İnsanların biyografisi olur da bir trenin biyografisi olmaz mı? Hele bu tren çağının en ünlü treniyse, kralları, sultanları, aristokratları, devrinin önde gelen siyasilerini, ünlü aktrislerle aktörleri, dansçıları, elçileri, casusları, dönemin en varlıklılarını, silah tüccarlarını, petrol zenginlerini taşıdıysa, iki dünya savaşı, soygun, mahsur kalma gibi her türlü olayı yaşadıysa elbette ki anlatacak çok öyküsü olacaktır. Zaten bütün bu yaşanmışlıkların sonucu olarak ne edebiyat ne de sinema dünyası ona kayıtsız kalamamıştır.

E.H. Cookridge’nin yazdığı Orient Express, işte bu ünlü trenin doksan dört yıllık öyküsünü anlatmış. Uzun zamandır İngilizce bir kitap okumamıştım. Ancak epeydir kitaplığımda bekleyen Orient Express’i bu sefer elime aldığımda geniş kelime haznesi nedeniyle ilk önce oldukça zorlansam da Google Çeviri imdadıma yetişti.  Bir süre sonra aşinalık kazanmaya başlayan kelimelerle kitap bir roman havasında sürüklemeye başladı.

Tüm Avrupa’yı boydan boya geçecek ultra lüks bir tren fikri 1845 doğumlu Nagelmackers adlı bir Belçikalının hayalinde gelişmiş. Nagelmackers, tren yolu finansmanı yapan banker bir baba ile çok zengin ve tanınmış bir aileye mensup annenin oğlu olarak dünyaya gelmiş. Ailenin o günkü Belçika kralı ve onun aracılığı ile Avrupa’daki her hanedanla ilişkisi varmış. Bu durum her ne kadar yardımcı olsa da Nagelmackers’ın hayalini gerçeğe dönüştürmesi o kadar kolay olmamış. Kitabın girişinde Nagelmackers’ın önüne çıkan bütün engellere karşın ki bunların arasında tam her şey hazır ve vagonlar yola çıkacakken Fransa’nın Prusya’ya savaş ilan etmesi gibi büyük olaylar da var, yolundan dönmeyip, kararlılıkla hedefine nasıl ulaştığı adım adım bir roman tadında anlatılmış.

Orient Ekspres ya da Türkçede söylediğimiz şekliyle Şark Ekspresi ilk seferine 4 Ekim 1883’de çıkmış. İlk trenin yola çıkışı tahmin edeceğimiz gibi çok şaşaalı olmuş. “The Magic Carpet to the Orient” (Doğuya Uçan Halı) şeklinde lanse edilen trenin ilk seferinde yolcular arasında kimler yokmuş ki. Şirketin yöneticileri ve bankerler ile bu şirketin bir Belçika kuruluşu olduğunu vurgulamak isteyen Belçikalılar, bakanlar ve  direktörler en önce gelmişler. Arkasından üst düzey Fransızlar yetişmiş. Bu ilk yolculukta Osmanlı İmparatorluğunu Paris elçisi Mishak Efendi temsil etmiş. Doğal olarak çok sayıda gazeteci davetliymiş ki bunlardan ikisinin yazacakları özellikle önemliymiş. İlk yolculukta ünlü Fransız yazar Alphonse Daudet’in oğlu da trendeymiş. Şark Ekspresi’nin farklı rotaları olmuş, örneğin İlk yolculuklarda Karadeniz limanı Rusçuk’tan sonra İstanbul’a gemi ile gelinmiş. 1889’da ise İstanbul’a kadar demiryolu ulaşımı 0sağlanmış.

