Eminönü İstanbul kitapçısında arkadaşımı beklerken kitaplara göz atıyorum, tatilde okuyacak bir kitap arıyorum. Şezlongta yatıp bestseller okuyanlardan değilim. Tam tersi zor okunan kitaplar ya da okumaya vakit bulamadığım kitapları koyarım bavuluma.

Lale Müldür’ün Bizansiyya’sı raflardan mor rengiyle bana göz kırpıyor, Kitap arka kapak yazısına göre şizofrenik, hedonist bir şehri yani Bizans ile Konstantiniyye’nin birleşmesi olan Bizansiyya’yı anlatıyor şair.

Dalyan yolunda başlıyorum Bizasiyya’ya. Leonard Cohen karşılıyor beni…

Suzanne sizi aşağıya alır

Nehir kıyısındaki yere

Geçen gemileri duyabilirsiniz.

 Lale Müldür on beş yılda yazmış bu kitabı. Şair roman yazma serüvenini 2002 yılında geçirdiği ve ölüp tam anlamıyla yeniden dirilmek olarak nitelendirdiği beyin kanamasına bağlıyor. İsa fantezileri, Fellini ve Passolini filmleri, kabala hesapları, Tasavvuf, Croissant ve kahve, France Culture, Wittgenstein, Belçika, Floransa, Çin… Müldür’ün beyin kıvrımları arasında yol alıyorum, kitapta.

Simpatiya

Bizantiya, Istanbul, allegria

Satırlar arasında şizofrenik şehrin kalp atışları, şairin ve benim kalp atışlarıma karışıyor.  Müldür’ün yarattığı bu yeni dil, biliyor muyum yoksa…

Oh mistica di İstanbul

Kostntinople Kostantinople

Un mage bravus

Un mage narsistu

Oh monopoly di İstanbul

Klimanjaro, Kazanlanka

Maychu Pitchu, Malaga, Addis Abeda

Brazilis, Jerusalem

A Bizantin, A Bizansia

Şehrin ve şairin ruhunun karmaşasını yaşayabiliyor, gizemlerini bulmak için karanlık kuyularına, dehlizlerine inmek istiyorum. Şiirler, alıntılar, anımsamalar, mektuplar, yer yer günlük havası…

Roman kategorisine alamadım ben bu kitabı. Anlatı, deneme, şiirsel anlatı olabilir. İlginç, zor bir metin. Çözmek için çalışarak, düşünerek, yazarak okumak gerek.  

Ece Ayhan’ın Mor Requem romanını da anımsatıyor bu metin.  Haydar Ergülen’in tabiriyle parçalı bulutlu bir roman.

“İsa Gibi Biri”, “Perizad’ın Anlatısı”, “Yazarın Anlatısı”, “Belçika’daki Hayatım”, “Polo’nun Aynası”, “Bir Mektup”, İstanbul’un Gizli Tarihi”, “Günceler”, “Bir Reklam”, İstanbul’un Fethi”, “Bizans”, “Babil”, “Gümüşlük”, “Doğduğum Kent”, “Belçika”, Kayıp Şehir İstanbul” ve “Son” başlıklı on yedi bölümden oluşuyor.

Her bölüm birbirinden farklı, bütüncül bir olay örgüsü romanda yok, parçalı bulutlu devam ediyor anlatı. Müldür, “Anlatmak istediği konunun çok geniş düzlemlere akması gerektiği” düşüncesiyle defterine sürekli notlar almış. Parçalı bir gerçeklik anlayışının hüküm sürdüğü ve ancak bu parçaların birleştirilmesi yoluyla bir bütünlüğe ulaşılabildiği anlatı, metinlerarasılığın izdüşümü olarak kolajlarla örülü akronolojik kurgusuyla farklı bir metin. Satırlar arasında şarkı sözü, yemek tarifi, televizyon haberi, radyo yayını, mektup, ilaç terkibi, rüya, şiir, belgesel, radyo yayını, hikâye, gazete haberi, günce, felsefi deyiş gibi kesitler biz okurların karşısına çıkıyor.

