ENKİDU açtı ağzını  başladı konuşmaya

Ve şöyle dedi GILGAMIŞ’a

Başarsam bile

Ormana girmeyi.

Ve orada bir yol açmayı,

Felç olur kollarım

Fakat GILGAMIŞ açtı ağzını

Ve şöyle dedi dostuna,

Ne diye başımız eğik

Dönecekmişiz geriye?

Buraya gelinceye kadar tüm yolları aştıktan sonra

Ve işte karşısındayız ormanın

Geri dönmemeliyiz

Tüm yolları aştıktan sonra

Nisan 2020 de tam olarak tanımlanamayan bir düşman insanlığa savaş açmıştı. Düşmanı hiçbirimizin gözü görmüyor, kulağı işitmiyordu fakat tüm basın, yayın, sosyal medya doğrusu kanıtlanmamış birçok haber veriyor, bizler ne yapacağımızı bilemiyorduk. Çaresiz ve korkulu bir bahar başlamıştı. Ortalık çiçekli, mis kokulu bezenmişti ama bu bilinmez düşmanın nereden saldıracağı belli olmadığı için, gözümüz hiçbir güzelliği görmüyor, duymuyor, sadece düşmanla mücadele ediyor, bütün önlemleri en sıkısından alıyorduk. Kiminle, neyle, nasıl savaşacağımızı bilseydik, savaşmak daha kolay olacaktı. Günlerce evlerde oturmaktan bunalmış, bezgin bir haldeyken, evimden çıkıp sahile doğru yürüdüm. Biraz hava almak, çimenleri, çiçekleri, ağaçları görmek iyi gelir diye düşünürken, Kalamış Parkı’nın çepeçevre bantlarla kapatıldığını, içinde oturmanın ve yürümenin yasaklandığını, devriye gezen polislerden öğrendim. Etrafa bakınınca hiçbir şey normal gözükmediği için bunun gerçek mi, rüya mı olduğunu anlamak mümkün değildi.

Günlerin farklılığı kalmamıştı, birbirinden ayıramadan öyle çok gün geçti ki, bahar bitip, yaz geldi, yazın düşman biraz sakinledi derken, kışın yeniden alevlendi, kudurdu. Nisan 2021 gene aynı park, gene güzel çiçeklerle bezenmiş çimenler, ağaçlar, gene hasret kalınan birlikteliklerimiz, yaz, sonbahar, kış sonrası Nisan 2022.

Düşmanı biraz yendik sayılır ya da savaşa biraz ara verdik. Bu bahar Kalamış Parkı bantlarla kapatılmadı, özgürce yürüyoruz oturuyoruz, elimde tabletim biraz yürüyüşten sonra, şöyle çimenlere uzanıverdim.

Sonra GILGAMIŞ

Yüksek bir dağın doruğuna çıkıp

Tütsülüğünü boşalttı

Ey Dağ mutluluk vaat eden

Bir rüya görmemi sağla!

(Bunun üzerine) Enkidu

Rüya ayinine başladı

(Gılgamış için)

Bir kasırga esip geçerken

Sonra yatırdı onu uyusun diye,

Ve büyülü bir çember içine kapattı.

Çenesini dizlerine

Dayayınca GILGAMIŞ

İnsanların üzerine çöken uyku

Onu da aldı kollarına.

Kulağımda türlü kuş cıvıltıları, çocuk sesleri, mis gibi çimen, çiçek kokusu ulu ağaçları seyrederken tabletimde okuduğum son cümle ile başlayan bir rüyanın içinde olduğumu anca uyanınca fark edecektim.

Tarihte o kadar gerilere gitmiştik ki, M.Ö 3000 yıllarında, tam da taş tablette anlatılan Uruk kentinden Enkidu ile tepeler, dağlar aşıp, günler günler sonra büyük denize akan bir nehrin kenarındaki küçük bir ormanda dinlenmek istedik. Karnımız çok acıkmıştı, ancak denizdeki balıkları görmemizle birlikte, etraflarının grimsi köpüklü sularla kaplı olduğunu, yememiz için uygun olmadıklarını anladık. Buradan daha temiz denizlere gidebilmek için gelip geçen yelkenlilere el ediyorduk ki, bazı kişiler yat limanı satıldı, siz kimsiniz? Yaban kılıklılar çekilin buradan buraya ait değilsiniz, binemezsiniz her istediğiniz yelkenliye dediler.

Dönüp ormana doğru yürüdük, bulduğumuz bitkileri, meyveleri toplayıp karnımızı doyurmak istiyorduk, hangi bitkiyi, meyveyi toplasak ellerimiz kaşınıyor, yanıyordu. Kullanılan tarım ilaçlarını vücudumuz tanımadığı için alerji olmuştuk. Bir çalılık kuytusunda uyuyakalmışız. Gece karanlığı bağırtılı seslerle uyandık. Müzik ruhu dinlendirir zannediyorduk ama bu çok korkutucuydu. Tam müzikten uzaklaşalım derken, kuş gibi uçan, renkli, ışıklı bir cismin üzerimizde dolaştığını gördük. Bizi mi arıyordu bilemedik. O esnada ormanın dışından uğultulu sesler geliyordu. Sürüne, sürüne seslerin geldiği yöne gittik, TAM 7 tane 7 ayrı renk araba yan yana sıralanmış, yarışa hazırlanıyor, 7 yarışçı alkışlar, bağırtılarla arabalarına biniyorlardı. Biner binmez hızlandılar, arabalarının tekerleklerinden ateş çıkıyor, gürültü gittikçe artıyordu. Ortamın kaosundan önce kimse bizi fark etmedi. Fakat bir süre sonra gençlerden kim bu yabanıl tipler, nereden geldiler gibi homurtular başladı. Yeniden ormana doğru hızlıca yönelip oradan uzaklaşmak istiyorken, HUMBAMBA gökte bütün heybetiyle göründü. Sedir ormanında bütün ağaçlar onun hiddetinden çıkan enerji ile sala sola savruluyor, HUMBAMBA’nın gözlerinden ateşler çıkıyordu. Uzun uzun karşılıklı dövüşlerden sonra, bir anda onu öldürmeye karar verip, Enkidu ile saldırdık, HUMBAMBA’yı parçaladık.

Öyle yorgun düşmüştük ki yeşilliklere uzanıp dinlenelim derken uykuya dalmışız. Uyandığımda hava kararmış, yeşillikleri elinde hortum, bir belediye görevlisi suluyordu, yerde yattığımı fark etmeyip bir güzel ıslatmıştı beni. Aniden ayağa fırladım, Kalamış’ta kendimi Gılgamış rüyasının ortasında bulmamın nedeni, sanırım bayramda tatlıları fazla yiyince yükselen kan şekerimdi. Öyle derin uykuya dalmama sebep olmuştu ki, MÖ 3000’lere kadar gitmiş, kendimi GILGAMIŞ olarak görmüştüm.

 SERAP ALSIRT