Ah ne mutlu bir pazartesi günüydü, daha pazardan heyecanı beni saran. Aylardan sonra nihayet bir pazartesi günü atölyeye katılabilecektim.
Belki öğrencilik yıllarımdan kalan bir duygu, yaz mevsimini hep sevmişimdir. Hani bir yaz öğleden sonrasında fırından simitleri alıp arkadaşınızı ararsınız, “çayı demle, geliyorum” dersiniz. Çay demlenmiş, peynir ve doğranmış domates masaya konulmuş, balkon ya da taşlık serin sularla yıkanmıştır. Sohbete, arkadaşlığa, kurtarılmış zamana uzatırsınız ayaklarınızı, yazdır, her şey yerden yükselen bir buğunun ardındadır, yazdır, hayat güzeldir. Bizim yaz atölyemiz de bende hep bu duyguları uyandırıyor işte.
Yaz atölyemizin başıbozuktur da biraz, “ayarsızdır”, açık havada, kafede toplanırız, çayımız, kahvemiz, atıştırmalıklarımız eksik olmaz. Daha esnek, daha rahat kullanırız zamanı, bazen sohbet etmekten uzun süre o günün öyküsüne giremez, bazen de bir türlü öyküden çıkamayız.
Koşuyolu Mahalle Evi’ne gittiğimde Özlem, Serap, Fatoş ve Işın gelmişlerdi. Sonra Işık, Sevgi ve Aysel katıldı aramıza, çaylar alındı, atıştırmalıklar açıldı, atölye başladı.
Pazartesi günkü öykümüz Flannery O’Connor’un “Irmak” isimli öyküsüydü. Mahalle Evinin bahçesi efil efil eserken güney gotiğinin labirentlerinde dolaştık durduk, küçük bir çocuğun kayıp ruhuna kollarını açan dindar, tutucu bir başka dünyanın derinliklerine dalmayı denedik.
Flannery müthiş bir yazar, sade, kısa, süsü püsü olmayan cümlelerle kolaycacık anlatıveriyor her şeyi, o güzel, alaycı, tatlı diline ilk öyküde hayran olmuştuk zaten. Öyküleri şaşırtıcı, hatta trajik sonlarla bitiyor. Irmak isimli öykü de yazarın şaşırtıcı öykülerinden. Öyküde kentli, orta sınıf, dini inancı olmayan, sürekli akşamdan kalma, bohem bir hayat süren aile ile banliyöde yaşayan, zar zor geçinen, dindar başka bir aile var. Atölyede epeyce tartışıyoruz bunu. Anne ve babasının dört beş yaşlarındaki küçük oğulları Harry (ya da kendisine verdiği isimle Bevel) ile ilişkisizliğiyle, Harry’nin kendisine bir gün bakıcılık yapan dindar Bayan Connin’le ve çocuklarıyla kurduğu sahici ilişki çok farklı. Bizi şaşırtan ya da rahatsız eden ne peki? Çocuklarına İsa’yı bile öğretmeyen, vaftiz ettirmeyen bir aileden başka ne beklenir ki dedirtiyor öykü. Kentli ailenin, Türk filmlerinden alışık olduğumuz konken oynayan, içki içen, çocuklarıyla ilgilenmeyen annelerin ve babaların olduğu ailelere benzeyen davranış kalıplarıyla dolu olması şaşırtıyor, biraz da rahatsız ediyor bizi.
Harry, Bayan Connin’in evinin yakınlardaki bir ırmağa vaaz vermeye gelen Rahip Bavel’in ismini duyuyor ve bu ismi yakıştırıyor kendisine, ismini soran Bayan Connin’e “Bavel” cevabını veriyor. Bu şaşırtıcı benzerlik ile sarsılan dindar Bayan Connin farklı bir şefkat ile sarmalıyor çocuğu. Peki Rahip Bavel nasıl biri? Bir din bezirganı mı, inanmış bir hristiyan, bir ermiş mi? Vaaz verdiği ırmağın çevresi kendisinden şifa bekleyenlerle dolu ama bir o kadar da kendisini alaya alan var. Rahip ise “şifa sadece inançtadır” diyor ısrarla. Çaylarımızı tazelerken tam da bunu tartışıyoruz, koyu katolik yazarımız, Rahip Bavel’in Tanrı’nın yoluna benzeterek içinden seslendiği, öyküye de adını veren ırmak ile nasıl bir metafora vurgu yapıyor? Öykünün içine girdikçe katmanlar artıyor. Bazen farklı düşünüyoruz, işte o zaman tartışma daha da keyif veriyor.
Harry, öykünün sonunda ailesi uyurken evden kaçıp tek başına ırmağa gidiyor. Vaftiz edildiği için “artık eskisi gibi olmayan” Harry, ırmakta aslında Rahip’in kurtuluş çağrısına mı bırakıyor kendini? Vaizin deyişiyle “İsa’nın krallığına giden yaşam ırmağı” bir gün önce etrafında toplananların en masumunu mu alıyor içine? Son çaylarımızı içerken Harry’yi ırmağa götüren dürtüyü konuşuyoruz, ailesini cezalandırmak mı, önemsendiğini hissettiği tek yerde olmak mı, Tanrı’nın ırmağına kapılıp gitmek mi?
Öykünün sonunda Harry’nin ölümüne hepimiz kızgınız ama belki de yazar açısından bu bir kurtuluş. Flannery O’Connor’un ilginç bir yaşam öyküsü var, babasını çok erken yaşta genetik bir hastalıktan (lupus) kaybeden, aynı hastalıktan kendisi de muzdarip olan ve 39 yaşında hayata veda eden yazarımız aslında Tanrı’dan şifa değil kabul edilmeyi beklemek gerektiğini mi vurguluyor? Aklımızda hâlâ pek çok soruyla noktalıyoruz günü. Eminim bu akşam hepimiz masum, küçük Harry’yi düşüneceğiz. Mahalle Evi, evden çıkmak için akşam üstü serinliğini bekleyenlerle dolmaya başlamış bile.
Yasemin Öztürk Çamur
👏
BeğenBeğen