Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli temsilcilerindendir. Sade bir üslupla millî değerleri ve dini heyecanları işleyen şiirler yazmıştır. Bayrak, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Fetih Davulları, Selimler, Kubbeler, Süleymaniye en tanınmış şiirleridir. Bayrak şiirinden dolayı Türk edebiyatında Bayrak şairi olarak da anılır. Bir dönem öğretmenlik de yapmıştır. 19. dönem TBMM’de milletvekili olarak görev yapmıştır.
*****
1969 yılında kurucusu Halide Nusret Zorlutuna olan “Ayşe” isimli kadın dergisinin birçok sayısında Arif Nihat Asya’nın şiirleri yayımlanmıştır. Derginin 2. Sayısında Halide Nusret Zorlutuna’nın, Arif Nihat Asya’nın 50. Sanat yılı jübilesinde yazdığı yazı:
ARİF NİHAT HOCA
Molla Cami, Hazret-i Mevlâna için:
«Men çi güyem vasf-ı ân âlicenab
Nist Peygamber veli dard kitab.»
Buyurmuş…
Gençler için mânasını açıklayayım:
«Ben bu yüksek şahsiyet için ne diyeyim? Ne diyebilirim ki, Peygamber değildir fakat kitabı var!» diyor Molla Cami.
Ben de sanatının ellinci yılını kutlamakta olduğumuz bu mutlu gecede, üstat şair, yüksek insan Arif Nihat Hoca için, Molla Caminin, bu beytini tekrarlamak istiyorum:
Evet, Peygamber değil şüphesiz; fakat kitabı var, kitapları var! Hazret-i Mevlâna’nın kitabının izinde, O’na yakın kıymette kitapları var!
Burada şu bir kaç dakikalık konuşma içinde ben: onları değerlendirip, edebiyat sarayındaki tahtlarına oturabilir miyim?…
O kitaplar ki, her biri bir ummandır, bir âlemdir. Her biri Hak aşkı ile, vatan ve bayrak aşkı ile yanıp tutuşmuş birer meşaledir; gençliğe doğru yolu gösterir, milleti ışıklar âlemine çağırır.
Onda mânâ kadar, şekil de mükemmeldir: Hoca; aruzda hakkıyla üstat, hecede tam mânâsıyla üstat; serbest nazımda da ustalar ustasıdır. Rubai yazmakta, ebcet hesabıyle tarih düşürmekte ise, bugün, hocanın kabına erişebilecek hiç bir şairimiz yoktur.
Muhterem Arif Nihat Asya’dan hep «Hoca» diye bahsedişimi yadırgamıyorsunuz elbette. Zira hepimiz biliriz ki Hoca lâkabı Arif Nihat adına karışmış -eski dille söylersek- onunla âdeta hal-ü hamur olmuştur.
Arif Nihat Asya’ya hocalık ne kadar da yakışır! Sade yaraşmakla kalmaz; aynı zamanda bu bir gerçeğin tam ifadesidir:
O yalınız mektep çatısı altında, karşısındaki sıralarda oturan gençlerin değil, bütün memleket o gençliğinin hatta yalınız gençliğinin de değil, bütün memleket halkının hocasıdır, Onun için, hoca lâkabını nurdan bir taç gibi daima başında taşır.
Yaşca benden küçüktür amma irfanca büyüktür; ben de ona «hocam» derken, zevk ve iftihar duyarım. Üstadın ellinci sanat yılını bütün kalbimde kutlar, daha pek çok yıllar onun memlekete hayırlı hizmetler görmesini Allâh’tan dilerim.
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
****
15 Şubat 1947’de yayınlanan Altın-Işık dergisinde yayımlanan yazısı:
Altın Işık
“Üç narla beş çakıltaşının ve iki dalın tutarını bulunuz!” böyle bir hesap şaşırtmacası vardır.
Ülkümüzün, kültürümüzün, fikir yolumuzun malzemesiyle içtihatlarımız bu haldedir; yekûn kabul etmez… Yazık ki kültür, ülkü ideoloji gibi şeyler yekûn da değil, muhassaladır.
“Bir ağaçta yirmi kuş var; bir avcı çiftesini boşaltıp üçünü vurunca ağaçta kaç kuş kalır?” bu da başka bir şaşırtmacadır.
Bugün kültür adı altında toplamağa çalıştığımız şeyler bu ağacın kuşları gibidir; birkaçının teker meker yuvarlanması kalanın “pırrr…” diye uçup gitmesi bir “takt” sesine bakar… Hepsi kuştur ve hiçbiri ağacın yaprağı bile olamamıştır. Yazık ki ideoloji, kültür gibi şeyler sadece yaprakta, yemişte değildir. Herhalde daha esaslı, daha değişmez unsurlardır.
Elli yamadan yapılmış parça bohçası gibi bir kafamız var. Parçaların hepsini aynı boyaya batırmaya bile muvaffak olamadık. Yazık ki müşterek kültür yalnız boya işi de değil, öz ve ruh işidir.
Mânamızın yelkenlerini ekli, düğümlü, inceliği kalınlı ve ergeç elimizde kalacak iplerle açmağa çalışıyoruz hiç değilse ek yerleriyle düğümleri belirsiz olsa ve hiç değilse parçalar gözlere bir kalınlıkta görünseydi!…
Yazık ki, ideoloji ve müşterek kültür gibi şeyler ip teşbihinde ek yerlerinin belli olmamasından ve aynî kalınlıktan ibaret de değildir. Liflerin bir nisbet dahilinde karıştırılıp yan yana getirilerek eğirilmesi işidir.
Birinin keteni, birinin pamuğu, birinin yünü, ötekinin ipeği yeniden ele alınıp bir bütün olarak bükülmedikçe bu ip -istediği kadar uzasın- üç narla beş çakıltaşının ve iki dalın tutarından farksızdır.
İdeoloji ve kültür malzememiz kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lâcivert, mor ve kim bilir belki de her biri ayrı ayrı güzel ışık vardır.
Fakat bütün bunların bir altın ışık halinde birleşemez dediği yerde ortak kültürün ve ortak ülkünün, ortak ideolojinin varlığından bahsedilemez.
Bir dergi bu işi yapabilecek mi?
Hiç değilse böyle bir ışığın lüzumundan söz açacak ve hiç değilse adını, doğmazdan evvel konmuş bulacaktır.
Ayşe Dergisi, Sayı:21, Eylül 1970

Ayşe Dergisi, Sayı:18, Eylül 1970

Hazırlayan: Zeynep Pınarbaşı