Eskici ve Oğulları (Eskici Dükkânı) Orhan Kemal’in Çukurova’da yaşanan bir hikâye anlattığı en yetkin romanlarından biridir. İlk kez 1962 yılında yayımlanan ‘Eskici ve Oğulları’ sinema ve tiyatroya uyarlanmıştır.  

***     

Adana’da Büyük Saat civarında, iki oğluyla birlikte kundura tamircisi (köşker) olarak çalışan Topal Eskici, Trablusgarp Savaşında bir bacağını yitirerek topal kalmıştır. Orhan Kemal etkileyici, dramatik bir anlatımla, Topal Eskici’nin savaş öncesi ve sonrası duygularını okura geçirmeyi başarır. Topal Eskici’nin gençlik yaşamı, beklentileri, düşleri, yoksulluk içinde geçen hayatı, çocuklarıyla ilişkisi, aileyi doyurmaz olan dükkân, işyerinin karşısında açılan ve makinalarla çalışan işletmeyle rekabet etmenin olanaksızlığı, kapanan dükkân ve çaresizce umut olarak pamuk toplama işçiliği… Pamuk toplamayı ırgatların yaptığı bir iş olarak küçümseme, Çukurova’nın cehennem sıcaklarında tarlada aç-susuz çalışmanın zorluğu, sivrisineklerin saldırısı, başarısızlık, açlıkla mücadele… Orhan Kemal tüm bu yaşananları nedenselliklerini göstererek birbirine bağlar. Karşılıklı konuşmalar romana akıcılık sağlar. ‘Eskici ve Oğulları’nın akıcı, yalın bir dili vardır. Çukurova’nın dil zenginliğini gözler önüne seren bir romandır Eskici ve Oğulları.                                                             

 ***

Orhan Kemal ‘Eskici ve Oğulları’ romanında, Topal Eskici’nin gençliğini ve babasını anlattığı satırlarında, Ermenilerin yaşadıkları topraklara kattığı zenginlikleri gözler önüne serer: Topal Eskici’nin babası, şimdiki liseye denk “idadi” de okumuş, babasının zenginliğine aldırmadan, hatta ihtiyarın bütün yasaklarına sırt dönerek fabrikatör Gülbenkyan’ların çocuklarıyla arkadaşlığı artırmış, onlardan Ermenice, Fransızca bellemiş, ille de “fabrika”ya akıl erdirmeye çalışmıştır. Nedir bu fabrika?

Kendi kendine fışıltılarla çalışırken, beyaz dumanlar salan büyük büyük makineler, vınıltıyla dönen millere geçirili kocaman kocaman tahta kasnaklar, tahta kasnakları döndüren kayışlar, kayışlar, kayışlar…

Yerliler için ilk bakışta “fabrika” budur. Topal Eskici’nin ufak tefek, kupkuru babası içinse Gülbenkyan’ların oğullarıyla sıkı fıkı olmaktan gelen bir hazırlıkla fabrika, deli deli dönen bir takım kayışlarla kasnakların çevirdiği makinelerin baş döndürücü uğultusunda tohumlu pamukları yutup, tohumsuz bembeyaz kusan, kusulmuş bembeyaz pamukları şaşılacak bir hızla bir takım yollardan, çengellerden geçirirken, kıvırıp, büken, masuralara saran, sarılmış masuraları şakırtılı tezgahlarda kola kokulu kaymak gibi bez haline getiriveren bir güçtür.

Bu güç, yüzler hatta binlerce insanın günlerce çalışıp ancak çıkarabileceği işi birkaç saatte çıkarıvermektedir. Topal Eskici’nin babası fabrikaya karşı korkulu bir hayranlık duymaktadır. Yerliler dilediklerince, “Gavur aklı, it aklı!” desinler. Bu “akıl”ın günün birinde dünyayı saracağını, insanların pek çoğunun ekmeğini alacağını, onun dilini anlamayan, ona dost olmayanların üzerinden silindir gibi geçip ezeceğini, onunla dost olmaktan başka çıkar yol bulunmadığını sezmektedir.

