Balkondan ayrılamaz olmuştu. Çok bir şey kalmadı diye düşündü Theodora. Bir yıla varmaz biter. Bu kadar ihtişamlı olacağını hayal bile edememiştim. Hagia Sophia adını verdikleri kiliseden bahsediyordu kendi kendine. Anımsamak istemediği güne dönen hafızasını dizginledi. Ne kadar engellese, ne kadar üstünden yıllar geçse de kulaklarından “Nika! Nika!”çığlıklarını temizleyemiyordu. İsyanda yakılan bazilikanın yerinde yapımı devam eden kiliseye altın bilezikler dolu kollarını uzattı.  “Ey Hagia Sophia! Ne kadar birbirimize benziyoruz değil mi? Küllerimizden doğduk,” yüzyıllarca Ayasofya adıyla ayakta duracak yapının kendisini duyduğundan emin, sözlerine devam edecekti ki ardında dakikalardır onu izleyen Jüstinianus’un beline sarılıp boynunu öpmesiyle konuşmasını kesmek zorunda kaldı. 

– Seni burada bulacağımı biliyordum.

Gülümseyerek kocasına dönen Theodora dudaklarını onun dudaklarına yaklaştırarak fısıldadı.

– Öyle mutluyum ki. Bu aşkımızın tapınağı. O ilerledikçe biz de daha çok birbirimize bağlandık farkında mısın?

Justinianus sağ omzundan sarkan erguvani renkli pelerininin altına aldı karısını. Bir an ihtişamlı taçları birbirine tokuşunca gülümsediler.

– Sana o kadar minnettarım ki. İsyanda kaçmaya yeltendiğimde  “İktidar harika bir kefendir,” sözünü anımsatarak beni durdurmanı unutamam. Çaresiz otuz bin kişi katledildi. Artık takım adı altında taraftar gruplarını politize eden ne Maviler var, ne Yeşiller. Hepsini yasakladım. Sana aşığım ama en çok politik zekana aşığım. Senato toplantıları sensiz olmuyor. Alınan kararlarda,  kanunlar hazırlamamda etkini seviyorum. Aşkımız da fırtınalı oldu ama biz mücadeleden vazgeçmedik.

Theodora bu sözlerle her zaman dik tuttuğu başını biraz daha dikleştirdi.

– Önümüzde kimse duramaz demiştim sana. Yine de beni sana kavuşturan anneme minnettar olmalıyız değil mi?

– Evet meleğim evet, o olmasaydı çok zordu.

Jütinianus Theodora’nın sur moru giysisine işlenmiş değerli mücevherlerden birkaçının üzerinde işaret parmağı ile daireler çizdi.

– Şimdi saray işlerine dönmeliyim. Yemekte görüşürüz meleğim.

Theodora imparatorun ardından yüzünü yine Hagia Sophia’ya çevirdi. İki elini birkaç kez birbirine çırptı. Daha hızlı çalışmalılar. Daha hızlı. Dört yıl oldu ama bir asır gibi geliyor bana.

Jüstinianus ile evlenmek için çabaladığı yıllar da öyle asır gibi gelmişti Theodora’ya. Şarkıcılıktan, dansözlükten, birçok sevgilisi olan yaşamından elini ayağını çekmiş, saraya yakın bir ev tutarak yün eğiriciliği yapmaya başlamıştı. Artık dansözken giydiği, Roma halk kadınlarının uzun, bol ve kapalı giysilerine karşın göğüslerini açıkta bırakan, sıkı, geniş kemerli, kolsuz, etek uçları oynarken daha işveli olmasını sağlayan renklerle bezeli elbiseleri giymiyordu. Onun kıvrak dansları ile nutku tutulan, o kolların arasında, o eteğin altında olmayı düşleyen erkekleri ardında bırakmıştı. Tek amacı saraya girmekti. Bunu da başardı. Bu çok güzel, zeki, nüktedan kadın, asıl adı Petrus olan Jüstinianus’un ilgisini kısa zamanda çekti.  

Petrus  imparatorluğun en cengâver askerinin yeğeniydi, onunla  kaderim değişecekti, kendimi onun ellerine bıraktım.  Akşam olmak üzereydi. Kilisenin ilerideki rengini verecek kızıllık yavaş yavaş çöküyordu o bunları düşünürken.