Nagelmackers gerçekten bir masal treni yaratmış. Maun ve tik kaplı paneller, oymalı duvar ve kapıları ile kompartımanlar, altın kabartmalı desenlerle işlenmiş yumuşak İspanyol derisi ile kaplı geniş koltuklar, altın iplikli püsküllerin sallandığı ipek kordonlarla tutturulmuş perdeler, ipek çarşaflar, en iyi kalite yün battaniyeler, kuştüyü yastıklar, İtalyan mermeri kaplanmış porselen lavabolu, her kullanımdan sonra temizlenen tuvaletler, son derece iyi eğitilmiş, şık ve temiz giyimli çalışanlar, dönemin en iyi aşçılarının hazırladığı kuşsütü eksik olmayan menüler, en kaliteli şaraplar ile döneminin en iyi otellerinden çok daha lüks ve konforlu bir yolculuk müşterilerine sunmayı başarmış.

Kimler gelip geçmemiş ki bu trenden. En yoğun kullanıcıların başında, o devirde Avrupa’da olan bütün hanedanların üyeleri, en varlıklı iş adamları, film ve televizyon yıldızları gibi medyanın her hareketlerinden bahsetmeyi çok sevdiği, yaşamlarına özenilen üst sınıftakiler gelmiş. Eh, böyle bir trene de ancak bu grup para yetiştirebilirmiş. Trenimiz iki dünya savaşı görmüş, bunun sonucu olarak da siyasetçiler, bürokratlar, diplomatlar, üst düzey askerler, casuslar da çok sayıda bulunmuş trende. Edebiyatçıları, sinemacıları da unutmayalım tabii. Kitabımız her birini tek tek anlatmış. Sarah Bernhardt, Eleonora Duse, Edward Stirling, Maurice Chevalier, Marlene Dietrich, Richard Strauss, Maria Callas, Mata Hari bunlardan sadece birkaçı. Trenin müdavimi Osmanlı doğumlu iki iş adamına ise birer uzun bölüm ayrılmış. Öykülerini okuduğunuz zaman nedenini anlamak zor değil. Yazarımızın İngilizce “the richest and most ruthless” olarak tanımladığı Türkçeye “en zengin ve en acımasız” diye çevirebileceğimiz bu işadamları Zaharoff ve Gülbenkyan’mış.

Yaşam hikayesinin uzun uzun anlatıldığı bölümde silah tüccarlığından dev bir servet yaratan Zaharoff’un, Birinci Cihan Harbi’nde ölen asker başına bir sterlinden daha fazla değerinde para kazandığını yazıyor yazarımız. Yaptığı silah ticareti sırasında Şark Ekspresi’nin yedi nolu kompartımanını evi gibi kullanan acımasız Zaharoff’un yaşadığı aşk hikayesi ise filmlerde görülecek cinsten. İspanya kralının yeğeni bir dükle gene aristokrasiden bir kontun kızı olan Maria evlendirilirler ve balaylarını geçirmek üzere Şark Ekspresi’yle Avusturya imparatoru Franz Joseph’in davetlisi olarak Viyana’ya yola çıkarlar. On yedi yaşındaki Maria ve ailesinin bilmediği şudur ki, dükün akıl sağlığı yerinde değildir ve trendeki ilk gece eşini öldürmeye kalkar. Yaralı Maria can havli ile Zaharoff’un kompartımanına sığınır ve çiftin ömür boyu sürecek aşkları böyle başlar. Maria çok uzun süre boşanamadığı için ilişkileri herkesin bildiği sır olarak devam eder, üç çocukla taçlanır. Öykünün sonunu kitabı okuyacaklara bırakayım artık ama bölümün son paragrafının da filmleri aratmayacak bir sahne ile bittiğini buraya not edeyim.

Yazarımızın gene bir bölüm ayırdığı ikinci kişi ise petrol ticaretinden aldığı komisyonlar nedeni ile “Bay Yüzde Beş” olarak adlandırılan Sarkis Gülbenkyan. Şark Ekspresi’nin müdavimlerinden olan Gülbenkyan’ın Zaharoff gibi bir aşk hikayesi olmadıysa da,  o da devrin playboyu oğlu Nubar’dan çok çekmiş. Ölümünden evvel Lizbon’a yerleşmiş, bütün arzusu babasından en az yirmi yıl daha uzun yaşamakmış ki bu da yüz altı yaşa denk geliyormuş. Bütün yaşamı boyunca “paranın satın alamayacağı hiçbir şey yoktur” düsturunu edinen Gülbenkyan’ın parası maalesef bu isteğini satın alamamış.

