İpek sabahlığına sarılıp kalktı koltuktan.

Ne yaşamlar var.

Geri döndü. Televizyonun kumandasından kapama düğmesine bastı. Haberler içini bulandırdı. Derince soluklandı. Sarıp sarmaladığı sigara paketini sakladığı yerden çıkardı. İzliyorlardı. Kocasının evde bıraktığı ruhu, annesinin ölürken üstünde kalan şalı, babasının çakmağı, kayınvalidesinin aldığı soğanlar, kayınpederinin sapık gözlüğü…

Balkona çıktı. Yere oturdu. Duvarlardaki küçük boşluğa verdi yüzünü. Karşı binanın çatısındaki martıyla göz göze geldi. Parmağını dudağına götürdü. Sus! Martı arkasını döndü. Üç sokak aşağıdaki bakkaldan aldığı çakmakla, doktorun muayenehanesinin oradaki tekelden aldığı sigarayı yaktı. Derince çekti içine.

Kayınpederinin sapık gözlüğüne takıldı gözleri, adamın bakışlarını yakaladı üstünde yeniden. Yokluğunda gezindi gözleri. Pislik herif ! 

Havuzda yüzen kadını izledi. Klor kokusunu almaya çalıştı. Yüzüne çarpan serin suyu hissetti, kenardaki giderlerin sesini duyar gibi oldu. Derin bir nefes daha çekti.

Şimdi yüzüyor olsaydım.

Evlendikleri sene Avrupa’dan aldığı mayosunu düşündü. Göğüs dekoltesinde elini gezdirdi. Omuzlarındaki metal yüzükleri, bikini kısmındaki derin kesiği… Üzerindekileri inceledi. İpek sabahlığının içindeki geceliğin üzerinde gezindi. Dantellerin yumuşaklığı, ipeğin saflığı…

Ne demişti Yaşam Koçu Kıvanç Hanım, her daim güzel olmalısın. Baktığında sana içini kıpırdatmalı, merak uyandırmalı, iç gıcıklamalı, huzur vermelisin. Görünmeden içeri girdi. Sigarasını sakladı. Yeniden televizyonu açtı. Günün kendine ait olan tek zamanıydı. Haberler, magazin, sabah dizileri, reality şovlar… Kendinden genç bir adama kaçan kadını izliyordu birkaç gündür. Adama baktı. Çirkindi. Parasızdı. Kadının kocası da çirkindi. Kaçtığı adama bakınca gözlerinin içi gülüyordu kadının. Kalkıp aynaya baktı. Saçlarını düzeltti. Şöminenin üzerinde duran çerçeveyi aldı. Kocasının fotoğrafını yüzünün yanına koydu, aynada bir daha baktı.

Okuldan kaçtığı gün geldi aklına. Savrulan sarı saçlarını koklayan adamın yüz ifadesi. Yakışıklıydı, enine boyuna çekici bir adamdı, okuldaki kızların içini kıpırdatıyordu. O ise kendisini seçmişti. Okulun bitmesini bile beklemeden evlendiler. Babasının, görücülerin getirdikleri hediyeleri görünce salyaları akan bir köpeğe dönüştüğü gün geldi aklına. Annesinin hiç değilse rahat eder deyişi… Etmişti.

Kocasıyla saf gençlik günlerindeki savruk hayatlarını düşündü. Avrupa gezileri, otel tatilleri, evdeki hizmetkârlar. Kısa süren saadet yerini sıkışmış ev kadınına bırakmıştı. Aslında sıkıştırılmıştı. Geri dönüşümdeki kutulara benzetti kendini. Her yenilenmeye çalıştığında biraz daha kalitesizleşiyordu hayatı. Dört duvarın içine ne zaman sıkıştığını hatırlamaya çalıştı. Bir anda kapalı bir kutuya hapsolmuştu. Hatırlayamayacağı kadar geçmişte kalmıştı. Kendi de televizyondaki gibi çirkin ve parasız bir adam görse kutusundan kaçmak için gider miydi?

Nankör, neyin eksik.

Yine o vahametli düşüncelere kapılmıştı. Yanaklarını sıktı. Kendini tokatladı. Aklını başına getirme çabaları daha da hırslandırdı. Odaya gitti. Kıyafetleri döktü. Yaşam koçu geldi aklına geldi. Evden çıkmak istediğinde sakin ol. Derin nefes al. En sevdiğin kıyafetini giy. Evde dolaş hâlâ çıkmak istersen çık bir tur at. Saçma geldi tüm olanlar. Ev kıyafetlerini giydi. Derin nefes bile almaya üşendi. Yemek hazırlama saati gelmiş geçiyordu.

Dışını ciltlediği, kalın defterini eline aldı. Gözlerini kapadı rastgele bir sayfa açtı. Tepsi kebabı.

Gut olacak adam.

Savuşturdu aklından. Yemeğini hazırladı. Dağıttığı kıyafetleri toparladı. Sırtı açık siyah elbisesini giydi. Makyajını yaptı, kırmızı rujunu unutmadı. Saçlarını krepeledi, gözlerindeki kalemi belirginleştirdi. Daha vamp olmalıydı. Kırmızı ince topuklu ayakkabılarını giydi.