Bir limonlu kek tarifi yaparken yazar aniden Rus ruleti hakkında bir iki cümle yazabiliyor. Post modern metinleri çok seven biri olarak bu zengin, katmanlı, renkli, derin anlatı benim hoşuma gitti.

Sayfalar arasında bir şairin romanı olduğunu belli eden Okşamak istercesine öten guguk kuşu, melankolinin uçucu yüzü karahindibağ gibi birçok çarpıcı imge var, (Melancolia şiiri sayfa 31)

Milliyet’teki röportajında Leyla Müldür kitabını şöyle anlatıyor:

” Kitabın içinde çeşitli benlikler var. Bir kere kayıp bir görkemin ardından yas tutan bir alter ego var. Daima kayıp bir şeyi yinelemeye çalışıyoruz. Bir Piyer Loti’ye gittiğimizde sözgelimi, kayıp bir şey var, o nedir diye düşünüyoruz. İşte ben o kayıp şeyin adına Bizansiyya diyorum. Bu kayıp parça duygusu dünyanın başka bir yerinde olmuyor, tamamen İstanbul’a özgü. Yani bu kentin kendisi de bölünmüş bir benliğe sahip. Yeni bir dil de kullanıyorum ayrıca. Aynı dilde yazamıyorum şu an, oradan biliyorum yeni bir dil kurduğumu. Kitaba aynı şekilde bir cümle daha eklemem zor. Başka bir dilden ekledim eklediklerimi. O dile giremedim. “Bizansiyya”da edebiyatın mektuptan şiire kadar hemen her türü var… Tasavvuf geleneğinden gelen birtakım formüllerin açıklaması. Tasavvufta derinleşmişlerin anlayabileceği bir cümle bu. Sözgelimi “Ghafür=1285=büyükbağışlayıcı=dost=iyileşme/rekehat=toprak=karanfil baharatı=balık=Ay=Nukha’il” şeklinde bir cümle var. ‘(sayfa 95)

Kurgusal olarak kitapta iki kurmaca düzlem var, Bizansiyya romanı üstkurmaca düzleminde otobiyografik bir kurgusal strateji ile kendisini de bir kurmaca yazar olarak anlatıya dahil eden Müldür’ün kolaj nitelikli notlarından hareketle kurguladığı Greta adlı karakterin serüvenini içeren anlatısı ile şekillenmiş. “Defterlerin anarşik güzelliği”nden oluşan, romanın bir yarısı kurmaca yazarın kendisinin, diğer yarısı ise beş yılda yazmış olduğu Greta’nın romanı olup romanda yazarın anlatısı ile baş karakterin anlatısı iç içe geçiyor.

Kurmaca yazarın anlatısının başkahramanı olan Greta ile Bartolomeo’nun sahneye çıktığı “Belçika’daki Hayatım” bölümünde Greta’nın İstanbul’da bir Türk’e âşık olduğu; ancak doktorasını yarıda bırakıp uzun süren sağlam bir ilişki yaşadığı Bartolomeo’nun yanına döndüğünü okur olarak öğreniyoruz.  Yer yer İstanbul’da yaşadıklarını anımsayan Greta’nın aşkı “olanaksızlıklar dükalığı” olarak alımlayıp insanların doğa gibi hüzünle yıkandığını düşünmesi romanın başlarındaki metinlerarası atmosfer ile örtüşüyor. Bartolomeo ile on yıldır evli olan Greta’nın Belçika’daki yaşamından kesitler içeren bölümde kolaj nitelikli anı parçası, yemek tarifi ve şiir gibi unsurlar dikkati çekiyor. Romandaki Melancolia 1 ve Melankolya 2’de (sayfa 31) aşağıdaki pasajdan anlaşılacağı üzere

Greta aşk acısı içindedir:

Çam ağaçlarına yağmur yağıyor. Böğürtlenlere yağmur yağıyor. İçeride uyuyan Bartolomeo’nun üzerine yağmur yağıyor. . .. Onun uyuması gerek her şeyden habersiz. Bense ayakta kalmalıyım.

