4 Ocak 1927 yılında kaybettiğimiz şairimiz Süleyman Nazif, Servet-i Fünun Edebiyatında şiir ve nesir alanında eserleriyle tanınır. Doğu ve Batı edebiyatlarına hâkim; şiir ve nesir alanında Namık Kemal ekolünün en önemli temsilcisidir. Servet-i Fünun’a bağlı olduğu zamanlar, “Sanat sanat içindir,” görüşüne uyarak yazdığı şiirlerinde, hüznü ve hayallerini işledi. Meşrutiyet sonrası kullandığı nesir; dil ve üslupça Servet-i Fünun’dan gelen özelliklerin devam ettirilmesi ve geliştirilmesiyle oluşmuştur.

İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un işgal edilmesi üzerine “Kara Bir Gün” adlı yazısının yayımlanmasından dolayı Malta’ya sürülmüştür.

KARA BİR GÜN

«Fransız generalinin dün şehrimize varışı münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş, Türk’ün ve İslâm’ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir yara açtı.  Aradan asırlar geçse bugünkü hüzün ve düşkünlüğümüz zevk ve saadete de dönse yine bu acıyı hissedecek, bu hüzün ve teessürü evlat ve torunlarımıza, nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz:

Alman orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak büyük Napolyon’un zaferlerinin taş halindeki şiirleri olan «Tak-ı Zafer» altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah, saat dokuzdan on bine kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştı. Çünkü Fransız adını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil Yahudi Fransızlarla, Cezayirli Müslümanlar matem-i millî karşısında, aynı yakınma ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.

Biz ise milli ve lisanî varlıklarını âlicenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın «hayu huy» şamatalarıyla aziz matemimize en acı hakaretlerin bir tokat şeklinde atıldığını gördük.

«Buna müstahak değil idik» diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felâkete düçar olmazdık. Her kavmin hayat kitabında, birçok düşkünlük ve ikbal sahifeleri vardır. Fransa Kralı Birinci François’yı Charles Quint’in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca sarmış bir ümmetin mukadderat defterinde böyle elemli bir satır da yazılı imiş. Her hal değişecektir. Arapların güzel bir sözü var: «Usbûr feinneddehre la- yasbir» (Sen sabretsen de dünya sabretmez.)»

Dâüs-Sıla şiirinde milli duyguları ve ıstırapları anlatmıştır.

DÂÜS—SILA
Bu şeb de cûşiş-i yâdınla ağladım, durdum.
Gel ey kerîme-i tarih olan güzel yurdum.

Ufukların nazarımdan nihân olup gideli,
Bu hak-dân-ı fenanın karardı bir şekli.

Gözümde kalmadı yer, gök, batar, çıkar, giderim
Zemine münkesirim, âsumâna muğberrim.

Gelir bu cevvi kebûdun serairinde güler,
Çocukluğumdaki rü’yâya benzeyen gözler

Dumanlı dağların ağlar, gözümde tüttükçe,
Olur mehâsin-i gurbet de başka işkence

Bizim diyâr-ı tahassürden etmemiş mi güzer,
Acep neden yine lâ-kayd eser nesim-i seher?

Demek bu mahbes-i âmâl içinde ben ebedi
Yabancıyım… Bana her şey yabancıdır şimdi:

Ne rüzgârında şemim-i cibâlimizdir esen,
Ne dalgalarda haber var bizim sevâhilden.

Garibiyim bu yerin şevki yok, harareti yok,
Doğan, batan güneşin günlerime nisbeti yok.

Olunca yâdıma hasret-fiken feza-yi vatan
Sema-yı şarkı sual eylerim bulutlardan.
(Malta Geceleri)

Annesinin kabrini ziyaret ettikten sonra yazdığı yazısı:

ANNEME

Kabrini on senede ancak iki defa ziyaret edebildim. Hissizliğe ve vefasızlığa pek benzeyen bu günahı unutturmak ve affettirmek için şimdi sana öyle bir mezar inşa ediyorum ki, vatan muhabbeti fezâl-i beşeriyeden madud oldukça ve vicdanların harimi samiminden yükselen eninler insaniyetin kalbinde ca-yi kabul ve câ-yi tahassüs buldukça tavaf olunacak…

İtiraf ederim ki ben bu dertlerimi kâğıt üstüne döktüğüm günler seni değil, senden daha büyük -kıskanmıyacağını, memnun olacağını bildiğim için söylüyorum anne- senden daha muazzez valide olan vatanımı düşünüyorum. Ve münhasıran onu düşündüm. Sen gözlerimin menâbi-i sirişkiyle kalemin midadı feryadı kuruduktan sonra hatırıma gelebildin.

On sene evvel cismini Büyükada’nın -matemimle istihza edecek derecede şûh ve şaaik olan- topraklarına gömmüştüm. Bugün de ruhunu -mukadderatınla bu sahifeler ağlayan- diyâr-ı tarümarın kumlarına defnediyorum. Sen dünya yüzündeki bîkeslerini daha az hissedersin. O çöller ki en yüksek bir ufk-i temaşası olan Mardin kasabasındaki mezarından babam da, ihtimal ki, bu dakikada benim gibi nevha-nişâr oluyor. Ah anne! Keşke ben yalnız senin öksüzün olsaydım. Ve yalnız senin öksüzün olarak kırk sene evvel ölseydim ve böyle yetim-i vatan ve yetim-i tarih kalmasaydım!

Kaynakça: Toker Milliyetçi Fikir Edebiyat Dergisi, 16. Sayı, Ocak 1978

Derleyen: Zeynep Pınarbaşı