Sofraya yeniden baktı. Bakır sürahide ayran, tepsi kebabı, gavur dağı salata, şehriyeli pilav. Gözlerini devirdi. Aynada kendine baktı.

Kırmızı şarap ve füme et kombinasyonuna ayran, kebap…

Başka türlü giyinemezdi. Her daim seksi olmalısın, demişti Kıvanç Hanım. Çalan zil gavur dağı salatasının gerçeğini yüzüne vurdu. Kapıya gitti. Yarı öpücüklü hoş geldin yarım sarılmalı bir karşılık aldı. Aklına kazıdığı diyalog her akşam olduğu gibi kelimesi kelimesine aynı şekilde devam etti.

“Hoş geldin?”

“Sağ ol?”

“Günün nasıldı?”

“Çok yorgunum, ne yemek var?”

“ … … …”

Tepsi kebabı içini burktu. İçinde çoğaldı. Kuyruk yağının verdiği koku burnunun içinde dolaştı. İğrendi. Salataya yöneldi.  Dişlerinin arasında kıtırdayan ceviz gözlerini doldurdu. Nenesi geldi aklına. Saflık sokağımın görünmez kraliçesi… ne demişti. Evlenmeyin kızlar evlenmeyin. Siz olmaktan çıkıp o oluyorsunuz.”

Dağınık geçmişiyle düzenli şimdisinin arasında gidip geldi.

Aman nenem sizin zamanınızdaydı o işler şimdi herkes özgürlüğüyle gerdeğe giriyor.

Özgürlüğü şimdi boynunda tasmaydı. Sıkıyordu. Sıktıkça nefesini kesiyordu. Kaşa göze, pahalı parfüme, saçındaki jöleye aldanıp köleye dönüştük.

Her gün aynı şeyleri duysanız da siz farklı konuşmaya çalışın.

Aklına farklı sorular gelmiyordu. Eskiden birlikte gittikleri filmler, tiyatro oyunları, sahil kenarları vardı. Son zamanlarda iş, yoğunluk, stres ve sessizlik çöreklendi evin ortasına.

Çatalına gelmeyen maydanozu yakalamaya çalıştı. Soracak sorular arıyordu. Bu aşamaya nasıl geldiklerini düşündü. Son kavgaları aklının içinde koşuşturmaya başladı.

“Bu akşam neredeydin?”

“Arkadaşlarla takıldık.”

“Sen takılınca oluyorsa ben takılınca neden olmuyor. Kadın başımız mı kopar?”

“Ne işin var dışarda?”

Son cümleyi duyunca içine kapanırdı. Kendiyle kavga etmeye başlardı. İçinden çığlıklar geçer, hep aynı cümlelerde ruhuna vururdu. “Konuyu uzatsam ‘sokaktaki adamlar sana mı baksın’ Kavgayı çoğaltsam duvara dönüşür, ne istesem görmezden gelir. Yaşamak için susmaya mahkûm etti beni. Bıktım.” Kendiyle dertleşir, hızlıca konuyu kapatırdı.

Aileler, uzatılan evlilik, çocuk için direnen anneler. Evliliği ne kurtarır?

Sonunda bir arkadaşının ısrarıyla gittiği yaşam koçu… Çok modaydı kadınlar arasında, hepsi de pek memnundu. Kocaların organize ettiği toplantılarda buluşan kadınlar üstünlüklerini göstermek için çabalardı. Yemek takımımı yeniledim, salonu mimara verdim, çocukların gittiği okullu değiştirdim, kocam bilmem ne arabası aldı. Şimdi yeni moda buydu eve gelen yogacılar eskimiş, yaşam koçu furyası başlamıştı. Onları gördükçe kendini iyileştirebileceğini düşündü. Kocasına önerdiğinde hiç itiraz etmemesi, ertesi gün elinde bir kartvizitle eve gelmesine şaşırmıştı. Evliliğini kurtarmaya çalışan bu adama bir şans daha vermek istedi.

Kıvanç Hanım’ı sevdi. Gelen giden çiftleri gözlemledi, onlardaki değişimleri gördükçe mutlu oldu. Evliliğini kurtarabileceğini düşündü. Çift görüşmeleri bitince tek başına gitmeye devam etti. Birkaç görüşme sonrası konuşulan her konu kendi hataları üzerineydi. Kayınvalidesini bir masanın arkasına koymuşlar, oradan başka bir yüzle gelinine emirler yağdırıyordu. İlk zamanlar yadırgadı. Sonraları alıştı. Kadın oldukça otoriter ve işinin ehliydi ki söylediklerini harfiyen yerine getirdi. Başlarda kızsa da ev içinde her şeyin yolunda olduğunu görmek onu mutlu etti.

