Yazar: Anna Burns

Çeviren: Duygu Akın

Yayın evi: İthaki Yayınları

Ödüller: 2018 Booker Ödülü, Orwell Politik Kurgu Ödülü, Ulusal Kitap Eleştirmenleri En İyi Roman Ödülü

Sürükleyici bir eser Sütçü; okurken elimden bırakamadığım ve buna karşılık okuması bir o kadar zor olan bir roman. Yazar, okuyucuyu sıkıca kavrıyor ve sarsıyor. Gözleriniz sözcüklerin üzerinden öyle kolayca akıp gitmesin dercesine uzun cümleleri var, diyalogları az ve başkarakterin zihninde dolaştıran bilinç akışı tekniği kullanılmış. Romanda kişi ve mekan isimlerinin yer almaması önceleri bir parça zor gelse de zamanla, ilerledikçe alışıyorsunuz.

Zaman ve mekanın belirsiz olması distopik bir roman izlenimi verebilir. Bununla beraber hem yazarın kimliğinden, hem de anlatılanlardan, 1970’li yıllarda Kuzey İrlanda’da yaşandığı rahatlıkla tahmin edilebiliyor. O dönemde Birleşik Krallık’a bağlı olmak isteyen protestan grupla, İrlanda bağımsızlığını isteyen katolik grup arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Tekinsiz, baskıcı, gündelik bir terör ortamı. “Biz” ve “onlar” var. Devletçiler ve retçiler. Onların sokakları bizim sokaklarımız. Çocuklara konulacak isimler bile belirlidir her bir taraf için.

Romanın başkahramanı olan, çevresince tuhaf bulunan “ortanca kız kardeş”, yaşadığı çağı, yirminci yüzyılı sevmeyen, çevresinde ne olup bittiği ile ilgilenmek istemeyen, edebiyat ile bir nebze de olsa rahat bir nefes alabilen içe kapanık bir gençtir. On dokuzuncu yüzyıl edebiyatından kitaplar okur işten eve yürürken ve bu herkese dert olur. “Kitap okuyarak yürürdüm sıklıkla. Bir yanlışlık görmüyordum bunda ama sonradan aleyhime kanıtlar arasına eklendi.” (sayfa 9) Bu satırlar Camus’nun Yabancı romanındaki Meursault karakterini anımsattı bana.

Yanında rahat hissettiği, haftanın belirli günleri buluştuğu “belki erkek arkadaşı” vardır. Bundan annesine ve aile çevresine bahsedemez. Çünkü annesi, doğru dinden uygun bir kişi ile evlenmesi için ona devamlı baskı yapmaktadır. O ve “belki erkek arkadaş” evlenmeyi düşünmezler. “İlişkimiz doğru düzgün bağlanmalı, bir yere giden ilişkilerden değil, bir “belki ilişkisi…” Yanındayken rahat hissettiği diğer kişi ise birlikte koşuya gittiği eniştesi. Diğer bir eniştesi onu taciz etmektedir.  Ailedeki durum şöyle: ağır depresyon yaşayan baba ölmüş, bir abisi çatışmada vurulmuş, diğer bir erkek kardeş kayıp, bir ablası diğer taraftan biriyle evlendiği için evden uzakta. Anne aşırı baskıcı, dindar bir kadın.

Haftada bir defa akşamları gittiği Fransızca kursu, bu keder ve korku dolu ortamda ona keyif vermektedir. “Keyif almıştım, her zaman aldığım gibi öğretmenin eksantrikliğinden, “dingin, kısık ses”le, “anı yaşamak”la, “olması gerektiğini düşündüğünüz şeyi terk edip olabilecek şeye bakmak”la ilgili söylediklerinden… Ayrıca, “Bir şeyde değişiklik yapın öğrencilerim, tek bir şeyde, sizi temin ederim, geriye kalan her şey değişecek” deyişinden (sayfa 108).

Romana ismini veren, Sütçü lakaplı bir retçidir kıza musallat olup başını derde sokan. Fiziksel bir teması olmaması hatta kızın yüzüne bile bakmadan konuşması sebebiyle rahatsızlığını dile getiremez kahramanımız. “On sekizimde nelerin hakka tecavüz oluşturduğunu doğru düzgün bilmiyordum. Bir hissiyatım, belli bir sezgim, kimi durumlar ve insanlara karşı bir çekincem vardı ama önsezi ve çekincenin geçerliliği olduğunu bilmiyordum; yanıma gelen birinden ya da hiç kimseden hoşlanmama, onlara katlanmak zorunda kalmama hakkına sahip olduğumdan habersizdim.”(sayfa12) Yalnız başına yürürken aniden ortaya çıkıp yanına gelmelerinde, kendiliğinden gitmesini bekler adamın. Bu arada haberler çabuk yayılır. Onları yan yana görenler dedikodu çıkarırlar. Güya evli, otuz beş yaşındaki bu sütçü ile ilişkisi varmış. Kimseye derdini anlatamaz. Annesi, en yakın arkadaşı, “belki erkek arkadaşı” bile inanmazlar. Sütçüyle karşılaşmamak için “belki erkek arkadaş”la buluşmayı, koşuyu, kursu, yürüyerek okumayı bırakır. Kendi kendine ördüğü kozasının içinde sıkışır. Taciz ve dedikodu  bitmez, artarak devam eder ve bunların sebep olduğu bir dizi olaylar meydana gelir.

Taciz durumunda erkeğin değil de kadının suçlanması, kadının baskı altında yaşaması, kendini ifade edememesi, bunlar romanın ana izleği ve hiç yabancısı olmadığımız konular. Bunlar üzerinde düşünmek, aynı zamanda edebi bir lezzet hissetmek için bu kitap okunmalı.

Kitaptan:

Babam asla “Dizlerimin üstüne çöküp başkaları benden katbekat acı çekiyor diye şükredeyim” anlayışında olmadı. Neden yanıldığını da anlamıyordum çünkü hayatın böyle işlemediğini bilmeyen yoktu. Öyle işlese –dünyanın en büyük talihsizi olduğuna karar kılınan kişi hariç- hepimiz mutlu olurduk, oysa bildiğim çoğu insan mutsuzdu. Şu gündelik dünyada, beşerin şu küçük dünyasında, vaktimizi sonsuzluk namına nimetleri sayarak ve izafi olandan sakınarak geçirmiyorduk ne de olsa.“

Yazar Hakkında

Anna Burns; 1962 doğumlu, Kuzey İrlandalı yazar, Belfast’ta işçi sınıfı bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. 2001’de yayımlanan, arka planda Kuzey İrlanda’nın sorunlarının anlatıldığı, odağında sıkıntılı bir ailenin olduğu ilk romanı No Bones, Belfast gündelik konuşmalarının temsili bakımından James Joyce’un Dublinliler’iyle eşdeğer ve önemli bir eser olarak görüldü. İkinci romanı Little Constructions’ta suçlularla dolu bir aileye sahip kadının intikam hikayesini anlattı. Üçüncü romanı Sütçü’nün 2018’de yayımlanmasından önce, aş evinden karnını güçlükle doyuruyor, bel ağrılarıyla boğuşuyordu. Yazar, Sütçü romanı ile Man Booker ödülünü kazandı ve roman çok satanlar listelerine girdi. Ödülden sonra verdiği röportajda, artık borçlarını ödeyebileceğini ve masrafı düşünmeden tedavi olabileceğini söylüyordu yazar.