Topal Eskici’nin dedesi ise torununun dindaşlarını bir yana bırakıp Ermenilerle düşüp kalkmasından, Gavurca bellemesinden hoşlanmaz. Onun için hiç olmazsa torunu bu kafir işi mekteplerde okumasın ister. Dede arkalarından üç kulhüvallahi bir elham okuyacak torununun olmasını, kafir olmamasını ister.

Topal Eskici’nin babası ise, oğlunun okulda okumasının yanı sıra, bir de zanaat öğrenmesini, bileğine altın bilezik takmasını ister. Dünyanın bin bir türlü hali vardır. Mala mülke güvenilmez, malı mülkü yel üfürür, sel götürür, yangın kül eder, diye düşünmektedir. Onun için oğlunu kunduracı Dikran Usta’nın yanına verir. Oğlu, bir süre sonra en iyi kundura malzemesinin Fransız köselesi, Amerikan videlası, İngiliz ipliği, İtalyan yumağı olduğunu öğrenir. O yaz tatilinde pençe dikişlerini dikmeyi beller, bir sonraki yaz da tek başına ayakkabı dikecek hale gelir. Dikran Usta bol haftalık vermektedir. Çocuk okulu boş verir, çünkü daha şimdiden eline geçen para babasının kazancından çoktur.

Çocuk birkaç yıl ayakkabıcılık yapar. Dikran Usta ölüp varisleri dükkânı satmasalar belki de kunduracı olup kalacak, demirciliğe heves etmeyecektir. Sağda solda kunduracı kalfalığı işi ararken karşısına ateş gibi bir Ermeni çocuk çıkar: Nişan… Nişan’ın babası demircidir. Nişan’ın ihtiyar babası bu güçlü kuvvetli, hovarda, aynı zamanda yakışıklı delikanlıyı sevmiştir. Madem oğluyla canciğer arkadaştır. Kunduracılık işi aramanın ne gereği vardır. “… İşte demirci dükkânı. Gündüzleri sırt sırta versin çalışsınlar, akşamları da meyhane, bar, pavyon, eğlensinler…” diye, düşünmektedir.

İkisinin de aklına yatar. Nişan’ın babası Bogos Usta’nın Siptilli Pazarı’na giderken sağdaki demirci dükkanına namuslarıyla gidip gelmeye başlarlar. Topal Eskici zanaata karşı çok yatkın olduğundan, kunduracılığı bırakıp köten demiri, ağzı dönen yani körlenen kazmalarla bel ya da öteki demir araçların onarımı, döküm işleri derken Nişan’la birlikte demirci kalfası olur. Yıllarca birlikte çalışıp, birlikte eğlenirler. Sonra 1911-1912 Trablusgarp Harbi’nde yediği kurşunla bacağı kesilen Eskici memleketine topal döner. Topal olmanın hüznünü büyüten, gözünün önünden gitmeyen demirci dükkânı ve arkadaşı Nişan’la gittiği eğlence yerleridir.

Tahta bacakla döndüğü ülkesinde duyduğu yalnızlık onu yiyip bitirir, Topal Eskici’nin mutsuzluğu gün gün artar. Bir de Ermeni tehciriyle birlikte Nişan gibi candan dostlarından da olunca tahta bacak koydukça koyar. Topal Eskici “keşke, Libya’nın kızgın kumlarında can verip kalsaydım” diye düşünür.  

Orhan Kemal’in ‘Eskici ve Oğulları’ romanında ortaya koyduğu gerçek olgulardan biri de bu ülke topraklarında Ermenilerin zanaat olarak tanımlanan mesleklerin öğreticisi, ustası olduğudur.

Orhan Kemal, 1927 Demiryolu Grevinin önderlerinden olan arkadaşı, Romanya Türklerinden makinist Ali Şahin’i anlatırken bu gerçeğin altını çizer.

***                                                                     

‘Eskici ve Oğulları’ toplumsal gerçekçi edebiyatın en başarılı romanlarından biridir. Çukurova’da tarım ve sanayide makinalaşmanın artışı karşısında küçük zanaatkarların çaresizliğini, değişen, dönüşen üretim ilişkilerini bir aile ekseninde anlatan; hikayesi, dili, anlatımı ile okumaktan mutluluk duyacağınız bir roman.

Tahir Şilkan