Bu sabah klarnet sesiyle uyandım, öyle içten öyle güzel nameler geliyordu ki kulağıma. Mahalleye taşınalı henüz birkaç ay olmuştu, önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım, geldiğimden beri henüz kimseyi tanımıyor, olanlara bir anlam veremiyordum. Evde olduğum zamanlarda aralıklarla zilim çalıyor, tanımadığım birisi öyle içten ‘’abla kusura bakma, yanlış bastım.’’ diyordu ki, her seferinde acaba unuttuğum bir tanıdık mı diye düşünüyordum. Asansörde karşılaştıklarım günaydın abla, iyi akşamlar abla diye söze girip hal hatır soruyor, aklıma çalışmayıp evde olsam, her an çat kapı gelen bir ziyaretçimin geleceği, yalnız kalmayacağım düşüncesini düşürüyordu. Fakat anında bir başka şey oluyor, ağzındaki sakızı eline alan asansör de bir yere rahatça yapıştırıyor, iyi günler diyerek geçip gidiyordu. Karşı komşumun arada aralanan kapısından görünen avize, Dolmabahçe Sarayı’ndakileri anımsatıyor, fakat aynı dairenin kapısının önünde ayakkabılar terlikler rengârenk, yığın halinde duruyordu. Alt ve üst kattaki, yan bloktaki komşular daima yaptıkları pasta börek ve yemekleri birbirlerinin evine taşıyor, koridorlardan gülüşmeli konuşmalar, kahkahalar eksik olmuyordu.

Bu sabah da klarnet eklenmişti bu neşeli mahalleye. Ne güzel! Diye düşünüp pencere doğru ilerlediğimde, zaman zaman görüp aşina olduğum kişilerin her zamankinden farklı, daha renkli olduklarını fark ettim. Kadınlar satenli dantelli giyinmişlerdi, saçlarını açmışlar ya da toplayıp çiçek takmışlardı. Saçları jöleli delikanlılar, sabahın erken saatlerinden beri bir aşağı bir yukarı geziniyor, arada bir de üçlü beşli gruplar halinde toplanıp konuşuyor, gülüşüyorlardı. Uzaktan gelen bir çiftin elinde her yeri çiçeklerle süslenmiş, balonlar takılmış iki plastik koltuk görünce, bugün burada bir düğün olacağını anladım. Klarnetçi bütün gün mahalledeki sokakları dolaştı çaldı durdu. Klarnete bir ara keman, zaman zaman da darbuka eşlik etti.

Güneşin etkisi geçmeye başlayıp, akşam olunca, sabahtan beri gezinenlere renkleri, sırmaları, dallı güllü kıyafetleri ile yenileri eklendi eklendi. Müziğin ritmi artıyor, ortam seslerine dokuz sekizlik ritim eklendikçe gelenler coşup, taşıyordu. Delikanlılar beyaz gömleklerinin yakasını açtıkça açıyor, sırmalı, çiçekli kızlar arada eteklerinin bir ucunu eliyle beline takıp daha da coşkuyla oynuyor, kahkahalar ortalığı inletiyordu. Zaman ilerledikçe seslerin tonu biraz kalınlaştı, kahkahalar yerini bağrışmalara bıraktı. Derken çok detayı anlaşılmayan ama ortalıkta dolaşan, ‘’ben bunu yaptım, ben şunu aldım, ben şunu yedim’’ sözlerinden anlamsız bir çekişmenin başladığını anlamıştım. Müziğin ritmi arttıkça, oyunlar ile çekişmeli sesler de arttı. Bir ara bazılarının oyun değil de saç baş yolma, yumruk atma tarzına geçtiği görünüyor, acaba bu da bir çeşit oyun mu diye düşünüyordum. Çünkü bir kısmı kendinden geçmiş oynamaya devam ediyordu. Birinin kafasından akan kandan bunun oyun olmadığını anlamamla polis arabaların sirenlerinin duyulması bir oldu. Polis gelip kavgaya karışan gençleri alırken, annelerinin bağrışıp yerlerde sürünürken yalvarmalarına ve ‘’yok abi, yanlış anladılar, yok vallahi biz oynuyoz, çok eğleniyoz.’’ sözlerine aldırmadan götürüldüler. Eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar aynen devam etti. Sabah güneş ışırken, yarı uykulu yarı uyanık delikanlılar, evdeki topuklu kadın terliklerini ayaklarını yarı yarıya takıp bakkala gidiyor. Akşamdan sokakta kalan patlak balonlar, rafyalar, çikolata şeker kağıtları, meyve atıkları hiç de tuhaf gelmeden yeni güne başlıyorlardı.

Birkaç gün sonra uzaktan gelen bir akrabam bizi alt kattakilere sorunca, isim olarak bilemediklerinden, eşi keman çalar gibi hatırlatmaya çalışmış, ‘’haa sen çalgıcıları soruyorsun’’ cevabını alıp bizim daireyi göstermiş, bunu duyan eş dost uzun zaman bana çalgıcı karısı Binnaz diye takılmıştı. Bu çok candan, samimi, heyecanı yüksek komşularıma alışmaya çalışıyor, her geçen gün yeni bir özelliklerini fark ediyordum. Belki tuhaflık bizdeydi diyordum içimden, aşırı kurallar ile kendimizi dar kalıplara sokuyor, boşu boşuna gerilip neşemizi kaçırıyorduk. Oradan taşındığımız gün, eline küçük tüpünü almış bir komşu sokakta kızartma yapıyordu. Selamlaştıktan sonra ev kokmasın sokağa çıktığını anlatmaya koyulmuştu. Zaman zaman şu soru aklıma gelir, önemli olan hangisi, hangi ortamda daha mutluyuz?

SERAP ALSIRT