Bizansiyya’da okur, “Yazarın Anlatısı” bölümünde sözü edilen önsöz ile roman içinde romanın yazıldığı bir anlatı ile karşı karşıya kalmaktadır.

Yıllardır biriktirdiği notlarını kullanarak roman içinde roman ve otobiyografiden oluşan bir roman yazacağını dile getiren kurmaca yazar, romanının üslubunu anlatının kolajlarla örülü dokusundan da anlaşılacağı üzere “Official Junk of the Works” olarak tanımlar.

Hurda arabasının önünde resmen Official Junk of the Works yazıyordu. Yani evet İstanbul yani Bizansiyya bu durumdaydı. Hurda arabasının içinde çok şık bir İngilizceyle bir slogan? Bir motto? Bir hayat görüşü? Bir weltanschauung yazıyordu.  (Sayfa 17)

Yine Milliyet’eki röportajda kitapta iki erkek karakterin baskın. Biri Bartolomeo, eski eşiniz; diğeri de Mistik Çar adını taşıyan eski sevgiliniz sorusuna işe şöyle cevap verir Müldür:

 İlki aşırı sevgi, ötekisi aşırı nefretti. Mistik Çar çok İstanbul’a oynayan birisiydi. Kendini bir anlamda Bizans’ta yaşayan biri gibi hissediyordu. Bana Bizans yerlerini gezdirirdi birlikte olduğumuz dönemlerde, Bizans’tan bahsederdi sık sık. Beni “Bizansiyya”ya götüren de Mistik Çar’dır.

Metinlerarası bir düzlemde aşk izleğinin öne çıktığı romanın ilk bölümünde okur, roman kahramanının tünelde kutsal kitaplar satan bir dükkânda ruh arkadaşı ile karşılaşmasına tanık olur. Hint mitolojisinde yağmurlu-fırtınalı gökyüzünü simgeleyen ve güç kazanmak için Soma içkisi içen bir Tanrı olan İndra’dan hareketle aşkın melankolik atmosferine işaret edilen anlatıda, Cohen’ın Suzanne’ının hikâyesi de dikkate alındığında aşkın olanaksızlığına; ancak aynı zamanda bir kurtuluşu simgeleyen Mesih’e yapılan gönderme ile bir aşk arayışına ve bu bağlamdaki bir bekleyişe işaret edildiği görülür. Yazar Suzanne hakkında şunları söyler

Biraz kendime benzetiyorum Suzanne’i… Herkes kendi Suzanne’ini keşfedecek bu kitabı okuduktan sonra. Çok sevdiğim bir parça bu ve çok üstünde duruyorum, o yüzden kitabın başına ve sonuna koydum.

“Polo’nun Aynası” bölümü büyük ölçüde kolaj nitelikli parçacıklardan meydana gelmiş. CNN’deki haber bülteni, France Culture’daki radyo yayını, miraç vizyonundan, Vikingler’den, Çin’deki çay evlerinden ve İspanya’da Hurdes denilen bir dağ kasabasından bahseden kesitler Greta’nın ziyaretine gittiği Polo’nun bahçesindeki aynadan yansıyan görüntüler arasında yerini alır.

“Bir Mektup” bölümü ise kendisini kurmaca bir yazar olarak anlatıya dâhil eden Lâle Müldür’ün başlığındaki dipnotta belirtildiğine göre Ahmet Güntan’a yazdığı gönderilmemiş mektuptan oluşan bir kolajla şekillenir. Müldür’ün Voyıcır II adlı şiir kitabını Ahmet Güntan ile kaleme aldığı düşünüldüğünde anlatıdaki otobiyografik yön açıkça sezilir.

İstanbul’un Gizli Tarihi” bölümünde Greta Cihangir’de bir barok partidedir.

