Cem Say, En Hakiki Mürşit, Doğan Kitap, 2021, İstanbul
Cem Say, 1987 yılında mezun olduğu Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde 2003 yılından beri “Prof.Dr.” ünvanı ile öğretim üyeliğini sürdüren bir bilim insanı. 2018’de yayımladığı ’50 Soruda Yapay Zeka’ ve 2020’de yayımladığı ‘Yeni Dünya, Yeni Ağ’ kitapları ile “popüler bilim” alanında eserler vermeye başlamış. Üçüncü kitabı ‘En Hakiki Mürşit’e yazdığı önsözde “Bilim benim hem işim hem aşkım hem de Atatürk’ün kitabın kapağında gördüğünüz sözünde dediği gibi, dünya görüşümü şekillendiren kılavuzum.” diyor Say ve “…daha geniş bir çerçevede “bilim”i (“sözelciler” dahil) herkese anlatmaya, bu aşkı yayabildiğim kadar yaymaya niyetliyim.” ifadesiyle açıklıyor kitaplarının varoluş sebebini.

Her zaman gerçeğe olabildiğince yakın kalmaya uğraşan ve hiç sonlanmayan bir süreç olarak tanımlıyor Say bilimi kitabın başında. “Büyük oyun”ların, “komplo”ların, “aşı karşıtlığı”nın, “alternatif tarih söylemleri”nin ve birçok temel alanda sürekli maruz kaldığımız düpedüz “yalan”ların (hepsine toptan post-truth/hakikat sonrası mı demeli?) (1) havada uçuştuğu günümüzde, benim için iyi bir sığınak bilim. Bir popüler bilim kitabında mutlaka olması gerektiğine inandığım, eğlenceli bir anlatımla, esprili bir dille, bilim tarihindeki dönüm noktalarının biraz daha insani/magazinsel öyküleriyle, bilimsel gerçeklerin yaşamımızdaki şaşırtıcı örnekleriyle ve geleceğe dönük gelişmeler ve umutlarla, evrenin bir merkezinin olmadığını anlatırken bile okuyucu olarak benim ayaklarımı yere daha sağlam basmamı sağlıyor ‘En Hakiki Mürşit’ gibi özenle yazılmış bir popüler bilim kitabı. Bu arada evet, evrenin bir merkezi yokmuş! Her şeyin merkezinde kendisini gören insan türüne özellikle duyurulur.
“İnsan kendisini her şeyin merkezinde sanır. Şöyle bir etrafa bakın. Siz ortadasınız, diğer şeyler de çevrenizde değil mi? Siz bir tanesiniz, diğerlerinden çok var. Sizin takımın mazisinde bir tarih yatıyor. Sizin milletiniz “necip” millet. Sizin türünüz (insanlar) duygu ve düşünceleri olan, özgür iradeye sahip canlılar, diğerlerini ise kesip yiyebilirsiniz.
Bilim tarihi, bu “Biz çok özel bir yerdeyiz” düşüncesinin dilim dilim çöpe atılmasının öyküsüdür”

Kitap sekiz bölümden oluşuyor. MÖ 300’de Öklid tarafından yazılan matematik kitabı ‘Elemanlar’dan, Carl Sagan ve Frank Drake tarafından ikili sayı sistemi ile hazırlanıp 1974’te uzaya gönderilen ilk mesaja (henüz cevap alamamışız) kadar pek çok konudan bahsediyor Cem Say. Güncel bir konu olarak “38 yıllık akademik yuvam” dediği Boğaziçi’ndeki direnişi ve 1.1.2021 tarihindeki ilk rektör atamasından itibaren neler yaşandığını ilk elden, çoğu zaman sosyal medyada gördüğümüz güneş, yağmur, çamur demeden Rektörlük binasına arkasını dönen direnişçilerden biri olarak anlatıyor.
Kitapta ilginç ve öğretici bulduğum bölümlerden biri de ‘Bu ülkede bilim’ başlığını taşıyor. 16.yüzyılın ikinci yarısında çağının en önemli gözlemevini, dönemin padişahının da desteğini alarak İstanbul Tophane’de kuran zamanının en iyi astronomlarından Müneccimbaşı Takiyüddin’in ve gözlemevinin başına gelenler çok üzücü ama hiç şaşırtıcı değil. Danimarka’daki meslektaşı Brahe ile birlikte o zamanın en önemli gözlemlerini yapmaktadır Takiyüddin. Fakat saray içindeki çekişmeler, “Takiyüddin ve ekibi yıldızlara bakma bahanesiyle meleklerin bacaklarını gözetliyor” söylentisine ve Şeyhülislam’ın “Gökyüzünün araştıran devletler harap olup yıkılır” konulu raporuna kadar uzanır ve Padişah’ın buyruğu gecikmez; “Derhal yıkıla!” 1580 yılı Ocak ayında Osmanlı donanması Osmanlı’nın gözlemevini top ateşiyle yerle bir eder.