Biraz da trenimizin başına gelenlerden söz edelim. 1891’de Çerkesköy yakınlarında Yunan haydutların gerçekleştirdiği büyük bir soyguna sahne olmuş, rehineler alınmış. 1929’da gene Çerkesköy yakınlarında tren kara saplanmış, üst sınıf yolcularımız açlık tehlikesi geçirmiş. Tren mürettebatı yakınlardaki köylere yürüyüp yardım almışlar ve sonunda Türk yetkililerce kurtarılmışlar.

İlginç öykülerden birisi de 2419 no’lu vagonun başına gelenler. Fransızların talebi üzerine uygun hale getirilen bu vagonda Almanlar, Birinci Cihan Harbi’nin sonunu getiren, yenilgilerini kabul ettikleri anlaşmayı imzalamışlar. Tarihi vagon 1940’a kadar sergilenmiş, binlerce ziyaretçi görmüş. Ne zamanki Almanlar İkinci Dünya Savaşı’nda Paris’e girmişler, Fransızlara teslim antlaşmasını bu vagonda imzalatmışlar. Sonra da Führer’in talimatıyla vagon Berlin’e çekilmiş. Ama tarih böyle bir şeymiş, işler gene Almanya’nın aleyhine dönmüş. O zaman Hitler vagonun ikinci defa müttefiklerin zaferine şahit olmaması için ortadan kaldırılmasını buyurmuş. Vagon patlatılmış, yakılacak parçaları yakılmış, metal aksamı tamamen yok edilmiş.

“Toplu taşımanın hiçbir şekli yazarları Şark Ekspresi kadar etkilememiştir” diye yazmış Cookridge kitapta. Evet geldik edebiyat ve sinema dünyasına. Sonra da “bu kadar pahalı bir treni ancak küçük bir grup kullanabilse de milyonlarca gazete okuyucusu onun hakkında çok şey biliyordu” diye devam etmiş. Trenin ihtişamlı fonunda birbirini daha evvel tanımayan insanların geçici olarak kaçamayacakları bir ortamda karşılaşmaları yazarlar için çok çarpıcı bir kaynak oluşturmuş.

H.D.Lawrence’in otuz yıldan fazla İngiltere’de yasaklanan ünlü romanı Lady Chatterley’in Sevgilisi’nde Lady Chatterley babasına hamile olduğunu Şark Ekspresi’nde söylemiş. Ne var bunda diyeceksiniz: Hamilelik kocasından değil, sevgilisindenmiş.

Son yıllarda unutulan ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında, öncesinde ve sonrasında kitapları çok satan Fransız yazar Maurice Dekobra’nın da yolu trenimizden geçmiş. En bilinen kitabının adı The Madonna of the Sleeping Cars’mış. 1927’de yayınlanmış, o kadar satmış ki sonraki otuz yıl baskı üzerine baskı yapmış. Gerçek hayatta çok rastlanmayan türden olan Dekobra’nın karakterleri daha çok melodram inşa etmek için yaratılmışmış.  Roman 1944’de dilimize Yataklı Vagonlar Mabudesi olarak çevrilmiş.

Gerçek hayatta olabilecek bir kadın ve erkeğin trende karşılaşmaları ve heyecanlı bir yolculuk yapmalarının öyküsünü yazmak ise 1932 yılında Graham Greene’e nasip olmuş. İstanbul Treni (Stamboul Train) Greene’i en etkili yazan yazarlar arasına taşımış.

