Sıcak mı sıcak bir İstanbul pazartesisinde tatil, deniz, gezme tozma, hepsini bir yana bırakıp ille de hikayeler peşinden giden altı kadın, bu defa Flannery O’Connor’ın “İyi İnsan Bulmak zor’’ adlı kitabındaki üçüncü öyküsü “Düşmanla Gecikmiş Bir Karşılaşma’’yı incelemek üzere toplandık. Nefesimiz normale dönene dek dinlenip, terimizi soğuttuktan sonra birer içecek alarak masanın etrafına oturduk, kararlı mı kararlıydık. Rüzgâr bu sene abartılı ama iyi ki de dedirtiyor, yoksa hep aynı söz, “nem var nem” deyip duracaktık.
Hikâyeden önce malum konumuz olan ve son günlerde iyice artan corona vakalarını konuştuk. Bir şey yapmadan öylece durmak da olmuyor, kimimiz beşinci, kimimiz altıncı aşısına sığınıp bir yandan da sonbaharda piyasaya sürülecek yeni grup aşılar için fikir yürüttü. Gelecek aktiviteler ve gezi programlarını konuşmadan duramadık elbette. Bu arada değişken maaş promosyonları aklımızı çelmeyecek gibi değildi, biraz da parasal konulardan konuştuk.
Etrafımızdaki masalarda oturanlar genelde, kendi halinde sessiz sessiz konuşup bir şeyler yiyip içiyorken, yakınımızdaki masada bulunan iki hanımın, domates Carrefour’da beş TL’ye inmiş haberi ortamda bomba etkisi yarattı. Hepimiz koşup kilolarca domates almak istedik, bir anda o kadar etkilenmiştik. Sevgi, Yasemin, Aysel Hanım’ın gelmesiyle birlikte, Fatoş ve Işın Hanım yavaş yavaş hikâyeye giriyordu ki “domatesleri ben robottan geçiriyorum, salçalık iyi oluyor” konuşmaları birkaç kez devreye girdi. Neyse ki ayarımız bozulmadı.
Flannery O’Connor’ın önce ortam kurgulaması ve onun üzerine karakterlerin yerleştirilmesi, sembollerle anlatım ile başlayan bu haftaki “Düşmanla gecikmiş bir karşılaşma” hikayesi, 62 yaşında hala eğitimine devam eden torun (Sally Poker) ile 104 yaşında, rütbesini bile unutmuş, belki de bir piyade eri olmasına rağmen general olarak bilinen (General SASH) dedesinin kısa öyküsü üzerine kurulu.
Generali üniforması ile yıl sonu gösterisine götüren torun Sally, dedesi ile övünüp gurur duymak istemektedir, tekerlekli sandalyeye bağlı dedesini, törende sahneye getirip götürmesi için on yaşındaki bir izci çocuğa (John Wesley) emanet ettiğinde, kendisi o esnada tören kortejindedir. Üniforma, yaşlılık, statü, tören küçük çocuğun umurunda bile olmadığı için generali tören öncesinde ve sonrasında Coca cola standında bir müddet bekletir fakat tören sonrasında dede artık tekerlekli sandalyede oturan bir cesettir. Fakat bu kez galiba torun için de dedenin çok önemi yoktur. Çünkü generalin geçmişiyle hesaplaşmasına neden olan tören bitmiş, Sally istediği gururu yaşamıştır. Kendisinin kim olduğunu, nasıl bir maziden nasiplendiğini dünya aleme göstermiştir.
Hikayede çokça konuştuğumuz detaylar şunlardı; Övünç kaynağı olan generalin aslında geçmişteki pek çok şeyi hatırlamaması. İspanya-Amerika savaşını, savaşta kaybettiği oğlunu, hatta hareket edemez haldeki ayaklarını bile unutmuşken, mezuniyet töreni ona eski askeri törenleri hatırlatmış, kafasında var olduğunu zannettiği gittikçe büyüyen bir delikten, duyduğu gördüğü her şey içeri girmişti ve geçmişi ile hesaplaşmaya başlamıştı, her şey ama her şey ve dahası yılsonu töreni ona geçmişi getirmişti. Aslında general için tarih işe yarar bir şey değildi. Tarih tören alaylarıyla ilgili, hayatsa şenlik alayları ile ilgiliydi ve general şenlik seviyordu. “Tören alanındaki mezunlar kalın cüppeleriyle terlerken cehaletin son damlalarını ter ile atıyorlardı,” cümlesi de bizi etkiledi, üzerinde konuştuk.
Hikaye sonrasında çaylar, kurabiyeler, gezi nöbeti planları, özel bir cenaze anısı ve bir taksicinin sözleri ile hüzün gözlerimizi yaşarttı, duygulandık. Ve güzel bir güne daha veda ettik, sıra yeni hikayelerde.
SERAP ALSIRT