Varoluşçuluk felsefesinin 20. yüzyılda Camus ile birlikte en önemli temsilcilerinden sayılan Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre (1905-1980)’ın edebiyat alanında verdiği eserlerin belki de en az bilinenidir ‘İş İşten Geçti’. Sartre metni ilk önce senaryo olarak yazmış. 1947 yılında Jean Delannoy yönetmenliğinde filmi çekilen eser aynı yıl roman olarak da basılmış.

Sartre ‘İş İşten Geçti’de, tamamen farklı sosyal sınıflardan iki insanın, zengin ve güçlü Eve Charlier ile yoksul direnişçi Pierre Dumaine arasında “yaşanan” sıra dışı aşkı anlatıyor. Eve ve Pierre aslında birbirleri için yaratılmışlar ama aynı şehirde yaşamalarına rağmen dünya üzerinde bir araya gelememişlerdir. Eve, paragöz ve kurnaz kocası tarafından zehirlenerek, Pierre ise -neresi olduğu belirtilmeyen- ülkesindeki baskıcı yönetime karşı örgütlediği direniş hareketi içindeki bir muhbir tarafından aynı gün öldürülürler ve öbür dünyada karşılaşırlar. Dünyadaki yaşamları sırasında elde edemedikleri şans öbür dünyada kendilerine sunulur; yirmi dört saatliğine yaşama geri gönderilecekler ve hayatlarındaki tüm zorlukların, önceliklerin ötesinde aşklarını yaşamayı başarabilirlerse yeni bir yaşam hakkı kazanacaklardır.
“Yaşlı kadın …. meşhur 140’ıncı(1) maddeyi okuduğu deftere tekrar eğildi. Bu kez yalnızca özetledi:
– İşte yerine getirmekle mükellef olduğunuz şartlar: Hayata döneceksiniz. Burada öğrendiklerinizden hiçbir şey unutmayacaksınız. Şayet yirmi dört saate kadar güvenle ve bütün varlığınızla sevişmeyi başarırsanız, tam bir insan hayatına hak kazanacaksınız.”
Sartre, Varoluşçuluk felsefesinin 20. yüzyıldaki en önemli metinlerinden sayılan ‘Varlık ve Hiçlik’ eserini yayımladığı yıl yazdığı ‘İş İşten Geçti’nin varoluşçu düşüncenin etkisi altında yazılmadığını 1947’de yaptığı bir söyleşide açıkça belirtmiş.(2) Buna rağmen Eve ve Pierre’in “yaşadıklarını” Sartre ve Varoluşçuluk konusunda okuduklarımdan ayrı düşünmem mümkün olmadı. Sartre’ın, insanı önceden tanımlanmamış, yaşamını ve kendisini kendi kararları ve eylemleri ile belirleyecek bir varlık olarak ele alan düşüncesi, önceki yaşamlarında hiç var olmamış bir temel üzerine yepyeni bir yaşam kurmak yani bir anlamda kendilerini yeniden tanımlamak şansıyla/özgürlüğüyle yaşama geri döndürülen Eve ve Pierre için de geçerli değil mi? Sartre’ın Varoluşçuluk düşüncesine göre, insanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını belirler. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır yaşamı boyunca. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir.(3) Eve ve Pierre, ikinci yaşam şanslarında hem tek başlarına hem de birlikte yeni bir varoluşu gerçekleştirebilecekler midir acaba?
Aşk ve Sartre kelimelerinin birlikte bulunduğu bir metinde Fransız yazar ve düşünür Simone de Beauvoir (1908-1986)’dan bahsetmemek mümkün değil. 20’li yaşlarının başlarında tanışan Sartre ve de Beauvoir elli yıldan fazla sürecek bir ilişkiye başlarlar. Hiçbir zaman evlenmezler, hiçbir zaman aynı evi paylaşmazlar ve her ikisinin de başka ilişkiler yaşamakta özgür olduğu “açık” ilişkileri Sartre’ın ölümüne kadar sürer. Paris kafelerinde buluşup birbirlerinin çalışmalarını okuyup, değerlendiren bu çift benzersiz bir varoluş yaratmışlar.


Sartre’ın kurgusal evreninde Eve ve Pierre de kendi benzersiz tercihlerini yapıyorlar. Sonuç, Sartre’ın belki de en çok bilinen sözlerinde saklı.
“Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur.”
Kırmızı Başlıklı Corona
(1) Madde 140: Şayet birbiri için yaratılmış olan bir çift, idareye ait bir hata yüzünden, sağlıklarında karşılaşmamışlarsa, haksız yere mahrum edildikleri aşkı gerçekleştirmek ve müşterek hayatlarını yaşamak üzere, yeryüzüne dönmek isteğinde bulunabilirler ve bazı koşullar altında buna izin alabilirler.
(2) Paul Carrière, “Les Feux sont faits? Tout le contraire d’une pièce existentialiste,” Figaro, 29 April 1947, Web:11.02.2022
(3) Jean-Paul Sartre Kimdir? Hayatı, Eserleri, turkedebiyati.org., Web:11.02.2022