Masada hâlâ salatayı karıştırıyordu. Kocası dalgınlığını, tekdüzeliğini fark etmedi. Kıvanç Hanım’la karşı karşıya geldiği günü düşünüyordu. Balçıklı ev kadınlığına nerede evirildim?

Bakımlı olun, sofranız hazır olsun, çeşitli yemekler hazırlayın, güzel yemekler yapın, düzenli seks yapın, asla işini sormayın, asla nerede kaldın demeyin, asla bağırmayın, asla asla asla…

Kıvanç değil Asla Hanım olmalıymış. Haklı olduğum yerden nasıl buralara düştüm.

Sabah erkenden Kıvanç Hanım’dan randevu aldı. Bitirmeye karar verdi. Eskiye dönecekti. Biterse bitsin.

Aynı güne iptal eden bir hastanın yerine aldılar. Zamanından erken gitti. Tek gelen kadınların gözlerinin içindeki mutsuzluğu ölçmeye çalıştı. Hepsini inceledi. Aynı eğik kafalar, mazbut kıyafetler, kör bakışlar, korkak iç çekişler… Aynanın karşısına oturdu. O da onlardandı.

Ürkek ruhların arasına giren topuk seslerine dikildi kulakları. Gözleri giriş kapısına odaklandı. Kadını tanıyordu. Kocasının yöneticisinin karısıydı. O şuh kadına ne olmuş? Nesrin Hanım beş çocuklu, yedi torunlu hömücük teyzeye dönmüş. Ayağındaki kısa kalın topuklu ayakkabılara kötü büyüye kapılmış gibi bakıyordu.  Kadın da onu tanımıştı, yanına geldi. Aynı düşüncelerle yaklaştı ona. Teyzeye dönen diğer kadın da kendiydi. Bunlar hep Kıvanç’ın talimatları değil miydi? Evde göz dolduran, sokakta görünmeyen kadın ol! Fabrikasyon kadınlar olmuşuz. Çirkinlik üzerine kurulu…  Gözleriyle sessiz bir ittifak kurdular. Birbirleriyle konuşmak için can atıyorlardı. Nesrin Hanım’ın seansı bitince kendininkini iptal etti. Lüzumsuz bir aciliyet oluşturup kaçtı oradan.

“Ne oldu size Nesrin Hanım?”

“Size ne olduysa Ece Hanım, aynısı oldu bana.”

“Kıvanç tankı çarptı.”

“Evet sizi görene kadar anlayamamıştım. Aynaya bakıyormuşum gibi geldi.”

“Haklısınız. Ateşimiz sönmüş.”

Bir süre daha seanslara devam ettiler. Hatta daha sık gitmeye başladılar. Genel olarak aynı günlere denk getiriyorlardı. Randevular sonrasında yaşadıkları pelteliği, kabullenişi bir süre çözemediler. Gelen giden kadınları takip etmeye başladırlar. Daha sık seanslara geliyor ya da o çevrede geziniyorlar, kafelerde buluşuyorlardı. Bazı kadınlar tanıdıkları çıktı. Onlarla da konuştukça, gelenlerin çoğunun birbirini tanıdığını anladılar. Aynı kulübün üyeleri ya da şirketin çalışanlarıydı kocaları. Birçoğu üst düzey yöneticiydi. Çoğunun kocası kendi teklif etmişti seansları ya da talep eden eşlerine hiç itiraz etmeden kabul etmişlerdi.

Ece son gittiği seansta midesi kötü olduğu için içtiği kahveyi kusmuştu. Çıktıktan sonra boş vermişlik, kabullenme hissini yaşamadığını fark etti. Nesrin’e bahsetti. Bir sonraki randevuda Nesrin de kahveyi yarım yamalak içmiş sonrasında kalanı çıkarmıştı. Aynı hissi o da yaşadı. Bir süre böyle devam ettiler. Diğer kadınlara anlattılar, çoğu içtikleri içecekleri kusmaya, içer gibi yapmaya başladı. Kadınlar uyanıyordu. İkili bir hayat başladı, kocalarıyla olan, kendilerine ait olan. Ve bir gün Kıvanç’ın foyası meydana çıktı.

“Ece, kocamla Kıvanç’ı konuşurken yakaladım.”

“Ne konuştular?”

“Hareketlerimden şüphelenmiş seanslara gelip gelmediğimi soruyordu.”

“Ne dedi peki?”

“Kıvanç devam ettiğimi söylemiş olacak ki, ilacın dozunu arttır, dedi.”

“Demek ki kuklaymış.”

“İstedikleri hayatı sürmek isteyen piç kocalarımızın maşası.”

Kıvanç’ın maskesi düşmüş, kocaların oyunları ortaya çıkmıştı. Şimdi kadınlar bir olup aynı oyunu oynayacaklardı. Bir hafta içinde hepsi birbirinden haberdar oldu. Cuma akşamı hepsi kocalarını penye pijamaları, dağınık topuz saçları, akmış rimelleri, ellerinde kadehleriyle karşıladı.

Ece ve Nesrin, gökkuşağı renklerine bürünmüştü.

Zeynep Pınarbaşı