Cihangir’de kristal aynaların, görkemli mumların, aşırı makyajlı çehrelerin birbirine karıştığı o barok partiye ilk girdiğim anda hemen çıkıp gitmek istemiştim ama birlikte geldiğim Murat beni durdurdu. Daha ne istiyordun, işte Velvet Undergraound’un partisi gibi, dedi. (sayfa 47)

Anlatıda Greta partide Mistik Çarı düşünür onu özler, aşk acısı çeker.  Sevgilisini İstanbul’da bırakıp Belçiya’ya gitmekle hata ettiğini düşünür. İsa Mesih, Hz. Muhammet gibi dini figürlere de bu bölümde çok yer verilir.  

Söyleşide Müldür İsa Mesih ve İstanbul ilişkisini şöyle açıklamış:

Öyle bir araştırma var, kıyametin yedi tepeli kentte kopacağı konusunda; Roma mı İstanbul mu diye? Ama İstanbul diye kesin bir savım yok. Sadece olabilir diye düşünüyorum. İsa’nın İstanbul’a gelebileceğine de inanıyorum. İsa biliyorsunuz hem Hıristiyan geleneğinde hem de hadislere göre İslam geleneğinde yeniden dirilecek

Romanın “Günceler” bölümünde kurmaca yazarın ebeveyninin yazarın çocukluğuna ilişkin tuttuğu günceler ile kendisinin öğrencilik günlerine dair günceler; “Bir Reklam” bölümünde ise trenlerle ilgili bir reklam birer kolaj olarak anlatıdaki yerini alır. “İstanbul’un Fethi” bölümü İstanbul’un fethi ve mimarisi ile İbn-i Sina’nın Kanun ve Davudu Antaki’nin tezkeresinden ilaç terkiplerini içeren kesitlerle şekillenir.  Ossip Mandelstam’ın Ayasofya şiiri, Kierkegaard felsefesi, Laik Türkiye’den kuğu ve hindi manzaraları gibi gazete haberleri ile devam eder, Virginia Woolf’un Burada en iyi tanıdığım insanlar arasında sis gibi yayılıyorum sözü ile biter. (Sayfa 97)

Anlatının “Babil” bölümünde sevgiliye sesleniş söz konusudur. Bizansiyya’nın roman kahramanınca “sosyal yıkım” olarak tasavvur edildiği ve aşkın da bu yıkım ile koşut kılındığı anlatıda, Sodom ve Gomore’ye gönderme yapılır. Aşağıda yer verilen şiirsel kesitler ise anlatıda bir ayrılık havasının estiğini algılatır okura.

Mistik Çar’la düşlere son verdik

Öpüştük ve ayrıldık

Yine karşılaşacağız

Düşler gibi

Çöller… Çöller geçiyoruz

. . . .

Leyla olmak istiyordum

Sen Mecnun

Leyla olmak istersem eğer sen kaçıyorsun

Senin Mecnunluğunsa bana fazla geliyor

Delirtiyor sevgilim, delirtiyor (sayfa 100-101)

“Gümüşlük” bölümünde anlatıcının “porselen başkent” dediği İstanbul’dan hareketle kalp kırıklığı üzerine çeşitli düşünceleri yer alır. Perizad ile Boro’nun Bizansiyya’ya ilişkin söyleşisine, bir mürit ve modern bir şeyhin hikâyesine, İmago adlı bir şiire, limonlu bir kek tarifine de yer verilen bu anlatıda yalnız kalan ruhun acısını hissederiz.

