Edebiyatımızın ölümsüz yazarlarından Fakir Baykurt; 1970 yılında yayınlanan Tırpan romanında çocuk denecek yaştaki genç kızları, parasının, varsıllığının gücüyle kendine eş almak isteyenlerin, bunu her zaman başaramayacağını ustalıkla anlatır.
Tırpan, Fakir Baykurt’un romancılığının doruğu olarak değerlendirilmiştir. Tiyatroya uyarlanmış, 1970 yılı TRT ve 1971 TDK ödüllerini kazanmıştır. Bana göre de Tırpan ve Kaplumbağalar, Fakir Baykurt’un insanlarımızın, kent ve kır emekçilerinin ülkemizdeki maceralarını anlatan en başarılı romanlarıdır. Fakir Baykurt’un romanları ülkemizin emekçi, yoksul, üretici, çalışkan, dürüst, onurlu, gururlu insanlarının bu yönlerini ortaya koyan romanlardır. Köyde ve kentte sömürücüleri yeren, politikacıların ikiyüzlülüğünü ortaya koyan, jandarma ve polis baskısını işkenceyi teşhir eden, devletin vatandaşa hizmet değil egemenlerinin hizmetinde vatandaşa zulüm baskı uygulayan bir kurum olduğunu gözler önüne seren, teşhir eden romanlardır. Köylerde ve kentlerde emekçi halkın yoksulluğunu, işsizliği, sömürülüşünü açıkça belirten romanlardır.
Fakir Baykurt’un romanlarındaki bazı kahramanların abartılı, gerçeküstü roman kahramanları olduğu pek çok kişi tarafından ifade edilmiştir. Tırpan romanındaki Uluguş, Kaplumbağalar’daki Kır Abbas, Amerikan Sargısı’ndaki Temeloş gibi… Ben bunlara Keklik romanındaki Elvan Çavuş’un, Yayla romanındaki Çakır Hasan’ın Tırpan’daki Koca Linlin’in,Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği, Kara Ahmet Destanı’ındaki Irazca’nın, Onuncu Köy romanındaki Öğretmen ve Topal Pehlivan’ın da eklenebileceğini düşünüyorum. Ancak biliyoruz ki Onuncu Köy romanındaki Öğretmen ve Topal Pehlivan, Fakir Baykurt’un ve ilk görev yaptığı Kavacık köyünün Eski Muhtar’ının pek çok özelliğini taşıyan “gerçek” kahramanlardır. Bu roman kahramanlarının pek çok ortak özelliği vardır: Emekçidir, inatçıdır, direngendir, yoksuldur, çalışkandır. Tümü yiğit kişilerdir; örgütçüdür, kararlıdır, onurlu, gururlu, dost insanlardır; cömerttir ve mücadelecidir. Bu kadar olumlu özelliğin bir roman kişisinde toplanmış olması şüphesiz yadırganabilir. Ancak Fakir Baykurt’un da bir söyleşisinde ifade ettiği gibi “Halkın kendisinin bile deyimleyemediği derindeki muhalefetini sanat dile getirir”. Yine, Fakir Baykurt: “gözlemlerim öyle ki işçilerden, köylülerden, çocuklardan yazarlar kadar, hatta onlardan daha gelişkin düşünenler var. Yoksa da ben varsayıyorum. Ben roman yazmayı sadece kendi üstlendiğim bir iş gibi almıyorum. Onu romanımın kişileriyle hatta okurlarımla birlikte üstlenmişiz. Birbirimizin pabucunu giymişiz; olayları, durumları, kişileri, acıları, sevinçleri, özlemleri birlikte yazıp götürüyoruz. El ele omuz omuzayız. Yelkenimizi aynı yel şişiriyor. Yazar kişilerinin pabucunu giymeden romanının bir bölümünü bile yazamaz. HEP YAZDIĞIM İNSANIM BEN, YAZDIĞIM HER İNSAN BEN…” (Anadolu Aydınlanmacısı Fakir Baykurt, sayfa 77, Evrensel Basım Yayın)
