2 Ocak 1981 yılında kaybettiğimiz edebiyatçımız Eflatun Cem Güney, geleneksel halk hikayelerimizi ve masallarımızı derlemiştir. Halk arasında Masalcı Baba olarak tanınan Eflatun Cem Güney’in birçok edebiyat dergisinde yazıları yayımlandı. İstanbul radyosunda “Bir varmış bir yokmuş” programı sunan edebiyatçımız çağdaş bir halk hikayecisidir.

1932 yılında Yakup Kadri Karasomanoğlu’nun kurduğu Kadro Dergisi’nde yayımlanan yazısıyla kendisini anıyoruz.

İnkılâp Edebiyatı

Kurtuluş inkılâbımızın getirdiği yeni görüşlerle planlı bir cemiyet kuruyoruz; bu yeni yapının bazı cepheleri şimdiden yükselmeye başlamış görünüyor. Halbuki san’at cephesi, maziden elişçiliği mevsiminden kalma bir eda ve mana ile yeni cemiyetin bünyesinde eski bir yama gibi duruyor. Bu, böyle ne olacak? Yeni hayatın yeni edebiyatı daha ne zaman doğacak? yeni bir zevk arayanlar böyle konuşuyor.

Vakıa, (923) den beri kart ve körpe kalemler yeni bir san’at şekline can vermek için çarpışıyor. Biz, ruhların bu ihtilalini ümitli bir yürekle karşıladık. Çünkü (908) Hareketinden sonra da böyle olmuştu: edebiyatı cedide, Fecri ati, Nayiler, Yeni lisancılar birbiriyle yine böyle çarpışmış; neticede ortaya “Milli cereyan edebiyatı” çıkmıştı. Bu defa da iştiyakı duyulan edebiyatın bugünkü mektepler arasındaki vuruşmadan doğacağını umduk ve bekledik. Fakat 10 yılın sükûtunu, sükûtun şiirini inciten şu kuru gürültüden, beklenilen (Millet edebiyatı) doğmadı, doğmuyor; hâlâ her bucaktan yorgun, ezik bir ses geliyor.

Dünkü vadilere usta ve çırak olanlar, bağlandıkları mektep ve mesleklerin ömrü tükendiğini, eser ve şahsiyetlerinin tarihe döküldüğünü bilselerdi, ya evvelce verdiklerinin talihine razı olarak sükûttan teselli arayacaklardı; yahut, ruhları kuvvetli ise, çürüyen san’at itiyatlarından sıyrılacak yeni bir estetik adam kıyafetile cemiyete tekrar doğacaklardı. Halbuki yüreklerinde taze bir ideal heyecanı dolaşmadığı için yeni bir san’atkar iradesi kullanamıyorlar; bununla beraber eski ağızla konuşmak merakından da kendilerini kurtaramıyorlar.

Kart kalemlerin şu uzayıp giden muvazenesizliği, körpe kalemlere yollarını kaybettiriyor. Çünkü yarının ümitleri, edebi mektep ve meslekleri birbirinden ayıran keskin köşeleri seçemedikleri için akıntıya, suya tâbi oluyor; içi havacıva ile yani ümmet ruhiyatı ve frenk fikriyatile şişirilmiş yazıların dış cilâsile gözleri kamaşarak yaşanılan hayatı ve asıl realiteyi görmüyorlar; bu yüzden tomurcuk imzaların matbuatı saran bücür kitapların her yaprağı dünkü ilerden birinin edasını ve hele mutlaka bir gönül ezasını taşıyor. Genç kabiliyetler hangi örneklere ve telâkkilere göre bir şahsiyet yapacaklarını bilemiyorlar.

Vakıa, şu anarşik san’at tezahürleri arasında yeni görüş ve duruşlara yeni bir edebiyat kımıldamıyor: Şe’niyetlerden doğan, cemiyete şuur olan bir inkılâpçı edebiyat! Ama ferdi pisikolojilerin yavelerile kokuşan edebiyatın kalabalığı, içtimai duygularla yanan bu öz sanatın yığınlara kadar yayılıp yerleşmesine fırsat vermiyor; bir “Yaban” bir “Roman” çıkıyor; okunacağı gibi okunmuyor… Bugünkü tekniği ruhlandırmak için bir (Tez) atılıyor; özlü bir tenkitle karşılanmıyor. Böylece, milletin benliğinden kopup gelen yeni san’at cereyanı, bir karanlık çağlıyan halinde kaybolup gidiyor.