Biri bileklerini kesiyor. Ben hiçbir şey demedim. Zor durumlar içinde kalmak. Cornelia gibi. Ben bileklerini kesiyor, trajik kahramanlar gibi. Sonra bir sigara içtim. Bir telefon geldi. Sonra ağzımı kapattım. Sustum bütün gün. Akşama doğru hava açıldı. Sıradan bir gün intihar gibi.  (sayfa 103)

“Doğduğum Kent” bölümü Belçika’ya dönen kahramanın duyguları ile şekillenir. Wittgenstein’dan felsefi deyişlerin bir kolaj oluşturduğu “Belçika” bölümünde anlatıcı Belçika’dadır. Bu bölümde de kendisini bir yazar kimliği ile romana kurmaca bir karakter olarak dâhil eden Müldür’ün sesi işitilir. Kedisi Odetta ile bilişsel bir diyaloğa geçen anlatıcının zihninden geçen “benimle konuş Odetta. Mırla. Bana hayatın devam ettiğini hatırlat. Artık hiç ama hiçbir şey yapmak istemiyorum” (sayfa 135) şeklindeki düşünceler onun huzursuz ruh halinin yansımasıdır.

Kayıp Şehir bölümü

Kayıp şehir İstanbul, Yahya Kemal’in kayıp şehri… Zamanın içinde kaybolan bir Ahmet Hamdi Tanpınar bulmacası satırları ile başlar, Sodom Gomore’ye uzanır. Dünyanın başkenti imgesi üzerinde bir beyin fırtınası içinde buluruz kendimizi.  Bizansiyya yazarı teslim alır, o ise Bizansiyye kristal aynalarını kırma arzusundadır. Karışık, melankolik bir benlik araması kelebek imgesi ile sonlanır.

Kelebek hikâyem uzundu aslında. Romana ilk başladığımda turuncu güzel bir kelebek gelmişti odama. . . Ve sonra odamı hiç terk etmedi. Öldü kaldı odamda, yazık. Ölüsünü hala porselen bir kutunun içinde saklıyoruz. Bu romanın gidişatı kelebeklerle belli oluyordu. İyi bir şeyler yapmakta olduğumu kelebekler gelince anlıyordum. Başka bir gece de siyah bir kelebek yazmakta olduğum bilgisayarın üzerine kondu. Işık olan yere. Orda kaldı uzun süre. Ölüsünü saklayamadık kaçtı (sayfa 158).

Romanın sonunda kendisini kurmaca bir yazar olarak anlatıya dâhil eden Lâle Müldür, L.M. imzasıyla on beş yıl sonra romanı bitirdiğini okura duyurur. Kitaptaki yolculuğunu Leonard Cohen’ın Suzanne adlı şarkısı ile kapatır.  Kitap bittiğinde belki de okurun yolculuğu yeni başlamaktadır. Düşünmek, araştırmak, hissetmek için bir daha bir daha okuyacaktır okur metinleri.

Ben de tekrar giriş bölümüne döndüm, romanı anlatan satırları yeniden okudum.

Yıllardan beri peşinde olduğum şey, yani derdim, hep aynı şey olduğu için, notlar romana eldiven gibi geçti, bir türlü benim poetikam olarak. Yani kendi çapımda Mallarme’nin başlattığı, Foucault ve Ronald Barthes’in sürdürdüğü ‘oevre’, ‘yapıt’ kavramı yani bütüncül bir çalışma, tek tek kitaplar değil. Hep aynı şiiri arama. Kısacası romanımın hiçbir iddiası yok, çılgın bir roman olma dışında! (sayfa 19)

Bu çılgın romanı çok etkileyici buldum ve daha çok çılgın romanların yazılmasını bir okur olarak çok arzu ediyorum. Yazar yönümde, bir çılgın roman yazabilecek kadar donanımlı, arayan, sorgulayan ve bir şiirin peşinden gidebilen biri miyim onu sorguluyor.

Kaynaklar: Dergipark :  Lale Müldür’ün Bizansiyya Romanı Üzerine Bir İnceleme – Emine Ayan.

https://www.milliyet.com.tr/pazar/gunaydin-herkesin-bizansiyyasina-189741

www.artfulliving.com.tr/edebiyat/burak-fidan-ve-lale-muldur-ile-soylesi-i-514 – Haydar Ergülen

https://bibliopola.blogspot.com/2016/07/lale-muldur-bizansiyya.html