Fakir Baykurt’un ifade ettiği romancılık anlayışı, romanlarındaki kahramanların “gerçekçi” olmadığı iddiasına yanıt verir niteliktedir. Şöyle diyor Fakir Baykurt, “Romancılık anlayışım nettir. Uyarıcı, eğitici, ileri itici ve yüceltici. Yani insanın iyiliğini ortaya çıkaran.” Yine bir başka söyleşisinde bu konuda şunları söylemiştir: ”gerçeği yazmak deyince de ille somut gerçeği değil, o insanların düşlerini de yazabilirsiniz. Düşler göklerden gelmez, toplumdan, toplumun içindeki insanlardan doğar. Düşler, gerçeğin alışılmadık, öbür yüzüdür. Bunları yazarak da toplum gerçeği, toplumdaki insanın gerçeği verilebilir.” Fakir Baykurt yazmaktaki amacını tanımlarken de yazarın öncü rolünü ortaya koyar. Yazarlıktaki amacının ”yalnızca tanıklık etmek değil, yaşanan değişimi yansıtmak ama bu kadar değil değişimi çözümlemek ve sonuç çıkarmak. Işık tutmak; ışıtarak, kavratarak, kabul ettirerek okuru etkilemek” Fakir Baykurt yazarlığının temel amacının “okuru etkilemek” olduğunu ifade ediyor. Amaç bu kadar açık bir şekilde ortaya konulunca roman kahramanlarının bazılarının “ abartılı, üstün özellikli” olmasının herhangi bir sakıncası olmadığı açıktır.
Fakir Baykurt’un, ”Hep yazdığım insanım ben, yazdığım her insan ben” sözünün en somut örneklerinden biridir Tırpan. Tırpan, bir direniş romanıdır, umut romanıdır, kader, alınyazısı, karşısında direnen insanların öyküsüdür. Yazıldığı dönem tüm dünyada ve ülkemizde insanların, gençlerin, öğrencilerin, kır ve kent emekçilerinin yeni bir dünya umuduyla örgütlendiği, harekete geçtiği yıllardır. İnsanlar örgütlenmekte, bilinçlenmekte, mücadele etmektedir. Yazar, bu örgütlü mücadeleyi yürüten en bilinçli kesimin en üst örgütünün genel başkanıdır. Büyük Öğretmen boykotunun örgütleyicilerinden, yürütücülerinden biridir. Roman, yüzbinlerce işçinin sendikal haklara yönelen saldırı karşısında harekete geçtiği dönemde geçmektedir. Tırpan, sömürücülerin, halkın ürününe, emeğine olduğu kadar on dört yaşındaki kızlarına “müşteri” çıkan Kabak Musdo’ların eskiden olduğu gibi kızların koynuna giremeyeceği umudunu ortaya koymanın, bu umudu güçlendirmenin, toplumu bilinçlendirmenin en güzel örneklerinde biridir.
Tırpan. Ankara’nın Kızılca kasabasının Gökçimen köyündeki ondördüne yeni girmiş Dürü’yü yakın köyden, Evci’den, Kabak Musdo’nun, karısı Kamile’nin üstüne kuma olarak almak istemesinin öyküsüdür. Kızın anası sürekli, babası başlangıçta bu evliliğe karşı çıkacak, ancak Kabak Musdo’nun Gökçimen köyündeki “çanak yalayıcıları” olan Eski Muhtar Cemal, Köy İmamı Hafız Şakir ve İt Omar ve üçünün karıları, önce kızın babasını sonra da babanın da baskısı, dayağıyla anasını bu evliliğe razı edeceklerdir.
