, pencereden dışarı baktığında karısının gelmekte olduğunu görür ve bir nebze de olsa rahatlar.
Sevdiği kadının yüzündeki korkunun fakında olmadan ona sarılır. “Bir düğün var herhalde Su. Ne güzel davul sesleri geliyor her taraftan. Belki de şehre gelecek olan önemli biri var, ha ne dersin? Sen dışarıdaydın.”
Gözlerindeki şaşkınlığın, yüreğindeki çarpıntının durmasını bekleyen kadın “Bizi anlatıyorlar. Bizimle ilgili bu davullar.” der eşinin de yardımıyla en yakın sandalyeye otururken. Korku nedir pek tanımayan kadının bu hali Toprak’ı ürkütmeye yeter.
“Ne diyorlar? Lütfen söyler misin?” sorusuyla kendisini toparlayan kadın “Bizimle ilgili çok kötü şeyler söyleniyor. Davulcuların etrafında toplananların sana yönelik iftiralar nedeniyle ne kadar öfkeli olduklarına tanık oldum. Gözlerindeki kanı, ağızlarından akan salyaları, yalanların etkisinde kalmış olan vahşi yumruğa dönüşen ellerini gördüm. Tıpkı Delphi tapınağındakilerin anlattıkları gibi.” Soğukkanlılığıyla bilinen Toprak hemen kendini toparlar. “Hayatım dün daha bizi neşeyle karşılayan bu davullar değil miydi? Bence yanılıyorsun.” cümlesine “O halde pencereden başını uzatıp dinle istersen.” diye karşılık verir Su.
Toprak pencereye yönelir. Kolu aşağı indireceği sırada camı parçalayıp giren bir taş neredeyse kendisine isabet edecekken son anda yana çekilmeyi başarır. Yine de pencerenin kenarına yanaşır. Dışarı göz attığında karısına hak vermek zorunda olduğunu anlayan adam “Toparlanıp burayı terk edelim. Aşağıda bir sürü insan var. Bize doğru ellerini savurup küfür ediyorlar.” Su ona doğru yanaşıp kalabalığa bakar. “Eyvah! Arkalara bak Toprak. Ellerinde gaz bidonları var sanki bizi yakacaklar. Yetkililere haber verelim. Buradan çıkmazsak cayır cayır yanacağız. Arkadaşlarımıza da haber vermeliyiz?” Toprak “Sakin ol canım ben kapıdaki görevliyle bize koruma sözü verenlere haber uçururum şimdi” diye sözünü bitirdiğinde ikinci bir taş diğer pencerenin camını tuzla buz eder. Su’nun “Kapının altından atılan notta ne yazıyordu?” sorusunu bir kez daha yanıtsız bırakan Toprak “Geride, yanlara doğru duralım. Taşlar bize değmesin.” Diyerek konuyu bir kez daha geçiştirir. “Bir dakika bir dakika ortalık sessizleşti. Sana demedim mi bizi mutlaka koruyacaklardır diye.” pencereden aşağı doğru baktığında, kerli ferli apoletli birinin kalabalığa seslenmekte olduğunu görür. Aynı anda çalan kapıya doğru yönelen Su’ya hemen müdahale ederek kapıyı açar. “Sizi buradan götürmemiz gerekiyor. Dışarıdakileri durduramıyoruz.” diyen askeri giysili, eli silahlı adamı takip ederler. On dört kapının açılmasıyla odalarından çıkanlar Toprak ve Su’ya katılır. Otelin lobisinde on altı yürek hızla atmaktadır şimdi. Dışarıdan gelen kirli nefeslere temiz nefesleriyle karşılık vermektedirler. Sevdiği adama iyice sokulmuş olan Su’nun narin yüreği, adamın kalp atışlarına eşlik etmektedir.
Tek çıkış kapısı vardır. Mecburen kalabalığın ortasından ilerlemeleri ve kendilerini bekleyen teknelere üç beş görevli eşliğinde binmeleri gerekmektedir. Küfürlerin yanı sıra itiş kalkış arasında, zar zor ilerleyen kafile, atılan taşlardan yumruklardan paylarına düşeni almaktadır ne yazık ki. “Biz sizin için geldik. İzin verin…” diye başladığı cümlesini “İstemezük!” sözcüğüyle birlikte atılan bir tekmenin etkisiyle yarıda bırakan ve yere düşen Toprak’ı az önceki tacizden elbisesi yırtılmış olan Su kaldırır. Davulların sesi ölüm mangalarının sesi gibidir. Şehir bütün insanları oraya kusmuştur sanki. Saçlara uzanan kıllı ellerin arasındaki temiz olanların çaresiz hamleleri yetersizliğin kahrıyla kıvranmaktadır. Bunun son yolculukları olacağını bilemez heyecanla çarpmakta olan on beş yürek.
“Oysa onlar yüreklerini şimdi kendilerine saldıranlar için ellerine almışlardı” diye yazar daha sonra basılan dergiler, gazeteler.
HAMİT ERGÜVEN