Kitapta yer alan bilim tarihi ile ilgili pek çok anı/hikaye çok hoşuma gitti ama özellikle birisi öne çıkıyor. Sivas Lisesi’nin çalışkan öğrencisi Saadet, ziyaretlerine gelen Cumhurbaşkanı’na o derste ne işlediklerini anlatmaya başlar; “Müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri birbirine müsavi müselles demektir.” Cumhurbaşkanı Saadet’e “Tahtaya bir ikizkenar üçgen çiz çocuğum.” deyince aldığı cevap “O nedir bilmiyorum.” olur. Yıl 1937’dir. Atatürk önce okul müdürüne, sonra yanındaki Milli Eğitim Bakanı’na Türkçe terimleri içeren kitapların bir an önce okula ulaştırılması talimatını verdikten sonra tebeşiri eline alıp anlatmaya başlar ‘ikizkenar üçgenin açılarını’. Bu anının güzelliklerinden biri de yazarın babası Cemil Say’ın o gün, o sınıfta Atatürk’ten Pisagor teoremini dinleyip anlayan öğrencilerden biri olması.

Yazarın uzmanlık alanı olan yapay zeka konusu da kitapta önemli bir yer tutuyor. Fen bilimlerinin en şaşırtıcı sonuçlarından birinin, robot olduğunun farkında olmayan robotlar olduğumuzun nihayet farkına varmamız olduğunu söylüyor yazar. ‘Hem biraz 0 hem biraz 1 olabilen kuantum bitleri’, ‘kendi geçmişine bilgi gönderebilen bilgisayarlar’, ‘çizge kuramı’ gibi “Bir kez daha okursam iyi olur.” dediğim konular hep bu bölümde!
“Işınla bizi Scotty!”

Popüler bilimin benim için olmazsa olmazı bu muhteşem seyahat yöntemidir. Çocukken Uzay Yolu’nda ilk kez gördüğümden beri hep gerçekleşmesini beklemiş ve dilemişimdir. Bir süredir de bilimsel hiçbir dayanağım olmadan, tamamen içimden gelen bir hisle ışınlanmanın başarıldığına ama bize açıklanmadığına inanıyorum (“oyun büyük!”). Şimdiki beklentim ve dileğim de ben yaşarken halka açılması! Nitekim Cem Say da önce Uzay Yolu’nda görüp sonra kullanmaya başladığımız pek çok şeyi sıralamış kitabında; cep telefonları, tablet bilgisayarlar, otomatik çeviri, konuşarak iletişim kurabildiğimiz bilişim sistemleri, sanal gerçeklik, Stephen Hawking’in dünyayla iletişim kurmasını sağlayan destek bilgisayarı vbg… Benim ışınlanmaya olan biraz eğlenceli, biraz umutlu inancımı Cem Say, Uzay Yolu’ndan yola çıkıp bilime bağlamış. Ben de yazımı bu güzel gelecek inancıyla, bilimdeki umutla bitireyim.
“Uzay Yolu’nu diğer bilim kurgu başyapıtlarından farklı kılan özelliği, geleceğe ilişkin barındırdığı umut mesajı. Şimdi sıkıntıda olabiliriz, ama aklı ve bilimi öne çıkarırsak hem barışa hem de bolluğa ulaşabilir, hastalığı ve sömürüyü silebilir, doğanın harikalarını birlikte keşfedebiliriz. İlle bir şeye inanacaksanız buna inanın.” Ve bir de ışınlanmaya. 😊
Ayşegül Ayman
- “Post-truth: Nesnel hakikatlerin/gerçeklerin/olguların belirli bir konu üzerinde kamuoyunu/halkın görüşünü belirlemede/oluşturmada duygulardan ve kişisel kanaatlerden/inançlardan daha az etkili olması/olması durumu/olması hâli.”, POST-TRUTH KAVRAMI VE TÜRKÇE KARŞILIKLARI ÜZERİNE, Terzi Adem, tdk.gov.tr, 04.2020, web:17.06.2022