“Artık ölsem de gözüm açık gitmez” dedim yanımdakilere, yolun kenarındaki dar yeşil alana konmuş küçük, rengarenk çadırlara bakarken.  Üzerinde “Everyday I’m Çapuling”  yazılı pankartın yanında duran mavi çadırın fermuarı üstten açılıp dışarı esmer, kirli sakallı bir kafa uzandı. Yarı açık gözlerine, nerede olduğu sorusunu sormuş olmalı ki, fıldır fıldır dönmeye başladılar. Yumuk gözler, karşıda duran Devrim Marketi’nin tezgâhında sıralanmış çöreklere, simitlere doğru yol aldı. Fokurdayan çaydanlığın yanında, ”burada her şey parasızdır, istediğinizi alabilirsiniz” yazıyordu; kendi yazısını tanıdı.  Alışveriş merkezinin arkasında duran aydınlık yüzlü genç kadın, gülücüğünü dişlerine doğru yayarak “Günaydın” dedi.  Çadırın fermuarı sonuna kadar açıldı; kedi duruşu bütün çadırın içini kaplayan genç adam saçlarını karıştırıp tişörtünü çekiştirdi. “Gaz maskem nerede?”, telaşla arkasına baktı.

Oradan revire doğru yol alırken, kalın iplerle ağaçlara tutturulmuş geniş tentelerin altında, toprağa serili çeşit çeşit kilimleri süpüren iki kadına rastladık. Geleneksel Gaz Festivali mekânının sabah temizliğini yapıyorlardı. Önlerindeki masanın üzeri; sirke şişeleri, süt kutuları ve su şişeleriyle doluydu. Geniş kapların içindeki suların, kedi ve köpekler için olmadığını biliyorduk. Biber Gazı fişekleri, içlerine sokulup söndürülüyordu. Tam üzerinde ise “Oh Biber” afişi vardı.  Gazkonmaz sokağının çadır sakinlerinin bazısı gazete okuyor, bazısı çayını içiyordu. ”Direniş Sitesi” çadırlarında birinden şikâyet sesi geliyor, “Saatlerdir gaz yemedik, nasıl canım çekti” diyordu. Arkadaşı, büyük bir kâğıda hamile bir polis aracı çizmiş, altına şunları yazılmıştı: “kız olursa Tazyik, erkek olursa Toma.” Ardından ikinci kâğıdı uzatıyordu: “Biber gazı sıkmanıza gerek yoktu bayım; zaten duygusal çocuklarız”

Merdivende oturan çocuğun ayaklarının altı su toplamış, üzerlerine basamadığını söylüyordu. Kollarında dövme var;  kulağında, kaşında birkaç tane piercing. Acı çektiği belliydi; “Günlerdir ayakta kalmaktan oldu” diyordu. Revirden aldığı pomat ile giysi alanından aldığı yeni çorap yanında duruyordu. Sesini kontrol etmesinden, kurduğu cümlelerden, iyi eğitim almış olduğu anlaşılıyordu. Havuzun öte yanındaki katlanır masanın arkasında, uzun sarı saçlarıyla kameraya doğru İngilizce konuşan kız, yabancı bir televizyona demeç veriyordu. İnternet üzerinden yayına başlayan Çapul Televizyonunun önünden geçtik. Program adlarını okuyunca içim içime sığmadı, tepemden tırnağıma sevinçle doldum. Gezi’nin komün hayatını kuran, yaşadıklarından sıcağı sıcağına komik bir taraf bulup ortaya döken bu çocuklara çok imrendim.

Sözlerini yazdılar oracıkta duvarlara, defter yapraklarına, içine türlü türlü muziplik katarak; kendi şarkılarını bestelediler ve söylediler çimenlerin üzerinde; çizgiler ve renklerle süslediler gri betonu bin bir yaratıcılıkla. Gerçek İstanbul Bienali buradaydı. Gece gündüz üzerlerine su sıkılıp, biber gazı yiyip, coplanıp, kovalanıp bunları yaptılar ya, aşk olsun onlara derken; 1970’li yılların sonuna doğru fakülte binasının bodrum katında hazırladığım duvar panosuna iliştirdiğim kendi gençliğim geldi aklıma. Beğendiğim şiirleri temiz kâğıda yazıp asıyordum. Gazete yazıları kesiyordum edebiyatla ilgili, fotoğraflar buluyordum dergilerden, nasıl seviniyordum. Birkaç hafta heyecanla yaptım tüm bunları. Bir sabah, bir gün önce astığım Nihat Behram’ın şiirinin olması gereken yerde olmadığını gördüm. O sıralarda çıkan, çok beğendiğim Militan adlı dergide yayınlanmıştı. Şiir orada kalamadı. Dünyayı değiştirmeye kararlı sol grup, öteki sol grubun desteklediği şairi istememişti. Şimdi katılıktan, kurallardan, asık surattan sıyrılmış, kendi basamaklarını yaratmış Gezi Çocuklarının yanında, başka bir biçimin mevcudiyetini tamamen kavrıyorum.

Bugün “ölsem de artık gam yemem” dedirten bu çocukları, birkaç ay önce tiyatro sahnesinde görmüştüm. Lise öğrencileri oyunun içine kendi esprilerini, mizah dolu eleştirilerini, komik beden dillerini öylesine katmışlardı ki hayret ve hayranlıkla salondan ayrılmıştım. Füzyondan enerji üretimi projesinde çalışan oğluma sorduğum bir soru vardı: “Peki oğlum bunun sonuçlarını biz, babanla ben görecek miyiz?”  Cevabını bugün burada, Gezi parkında daha iyi anlıyorum: “Anne sanırım ben bile göremeyeceğim, aslolan bunun için çalışmak ve ilerlemek. Bizden önce başladı, devam ediyor ve sonra devam edecek, bu arada ortaya çıkanlarsa hepimiz için.”            

*2013 Haziran’ında Haberakis’te yayınlandı.