Köyde “Ulan sen bir çıplak kulsun! Bu yörenin en varsıl herifi, en büyük alışverişçisi gelmiş kızına alıcı olmuş. Daha ne istiyorsun” diyecekler. ”Erkek kısmında yaş neymiş! Paradan, varsıllıktan haber versinler! Parasız, çulsuz birine varan üç gün sonra aç kalır, kocası iş için şehre gittiğinde onun bunun altına yatar” diyecekler. “Yarın adam öldüğünde, kız varsıl olur” diyecekler ve Dürü’nün Kabak Musdo’ya satılması desteklenecektir. Ama köyde kızın arkadaşları, köyün yoksul çoğunluğu ama en çok da Köyün Kahvecisi Koca Linlin ile Köyün “bilgesi”, en yaşlısı Uluguş, Dürü’nün Kabak Musdo’ya “satılmasına” karşı çıkacaktır. Hem de öyle bir karşı çıkış ki, devletin jandarmasını, Kabak Musdo’nun parasını gücünü yenecek bir mücadele ile… Tırpan bir anlamda bu direnişin mücadelenin örgütleyicisi Uluguş’un, Koca Linlin’in, Dürü’nün ve arkadaşlarının destanıdır. Bu yazıda eskimeyen, güncelliğini sürdüren Tırpan’ı, daha çok da Uluguş’u anlatmak istiyoruz.
Uluguş, ıssız dağların içinde, Gökçimen’de yapayalnız bir kocakarıdır. Kocası oniki yıl önce ölmüştür. Uluguş, asıl kocasının adıdır. Ölünce o ad kendine kalmıştır. Çok masal biliyor. Kuşlardan, kanatlanıp uçan, kurtulan yoksullardan söz ediyor.
Uluguş, Gökçimen köyündeki henüz 14’üne girmiş Dürü’ye göz koyup karısının üstüne kuma almak isteyen 50’lik Kabak Musdo için şunları söyleyecektir.
“Ben o Kabak Musdo’nun aklına, hemi de parasına sıçayım. Onda akıl olsa, torunu yaşında bir kıza alıcı olmaz. Allah Kabak Musdo’nun belasını versin! Hem de çabuk! (sayfa; 61)
Uluguş, kendinden örnek vererek yüreğinin dediğini yapmayı öğütler.” Uluguş Ahmet, Kayadipli Hayri’nin çobanıydı. Biz de gündeliğe giderdik o yandaki tarlalara. O da davarı ekin biçtiğimiz yere dayardı. Giderken gelirken görüverdik birbirimizi. Vurulduk birbirimize! Babam der olmaz, yoksul o! Anam der olmaz, çıplağın teki! Kendi kendine bırakırsan, seveni sevene vermez bu dünya! Bir gün ben, elimdeki orağı bıraktım; o çomağı bıraktı. Tuttuk birbirimizin elinden. Sırt sırta verir, gün kazanır gün yeriz dedik…” (sayfa;85-86)
Uluguş kadınların bir cins olarak da daha fazla ezildiğinin bilincinde bir insan olarak seslenir okurlara ve “…Kim takar kadını, köleyi? Kadın ev kölesi! Kadın doğurur, yener ölümü. Kocaman ölümü yener de yazgısını denemez.” diyerek kadınları yazgısına karşın mücadeleye çağırır. (sayfa;38)
Uluguş, sözü gediğe koymanın yanında esprilidir de. Gökçimen köyünün kahvecisi Koca Linlin’le konuşur. Kabak Musdo’nun köyü Evci’ye bulamadığı tırpanını sormak için gideceğini, gecikirse tavuklarını kümese kapatıp yem atması için karısı Azime’ye tembihlemesini ister. Koca Linlin:” Bu kış ölmezsen valla hiç ölmezsin Uluguş! Matraksın yahu! Seni götürüp Radyoevi’ne tıkmalı. Haydi konuş demeli deli deli! Sen de konuşmalısın! Millet dinleyip gülmeli, ağlamalı! Çok eğlencelik, ibretlik olursun yaniya!” (sayfa;111)
Uluguş kah kah kah güldü. “Hiç de gülesim yoktu! Avradın Azime’yi yollasan daha iyi olmaz mı şu Radyoevi’ne! Türkücülerin içinde bekar oğlan çoktur. Hem konuştursalar hem de geçinseler gözel gözel! Sen de buradan radyonun kulağını çevirip cilvelerini dinlesen, daha iyi olmaz mı?”(sayfa;111)
Uluguş, Kabak Musdo’yu bu işten vazgeçirmek için onun köyüne kadar yayan gidecek, yapılması gerekeni zamanında yaparak , onu uyaracak, vazgeçirmeye çalışacaktır. Uluguş, bunu yaparken gerçekçidir.
