Ellerinde biletleriyle yerlerini bulmaya çalışan izleyiciler salonu yavaş yavaş dolduruyordu. Sahne arkasında ise heyecanlı bir bekleyiş yaşanmaktaydı. Kalabalık oyuncu kadrosu hazırlıklarını yaparken, bir yandan da salondan gelen uğultuya kulak veriyordu. Son olarak hepsi ellerine bu bölgenin kayalarının doğal dokusu olan kızıl ve yeşil kınadan sürdüler. Uğultunun yüksekliği salonunun dolu olup olmadığına yönelik işaretti onlar için. Öte yandan sahnenin önünde yer almış olan orkestra son hazırlığını yapıyor, aletler kendilerini yönetecek olanlara itaat ediyor, parmakların dokunuşuna, nefesin şiddetine tereddütsüz yanıt veriyordu. Müzik baş kemancının girişiyle başlayacak, ardından piyanonun eşlik etmesi ile kalbe giden kıvrımlardaki kilidin açılmasını sağlayacaktı. Daha sonra atışmalar, birbirini kovalamalar, yükselip alçalmalar izleyicilerin bedenlerini saracak, belki de bazılarının ruhlarının derinliklerine inip onları orada, duygularının doruk noktasında yakalayacaktı. Her şey hazırdı. Orkestra susmuş maestronun ilk işaretini yakalamak üzere dikkat kesilmişti.
Batonun havada hareketi ile müzik başlayınca perde yavaş yavaş beklemesini yapacağı yere çekilmişti. Sahnedeki ağaç dallarının hafif salınımına kuşların, börtü böceklerin sesleri eşlik ediyordu. Bembeyaz giysileri içinde periyi andıran oyuncu, ayak parmaklarının üzerinde yükselerek uçarcasına sahneye girdiğinde, orkestra müziği iyice kısmış, salondaki sessizlik doruğa ulaşmıştı. Kollarını kâh öne, kâh yanlara, kâh yukarı doğru uzatarak ve zaman zaman kendi etrafında dönerek yaptığı dans büyüleyiciydi. Kınalı ellerinin aldığı şekil doğanın tüm inceliklerine eşlik ediyordu. Ne de olsa doğayı tanıyor, onu dinlemeyi biliyordu. Ağaçların arasında onları okşarcasına dolaşırken, sahnenin diğer tarafından içeri dalan karartı izleyicinin nefeslerini daha fazla tutmasına ve hafif hareketlenmesine neden oldu. Karartının periyi dansıyla izlemeye başlaması, davulun korkuyu arttıran vuruşları, izleyicinin yürek çarpmasını hızlandırmaya yetmişti. Sahnedekilerden biri havayı dahi okşarcasına hareket ederken, diğeri sert figürleriyle ne yapmak istediğini anlatır gibiydi. Şimdi orkestra izleyicilerin sessizliğine eşlik etmiş, yerini çalıların arasında, ağaç dallarında korkuyla bekleşen hayatın diğer sahiplerinin çığlıklarına bırakmıştı. Bir tek koro yaklaşan bir tehlikenin habercisi olan çığlıklara eşlik etmeyi ihmal etmedi. Kulakları sağır eden bu sesi kimseler duymuyordu. Kuğuların zarafetini andıran kıvrımları ile dolaşmakta olan peri bir şeyden habersiz dansını sürdürüyor, bir yandan da ağaçlara sarılıp ardından yere eğilerek kendisi gibi topraktan hayat bulmuş diğer canlıları selamlamayı ihmal etmiyordu. Ayak parmaklarının üzerinde yeniden yükseliyor, ellerine verdiği büyüleyici görüntüyle güneş ışıklarının ardında kalan yıldızlara dokunmaya çalışıyordu sanki. Cıvıldayan kuşlar, sessiz kelebekler bu daveti kabul ederek etrafında çember oluşturuyordu. Her dönüşünde farklı bir ağaç, farklı bir çiçekle yüz yüze geliyor onların tebessüm eden yüzü yüzüne yansıyordu, tıpkı parmaklarının aldığı şeklin ağaç dallarının görüntüsünden esinlenmesi gibi. Doğanın yansımasıydı hayat ne de olsa. O da elinden geldiğince ona benzemeye çalışıyor, her sevinçli kucaklaşmanın ardından saçılan eteğiyle, bir ayağı önde, diğerinin üzerine otururcasına yerlere kadar eğilip selamlamayı sürdürüyordu. Çiçeklerin onu selamlaması gibiydi bu da. Dokunulamayanlar sıralarını bekliyordu. Onun yumuşak ve sevgi dolu temasının tersine, karartı sert ve ürkütücü dansıyla elindeki sopayı karşılaştığı her şeyin üzerine savuruyordu. Ağaç gövdelerine her vuruşunda bir yara bırakıyordu. Hartlap ağacı sakinleri yerlerinden zıplayıp başka bir dala ya da ağaca konarken, çalıların arasında kendilerini bu darbelerden kurtarmış olanlar başka bir mekâna göçmek zorunda kalıyordu. Dünyanın oluşumundan beri yapmak zorunda oldukları gibi. Müzik kâh yumuşak kâh sert çıkışlarıyla sahnede sevgiyi ve nefreti sergileyen bu ikiliye eşlik ederken hüznü de araya sıkıştırmayı unutmuyordu. Doğa orkestranın o aslolanı taklit etmesine izin veriyordu ne de olsa. Ağaçların tepesinde yer alan, kendilerinin güvende