Burada dirilsin¸ hemen burada!
Parmakların dokunup asla tutamayacağı o simülasyon,
Birini ötekine yansıtırken
O biri yitire yitire,
Yetinmeyip yite yite
Çoğalmadı mı hayaletler?
Ah o hayali kollar, hayali eller, hayali parmaklar kervanı…
En uzak menzili olmadı mı protestonun?
Suskunluğu sıfırlaya sıfırlaya…
Kendiliğinden kendinden geçmedi mi?
Kusursuz bir art ardalık ilişkisi içinde,
Derin bir rüya uykununkisi.
Ne salkarinli su içer,
Ne de lityum klorür alır.
Yine de hastalanır uyku.
İyileşmek için talihsiz rastlantılar kuyusunun
Agresif açlığına yaslanır.
Güçlü güçlü ihtiraslar ve şeytani nefesler
Her gün tekrarlar sabahların sabırsızlığını.
Heyecanlarımızı, coşkularımızı, arzularımızı
Bu tekrarların tekrarı ateşler.
BİP! BİP! BİP!
Zihnin evreni her şeyi yakalar panikle.
Ivır zıvır, çerçöp kazanında kaynar günlerimiz.
Hep bir acele!
Hep bir telaş!
Devamlı hareket ederek dirilir şimdinin ateşi.
Deliler Atlası’nı sarsa sarsa…
Kucaklaşır kuşbakışı rastlantısal karşılaşmalar.
“Kral İsteyen Kurbağalar” masalında buluşuruz.
Bir vak vak, iki kıyamet.
Burada, şimdi, şu hareketlilikte
Diriliverir uykudaki o Uyuyan Güzel.
Gümbür gümbür gök gürültüsünden çekip toplarız yağmurları…
Körleşen güçleri sulayarak ilerleriz.
Retinaya düşen foton yağmurlarının bu kıpkızıl hissi,
O kaybettiğimiz ilk öpücüğün izi değil de ne?
Biliyorum.
Burada, Deliler Atlası’nda
Gökyüzünün mavisinden çok daha temiziz.
Zihinsel haritalarımızdan sıyrılıp
Anadilimize döneceğiz.
Her şeyin başlangıcı o ilk anı yakalayacağız can evinden.
Öpeceğiz alnından!
Buram buram varsıllaşmanın doğum sancılarıyla
Tekrar tekrar doğuracak bizi anneler;
Sabahleyin dörtte
Sabahleyin üçte
Sabahleyin iki de bir
Doğacağız hep.
Ölmemecesine…