“… Bak, her şeye aklın eriyor Kabak Musdo, şu önündeki işe neden aklın ermiyor. Bu kız senin emsalin mi ulan? Bu iş sana iyilik getirir mi? Ellisini geçmiş herifsin. Kız daha on üçünde. Yarın altmış olursun; kız da on sekiz – yirmi. Yetmiş olursun; kız yirmi beş – otuz. Sen gittin süprüntülüğe; ama kız ne olacak?”(sayfa;116)
“… bak, gepegenç oğulların var, bir kız alıp getirmek ne demek onların arasına? Yarın bırakır Ankara’ya, Mudurnu’ya gidersin. Ben sana olacakları söyleyim bak; birbirine girer tohumların Dürü Kız için! Böyle yapacağına sen bir dengini alsan, Dürü bir dengine varsa, seninle yatarken başkasına imrenmese, olmaz mı? Yarın bütün ülkeye şan olursun bre akılsız! Bütün bunları iyi düşünüp yanlış tutkuları bıraksan ya! Benim dostum değilsin, düşmanım değilsin. Dürü’ de Allah’ın bir masumu! Çok canım yanacak bu kötülüğü yaparsan, Dürü’ye sen, çoook!…”(sayfa;116-117)
Uluguş, Kabak Musdo’yu en gerçekçi sözlerle uyarıp geç vakit köyüne gitmek için kalktığında, “kal bu gece, korkarsın karanlıktan” dediklerinde;
“Ne korkacakmışım? Karanlığın canı cehenneme! Gözüm yitirse ayaklarım bulur yolu” diyecek ve son uyarısını yapacaktır.
“Cumhuriyet Bayramı günü (Gerdek günü) bütün sular buz tutacak, musmundar kalacaksın Kabak Musdo! Bunu unutma! Uluguş demedi deme!”(sayfa;119)
Dürü’nün anası, kızının Kabak Musdo’ya verilmesini hiç istememiş, ağlamış, sızlamış, direnmiş, dayak yemiş ama sonunda boyun eğmiştir.
Uluguş, Dürü’nün anasına seslenecektir. (Bu seslenişin sadece Dürü’nün anasına değil bütün emekçi kadınlara, bütün emekçilere, yoksullara, halka yapıldığı açıktır) “Her zaman daha tutuşmadan pes derseniz, helbet onların dediği yürür! Benim bildiğim, her zaman budur kadın kısmındaki, yoksul kısmındaki! Dik duralım, dövüşelim, savaşalım demez kadın kısmı, yoksul kısmı! Yenilmeden yıkılıverir…”
“Boyun eğmeyin, Haydi haydi diyormuş!… Desin!… Ne olur demeyle? Canının ortağı mı Kabak Musdo? Tükür yüzüne, defolup gitsin nalet. Sen mi davet ettin? Ne işi var senin evinde? Defet gitsin!… (sayfa;127-128) (Fakir Baykurt’un bu sözleri ülke halkının başına çöreklenen emperyalistler için söylediği ortadadır)
Uluguş, Kabak Musdo’nun yüzüne karşı söylediği (Gerdek günü) sözünün gereği yerine getirmek için Köyün Kahvecisi Koca Linlin ve Dürü’nün arkadaşı Zakey’i örgütleyecek, günlerdir aradığı yitik tırpanı bulacak, Köyün demircisi Acara’ya onartacak, bileyletecek, paslı tırpanı, güzel bir hançere dönüştürecek ve Dürü’nün çeyiz sandığına (kendisinin eve girmesi yasaklandığı için) Zakey aracılığıyla yerleştirecektir.
