Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi, 1995, İstanbul, İlk basım: 1990

Ocak ayı. Yeni bir yıla, çoğunu uygulamayacağımızı içten içe bilsek de planlarımızın heyecanları ve taze umutlarla başladığımız bu ay ne yazık ki yakın tarihimizdeki bazı acı olayların isyan dolu anılarıyla da hafızalarımızdadır. Hukuk profesörü ve yazar Muammer Aksoy, Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde vurulduğunda tarih 31 Ocak 1990’dır. Aynı yıl ‘40’ların Cadı Kazanı’nı yayımlayan Uğur Mumcu kitabını Muammer Aksoy’a ithaf ederken üç yıl sonra yine bir Ocak günü aynı kaderi paylaşacağını bilemezdi tabi ki.

“Bu kitabı, 31 Ocak 1990 günü düşürüldüğü pusuda karanlık güçlerce öldürülen, Atatürk İlkelerinin ve özgürlükçü demokrasinin yılmaz savunucusu, yorulmaz araştırmacı, erdem ve onur simgesi Prof. Dr. Muammer Aksoy’un anısına adıyorum. U.M”

Yakın tarihimiz ile ilgili okumalar, her seferinde Ümit Alan’ın sanırım üçüncü kez alıntıladığım “Türkiye tarihinden belge okumak, insana sonsuz bir ‘şimdi’ içinde yaşıyormuş hissi veriyor.” (1) sözünü hatırlatıyor bana.

Uğur Mumcu, “yazın tarihimizin pek aydınlanmayan bir bölümünü oluşturuyor” dediği 40’lı yılları, mahkeme ve Bakanlık arşivlerinden, Nazi Almanya’sının Türkiye’deki çalışmaları ile ilgili Türkiye’de ve Almanya’da yayımlanan kitaplardan, Alman Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden ve olaylarda adı geçen kişilerin kendilerinin ve/veya yakınlarının yaptığı açıklamalardan faydalanarak anlatmış. Kitabın sonundaki on beş sayfalık bölümde tüm bu kaynakların ayrıntıları yer alıyor. Mumcu, anılardan çok belgelere dayanmaya özen gösterdiğini de belirtiyor önsözde.

Tüm dünyada 40’lı yıllara damga vuran olay 2.Dünya Savaşı idi. Mumcu da kitabına, savaş yıllarında Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa (Killigil) önderliğinde Sovyet sınırları içerisinde bulunan Türk kökenli halklar üzerinden Hitler hükümeti ile yapılan Turancılık pazarlıkları ile başlamış. İkinci bölümde yine Turancılık üzerinden devam ederek 1944 Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası, 1945 Tan Matbaası olayı 1947 Dil-Tarih olaylarını anlatmış Mumcu.

40’lı yılların Türkiye siyaseti açısından önemli olaylarından biri de Demokrat Parti’nin kurulmasıdır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili hayatında taşlar yerinden oynarken, o günlerin öcüsünün ‘komünizm tehlikesi’ olduğunu görüyoruz kitapta. Siyasi aktörler birbirini komünist olmakla/komünistleri desteklemekle suçlarken 70’li yılların sağ-sol kavgasının temeli de “Komünizm/Irkçılık-Turancılık” karşıtlığı ile o yıllarda atılıyormuş aslında.

Kitabın üçüncü bölümünü ‘Köy Enstitüleri’ne ayırmış Uğur Mumcu. 1940’lardaki Türkiye’deki en önemli gelişmenin 17.04.1940 tarihli yasa ile Köy Enstitülerinin kurulması olduğunu düşünüyorum. Okulu ve öğretmeni olmayan Anadolu için büyük bir eğitim hamlesi ve gelecek için umut verici bir yatırım olan Köy Enstitüleri ve mimarı Hasan Ali Yücel de ‘komünizm’ suçlamalarından payını fazlasıyla almış. Mumcu Köy Enstitüleri konusunda yaşanan gelişmeleri 1947 yılındaki Hasan Ali Yücel- Kenan Öner (DP İstanbul İl Başkanı) davası üzerinden ele almış. 1948 yılındaki Sabahattin Ali cinayetine de bu bölümde yer vermiş.

Son bölümde ise Nazım Hikmet’in dönemin Emniyet Genel Müdürü ile görüşmesi, 40’lı yıllarda ülkeyi sarsan ‘Haşmet Orbay Olayı’, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın intiharı, ‘Muzaffer Kayalıbay Cinayeti’ gibi olayları siyasi yönlerini de ortaya koyarak incelemiş Uğur Mumcu.

Kitabı okumayı bitirdiğimde ilk düşüncem şu oldu;

“Bu ülke hep mi böyle karmakarışıktı? Hiç mi durulmadı? Neden?

Bu sorularıma cevabı, Uğur Mumcu 1990’dan kısmen de olsa verdi. Kitabının önsözünde şöyle diyor;

“Cadı kazanları bugün de kaynıyor. Kazanların içinde yananlar ve bu kazanların altlarına odun atanlar bugün başka başka insanlar. Ama sonuç değişiyor mu?

Hayır.”

 Geçmişi okumak bugün yaşananları anlamamız konusunda mutlaka işimize yarıyor, ama ne kadar ders çıkarabiliyoruz, deyim yerindeyse ‘akıllanıyoruz’ bilemiyorum. Her şeye rağmen, Nazım’ın Çankırı’da hapis yatarken Ferit Alnar’la birlikte ve özel bir izinle Tosca operasının çevirisini yaptığını öğrenmek bile bir umut yeşertiyor insanın içinde. Bir türlü gelmeyen geleceğe dair bir umut.

Kırmızı Başlıklı Corona

  • (1) Sabiha-Zekeriya Sertel, Davamız ve Müdaafamız, Can Yayınları, 2015