İşte karşısında, Bizans’ın en leziz yemekleri taşan masanın öbür ucunda oturuyordu şimdi o adam. Hem de imparator olarak. “Hemen evlenelim,” demişti Theodora’ya. Saray ayağa kalkmış, en çok kadınlardan tepki görmüştü. Süt domuzundan bir lokmayı ağzına atarken, Jüstinianus’un “Şerefine meleğim,” diye kaldırdığı altın kadehine karşılık verdi. Yüzünde onu zorlayan anıların esintisi hissediliyor mu diye kaygılanıyordu bir yandan. O Euphemia beni dört yıl, evet tam dört yıl bu saraydan mahrum bıraktı. Jüstinianus her ihtiyacımı karşılamaya başladı ama sarayda yaşamaktı benim amacım. Yıllar geçti, ben bile inanamıyorum bu şatafatlı yaşantıma. Ölmedi kadın, ne yapsak ölmedi. Annem önce büyücü büyücü gezdi, birkaç büyü denedik. İki yıl öyle kaybettik, baktık olmuyor.

– Meleğim bu akşam neyin var? Huzursuz görünüyorsun. Kiliseyi kafana taktıysan öğleden sonra bin kişi daha eklensin çalışanlara diye emir verdim, merak etme sen.

İşte anladı halimi, onu üzmemeliyim telaşıyla kadehini kaldırdı Theodora. Sofradaki yiyecekleri bir kez daha süzdü. Büyü fayda etmeyince zehir peşine düştü annem. Kafasız Euphemia, onu zehirlediğimizi anlayamadı, yavaş yavaş yaptık zaten. Bir gün bize de yaparlar mı diye düşünmeden edemiyorum. Aslında bir cadı kazanında yaşıyoruz, düşmanımız çok. Ama o kadın arandı. Neymiş dansözmüşüm, imparatoriçe hazretleri olarak sarayda dansöz olmazsına izin veremezmiş, son sözüymüş. İmparator bile onay vermişti oysa. Ne oldu, bütün Bizans benim işte. İmparatoriçe nasıl olurmuş bütün Bizans’a gösterdim.

Dudaklarını yayılan gülümsemeye kocası da eşlik etti.

– Gel hadi aynı balkona çıkalım. Aşkını izlemeye devam et karanlıkta bile.

– Sen benimle alay mı ediyorsun yoksa?

– Yok meleğim nasıl alay ederim seninle? Sen benim ruhumsun.

Derin bir nefesle sanki tapınaktan geliyormuş gibi havayı içine çekti Thedora.

– Mehtapta bir başka oluyor onu seyretmek. Sahi bin kişi emri verdim dedin de dört yıldır yirmi bin kişi çalıştı bin kişiyle bir şey fark edecek mi?

– Sen iste bütün Konstantiniyye halkını çalıştırırım ben.

Theodora tüm ağırlığını unutup geçmiş yılların dansöz kahkahalarından birini balkona serdi. Jüstinianus bu şehvetli kahkahaya dayanamayıp Theodora’nın belini kavradığı gibi kucağına aldı. İşte ne sarhoş avutan bir dansöz, ne de ayı oynatıcısı babası ölünce çaresizlikten  “Kocamın işini yapmak istiyorum, yaptırmıyorlar, merhamet edin şu üç yetimime,” diye o sırada araba yarışları düzenlenen hipodroma fırlayan annesinin eteğine sarılmış yedi yaşındaki Theodora değildi artık. O gün, o küçücük bedeni, neredeyse tüm şehrin dörtte bir nüfusunu içine alan, dört bir yanı heykellerle kaplı hipodromda küçüldükçe küçülürken altın, gümüş, bakır alaşımdan yapılmış dört atın çektiği bir araba heykeli gözünü kamaştırmıştı. Heykel imparator locasının üzerinde duruyordu. Yüreği gördüğü manzara karşısında hızla çarptı. Zorla hipodromdan çıkarılırlarken Thedora gözlerini o locaya emanet bıraktı. Yıllar sonra o locadan şenlikleri, sportif faaliyetleri, ölümüne dövüşen gladyatörleri, esir kölelere saldıran aç aslanları seyredeceğini biliyordu sanki.

Babası geldi gözünün önüne. Ayaklarına yağ sürdüğü bir ayıyı ateşte kızdırdığı saçın üzerinde müzikle eğitirken onu yanına çağırıp “Öğren bu işleri, kolay değil sabır ister, bir gün sen de yapacaksın” deyişi. Jüstinianus’a sıkıca sarılıp kokusunu içine çekerken öğrendim diye içinden geçirdi. Öğrendim baba, yol uzun ve dikenli olsa da imparator bir kocayı sonra koskoca bir imparatorluğu yönetmeyi öğrendim.

Ceyda Sevgi Ünal