Uluguş, Dürü’ye gerdek gecesi ne yapması gerektiğini Zakey aracılığı ile iletecektir. Dürü, o güne kadar köyleri Gökçimen’de pek çok efsaneleşen olayda olduğu gibi sevdiğine varamayınca, intihar yolunu seçen kızların tersine yılgınlık eylemi değil, yazarın nitelemesiyle “devrimci” eylemi Uluguş’un çeyiz sandığına gönderdiği TIRPAN aracılığıyla gerçekleştirecektir. Sonra, Dürü, Koca Linlin’in yardımıyla, dağa çıkacak, Eşkıya Mevlüt’ün babası Eşrefçe’nin yanına sığınacaktır. Koca Linlin görevi yerine getirdiğini Uluguş’a müjdeleyecektir. “Tamam Uluguş! Emaneti verdim yerine! Birçook selamı var sana! Kendi kızım gibi saklarım, merak etmesin!” (sayfa;353)
Uluguş, yaptığı eylemden dolayı Dürü’nün asılacağını düşünüp ağlayan Dürü’nün anasına şöyle seslenir. ”…Ağlama! Ağlayıp gözlerini kör etme boş yere! Nerden bulup, nasıl bulup asacaklar? Öteki sefer buldular diye mi korkuyorsun? O öyle bir oldu! Bir daha olmaz! İnsan bir kes basar faklara! Bak, faklara basmayalım diye yaladık yuttuk bu kez! İçimize kattık bu kez! Dünyayı ince ince eleseler, Amerikan dedektiflerini cem etseler bulamazlar! Canımızı tenimizden çekip alsalar, bulamazlar! Boş yere ağlıyorsun! Ağlama! Kalk işine gücüne sahip ol! Karakolsa ben giderim! Mahpusluksa, ben yatarım! İpse, uzatıver boynumu, ben asılırım! Kalk işine! Kalk kadınım! Kalkıver; bu dünya kalmaz böyle!” (sayfa;355-356)
Tırpan, Fakir Baykurt’un değişmez inancının, insanın kendi kurtuluşunun kendi elinde olduğu ve içinde bulunduğu koşulları değiştirme potansiyeline olan güvencini ortaya koyduğu roman olarak değerlendirilmektedir.
Fakir Baykurt’un Uluguş aracılığıyla ortaya koyduğu düşünceler; bugün de arkasında durulacak, örnek alınacak, örnek gösterilecek sözler, düşüncelerdir.
Uluguş, hükümetin, devletin varsılların yanında olduğunu, sömürü mekanizmasını kavramış bir bilge olarak konuşur.
“…Başındaki Hökümet, hökümet değil ki! Yoksulları tutacağına varsılları tutuyor!”(sayfa;279)
“…Bre devrilesiciler! Petek petek ballarımız, (yok pahasına) kime gidiyor? Tulum tulum peynirlerimiz kime gidiyor? Onca av kuşlarını furup kırıp kime yolluyorsunuz? Size gidiyor taze kuzular, mor lahanalar! Oturup cavırlarla yiyorsunuz! Ama siz oturup hangi aşları pişirdiniz bunca yıldır yoksullara? Vergi dediniz, aldınız! Asker dediniz, yoldunuz! Oy dediniz, sandık sandık verdik, ay deşilesiciler! Hacılar sizinle, hocalar sizinle! Kurullar, üyeler emrinizde! Kalemler, tüfekler emrinizde! Alçattık belimizi, bindikçe bindiniz. Bunlar da can mı, insan mı demediniz, kıtlıklar, kıranlar oldu; hani bizim yoksullarımız deyip gelmediniz, ay devrilesiciler!…”(sayfa;280)
“İnsan haksız bir iş görür de susar mı? Susmaz! Eğer susarsa, o insan mıdır? Değildir! Madem öyle, siz de susmayın. Verin el ele çıkarın sesinizi! Çıkarın, bir deneyin bakalım, ne kadar başaracaksınız? İşletin kafanızı! Kafa kafaya verin! Bugün arkadaşınızın başınıza gelen yarın sizin başınıza gelecek. Bunun kavgasını yapın! Başınıza gelen belayı defedin! Birleşin! Tortop ettiğiniz yumrukları başlarına bir kez vurdunuz mu yılarlar. Temelli yıldıramazsanız bile, gelecek sefer biraz korkak olurlar. Bir kez korkuttunuz mu, yere sermek kolaylaşır. (sayfa;157-158)
“…Onlar mı çok, biz mi çoğuz dünyada? Girersek, böyle bir dövüşe girelim! Görelim kim kimi tüketiyor?
Tahir Şilkan