olduklarına inanlara kadar ulaşabiliyordu karartının elindeki sopa. Göç dalgasına onların da katılmak zorunda olduğunu anlatıyordu viyolonselin trompetin bu bölüme eşlik edercesine çıkardığı sesler. Davulun yükselen ritmi hareketlerin hızlanması gerektiğine yönelik bir işaretti. İzleyicilerin bazıları olacakları endişeyle beklerken bazıları da ateş basan vücutlarını dindirmek için palmiye dallarına benzeyen yelpazelerini kullanmaya başlamıştı. Zaman zaman kuğunun, mor sümbülün, civan perçeminin, Arap ful’ünün zarafetini anlatan vücut hareketlerini sergileyen perinin başına bir şeylerin geleceğinin habercisi olan melodiler onları sıkıntıya sokmuştu. Karartı uzun tırnakları, beyaz sivri dişlerinin görüntüsü ve arada bir çıkardığı seslerle, salonda ilk defa yer almış genç izleyicilerin yanlarında oturan büyüklerine sokulmalarına, gözlerini kapamalarına neden oluyordu. İnsana tırmanmayı öğretmiş olan sincaplar daha da yükseğe çıkmaya çalışırken, kunduzlar köstebekler madencilere yer altına inmeyi öğretircesine, toprağı derinliklerine sığınmak için canla başla eşeliyorlardı. Karartı ile peri arasında bulunan mesafe giderek azalıyordu. Peri bir sona doğru geldiğini ağaçların arasında kol kola yürüyen, koşuşturan, dalların altında dinlenenlerin olduğu bölüme gelince anladı. Üzerinde gezindiği sahne miydi orada biten, yoksa yaşamın doğallığı mıydı bilemedi. Ama izleyiciler ormanın kendi isteği dışında çizili olan sınırına gelindiğini anlamıştı. Oysa doğa yurtsuzdu bir şaire göre. Beton yığınlarının varlığı doğal hayatın azalmakta olduğunun en belirgin işaretiydi. Peri hemen geriye dönerek ormanın derinliklerine, kendisini var eden toprağın, meyan kökünün insanın içini ferahlatan kokusuna dalmak istedi ama başının üstünden korkuyla ve çığlıklar eşliğinde uçuşan kanatlıları, yavrusunu ağzında taşıyıp can havliyle arkadan gelen canavardan kurtulmaya çalışan tavşanları, geride bırakmak zorunda kaldıklarını düşünerek gözyaşları içinde sürünen yılanları görünce ileriye gidemeyeceğini anladı. Zaten çok ileri gidilmişti. İnsanlık sınır tanımıyordu. Müzik doruğa ulaşmış ama davulun gümbürtüsü uyuyan yürekleri uyandırmaya yetmemişti. Davulun sesi mi yoksa kızgın bulutların çarpışmasından doğan bir ses mi ayırt edememişlerdi. İzleyicilerdeki öfke ve hüzün en üst oktava ulaşmıştı neredeyse. Sahnenin diğer köşesinde beliren kızıla çalan ışık oyunları karartının neler yaptığını anlatmaya yetiyordu. Herkes izlemişti buna benzer görüntüleri. Salondakiler de öyle. Şimdi bu durumu yaşadıkları yerde, çıplak gözle izlemek için günler aylar hatta belki de yıllar öncesinden almışlardı biletlerini. Müziğin tempolu ritmi eşliğinde sahneye dalan alev görünümlü adamlar ellerinde bulunan aletlerle yangına canla başla ve yetersizliğin pişmanlığı içinde müdahale etmeye çalışırken, ağaç evlerini terk etmiş olan baykuşlar bilge tavırlarını takınarak homurdanıyor, böylesi yangına bu tarz müdahalenin yanlış olduğunu birbirlerine anlatıyordu. Ardından yağmurların sessizliğinin, fırtınaların kuruluğunun, tehlikenin haberini çok önceden vermiş olduğunu ekliyorlardı. Çocuklarını kapıp tehlikeden uzaklaşmaya çalışan insanlar bir önceki sahnede ağzında yavrusu ile kaçışan hayvancıklara benziyordu. Onlar da yerlerini terk ediyordu. Yerlerini terk edemeyenler alevler tarafından yutuluyordu. Müziğin ritmini araya giren yan flüt dindirmeye başlayınca gözler peri kızına yöneliyordu yeniden. Gözyaşları içinde ayak uçlarına yükselerek karıncaların üzerine tırmanıp alevden kurtulmalarına yardım etmeye çalışıyordu. Her seferinde irileşen gözyaşlarının ağırlığı onu yere doğru çekmeye başladığında maestro son hareketini yaparak salonu sessizliğe büründürüyordu. Sessizlik kulakları sağır ediyordu şimdi. Akan gözyaşlarını gizleyenler, kulaklarını tıkayanlar, ağızlarını sonuna kadar açıp nefes almaya çalışanlar yüreklerinden kopan hayatları kurtarmak için alkış tufanına hazırlanıyordu. Yeterliymiş gibi. Davulun hafif ama aralıklı ritmi eşliğinde perde ilk başladığı yerini almıştı.
Salon boşalırken sessizlik ortalıkta kol geziyordu. “Doğayı Koruma, Yaşamı Korumaktır derneğine üye olmalıyız!” sözcükleri kasvetli havanın yerini almaya başlamıştı.
HAMİT ERGÜVEN