Tezatsız bir içtimaî bünye yaratmak davasını taşıyan büyük inkılâbımız, şüphe yok ki, edebiyatımızı da anarşiye sürükliyen tezatlardan koruyacaktır. Tezatların tasifyesi için disiplin planlı murakabe ister. Binaenaleyh, şu istihale kirizi karşısında duygu işine de devlet teşkilâtının elatmasını, başıboş edebiyatın iyi bir nizam altına alınmasını düşünüyoruz. Esasen edebiyat, bazılarının uydurdukları gibi sadece bir ilham mataı değil, bir kültür meselesidir. Bilhassa iktisat gibi ve ondan doğan bir cemiyet hâdisesi bir inkılâp unsurudur. O halde bunu cemiyetin yürüyüşüne göre ayar etmek, buna inkılâbın ideolojisine uygun ve veçheler vermek lazımdır. Çünkü, inkılâp işleri, inkılâpçı hamlelerle derinleşip genişler.

Dileğimiz:

  1. San’at kafası: Yeni bir edebiyat yaratmak için san’at kafası lâzım bu Darülfünun olamaz; buraya edebiyatımızın yalnız mazisi girmiştir. Hali ve istikbali cezri ıslâhattan sonra girebilirse, ne mutlu! O halde bu ışıklı kafa, ancak yakında kavuşacağımız (İnkılâp veya Maarif akademisi) olacaktır. İnkılâbımızın getirdiği (Cihanı anlayış tarzı)na uygun ileri teknik ve estetikle düşünebilen bu merkez, edebi hareketlere hakim, hedefli inkişaflara nâzım olacaktır
  2. San’at mecmuası: Edebiyatı cedide, ayni hayat ve edebiyat telakkilerile  yaşıyan bir avuç san’atkarın heyecanlı çalışmasından doğmuştur. Özlediğimiz millet edebiyatı için de,  hâdiseleri yeni ve muayyen görüşlerle karşılayan böyle bir mecmuaya ihtiyacımız var. Akademinin çizeceği esaslar dahilinde, edebiyatın teknik ve estetiğini konuşan; şiir hikâye gibi san’at eserlerini yayan; cihan edebiyatının ölmezlerinden ve özlülerinden nümuneler, halk edebiyatının canlı, duygulu parçalarından örnekler veren dört kanatlı, ama tek gayeli bir mecmua… Azlık fakat şuurlu bir kadro ile yayma ve yaratma işine başlayan bu san’at mecmuası; verdiği örneklere ve estetik ölçülere göre yetişmiş, ayar edilmiş kalemlerle az zamanda zenginleşip büyüyecek ve bir gün köpüklü şahlanışlarla inkılâbın yalın edebiyatı doğacaktır.
  3. Neşriyat: Bize bu edebiyatı getirecek nesil, güneşli eserlerin zevki, harareti içinde yetişecektir.  Akademinin şuurlu murakabesi altında bol ışıklı neşriyatile zamanı kısaltabiliriz. Doğan edebiyatımıza, halk edebiyatımıza ve cihan edebiyatına ait antolojiler hazırlamak; büyük san’atkarlara ve şaheserlere dair broşürler neşretmek, talihsizlikten çürüyen değerli san’at eserlerini korumak lazım. Bilhassa, her yılın en üstün eseri ve edebi hâdisesi sayılan kitapları maddi mükafatlarla karşılamalıyız. Çünkü bu müstesna eserler, hayatın yalçın realitesile içli san’atkar yüreğinin kanlı çarpışmasından doğar. Verilecek para san’atkarın kanını ödemez ama, öteki kabiliyetlerin kalbine kuvvet olur; böylece bütün ruhuna zevk ve serinlik verecek ana eserler çoğalır.
  4. Halkevleri: Mektep dışındaki kabiliyetleri yetiştirmek için Halkevlerinin dil ve edebiyat şubeleri akademinin direktifleriyle işlemelidir. Gençliğin fikir cihazını disiplinli neşriyata açık bulundurmak, ruhi temayüllerini millet edebiyatına doğru istikametlendirmek icap eder. Kim bilir, yolunu beklediğimiz san’atkar belki de bunların arasından çıkacaktır.

Eflatun Cem Güney

Kadro Dergisi, 1932, 18. Sayı, sayfa:67-69