İstanbul Treni’nden iki yıl sonra bütün zamanların en iyi dedektif romanı olarak tanımlanan Agatha Christie’nin ünlü Şark Ekspresinde Cinayet’i gelmiş. Agatha Christie de trenimizin müdavimlerindenmiş. O zamanlar evli olduğu eşi Albay Archibald Christie uzun yıllar İngiliz entelejansında çalışmış, bu görevinden dolayı Ortadoğu’ya çok yolculuk yapmış, Agatha’da ona eşlik etmiş. Böylece şahit olduğu birçok komployu kendi kurgularında kullanma olanağı bulmuş. Roman 1974 yılında filme çekilmiş. (Elimizdeki kitabın basım tarihi 1980. Roman daha sonra 2001, 2010 ve 2017’de olmak üzere üç kere daha filme alındı).

Agatha Christie’nin ardından, İkinci Dünya Savaşı sonrası Ian Fleming’in ünlü James Bond serisinin Rusya’dan Sevgilerle (From Russia, With Love) kitabı yayınlanmış. Roman 1956’da, serinin ilk kitabının çıkmasından dört yıl sonra gelmiş. Son bölümlerinde trenin çok gerçekçi betimlendiği Fleming’in bu kitabı aynı zamanda serinin en iyisi olarak tanımlanmış; 1965’de, sadece bir yıl içinde yirmi dokuz milyon adet satmış. Ayrıca milyonlarca insan kitaplarından daha iyi olduğu düşünülen James Bond filmlerini seyretmiş.

Başka romanlar da yazılmış tabii. 1937 basımlı Cecil Roberts’in Victoria Four-Thirty’si adını Şark Ekspresi’ne aktarmalı vapur ile ulaşımı sağlayan trenin kalkış saatinden almış (Türkçeye çevrilmemiş). Yine aynı yıllarda Hollandalı yazar A. Den Doolard, Orient Express adında Makedonya fonlu tarihi bir roman yayımlamış. İngilizcede Express To The East olarak yayımlanan bu roman da Türkçeye çevrilmemiş.

İskenderiye Dörtlüsü ile ünlü Lawrence Durrell’de trenimizin cazibesine dayanamayanlardan. Bir diplomat arkadaşının anılarından yola çıkarak yazdığı Esprit de Corps- Sketches from Diplomatic Life adlı mizahi kitabındatrenimize uğramış (Türkçeye çevrilmemiş). Çağdaşı Graham Greene’in “sorgusuz bizim en iyi gerilim yazarımız” diye tanımladığı Eric Ambler de Şark Ekspresi’nin ışıltısından nasibini almış. Yazdığı Dimitrios’un Maskesi (The Mask of Dimitrios) adlı gerilim romanı İzmir’in kurtuluşu sırasında çıkan yangınla başlamış, trenimizi de içine alarak, bütün Balkanlar’a, Paris’e kadar uzanmış.

Şark Ekspresi temalı bir roman olan Ethel Lina White’ın The Wheels Spin’i çok satan olamadıysa da ilk en iyi filme uyarlanabilir roman olma özelliğini taşımış. Öyle ki, Alfred Hitchcock, film haklarını satın almış ve kitaptan yola çıkarak ünlü başyapıtı Kaybolan Kadın (The Lady Vanishes) filmini çekmiş.

Zaman Şark Ekspresi’ni de yaşlandırmış. Bunun başlıca nedeni yolculuk süresini çok daha fazla kısaltan hava yolları ile rekabet edememesiymiş. İhtişamı yavaş yavaş sönmüş, birkaç kere son seferi olduğu ilan edilmiş. Mayıs 1977’de iki düzine yolcu ve Sirkeci garında patlatılan birkaç şişe şampanya ile mütevazi bir şekilde seferleri bitirilmiş. Ekim 1977’de ise trenin vagonlarının ve eşyalarının açık artırma ile satılmasına karar verilmiş. Salon vagonunu birisi almış, restoran vagonunu öteki. Sekiz adet birinci sınıf vagon ile lokomotifi ise Otsu adlı şehirlerinde sergilemek üzere Japonlar almış. Otsu, Japonların antik çağ başkentleri de olan popüler bir turistik şehirmiş. Aynı zamanda şehirde lokomotif fabrikası da varmış. Böylece tamamen dağılmaktan kurtulan Şark  Ekspresi onurlu bir sona kavuşmuş.