Asım Abinin mevlidindeyiz. Çok kalabalık değil ev. Ablaları ağlıyorlar arada kalkıp kendilerini yerden yere atıp, dizlerine vurup feryat ediyorlar, ikisi de müzmin bekâr. Onlara sorsan kimler kimler istedi de ama onlar kimseyi kendilerine layık bulmadı. Asım Abinin karısı İngiliz, öyle üzgün ağlamaklı oturuyor. Ortada dikdörtgen masanın üstünde kurabiye tabakları, kristal su sürahisi, birkaç bardak, bir kâsede şekerler. Kadın Hoca masanın bir kenarında Yasin okuyor. Masa dikdörtgen uzun, on sandalye var etrafında. Eski evlerindeki masalarına benziyor, böyle bir masada oturup ders çalışırdık Asım Abiyle. Özel ders çok pahalı, annem ona biraz harçlık verirdi. Cebir, geometri çalıştırırdı bana, o zaman işletme son sınıfta öğrenci. Ders çalıştırırken ciddi, sakin, sabırlı, anlamazsam uzun uzun anlatıyor, bilmezsem hiç kızmazdı. Orta boylu, çok zayıf, avurtları çökük, küçük bir solcu bıyığı vardı, o bıyığı olmasa on yedi yaşında gibi ama değil tam yirmi dört yaşında, benden on bir yaş büyük. Ders dışında başka şeyler hiç konuşmaz, merak ediyorum evde olmadığında neler yapar, nerelere gider. Arkadaşları var mı? Bir keresinde ablamla Emek sinemasının önünde gördük onu, yanında kumral minyon bir kız elele tutuşmuşlar. Tanımamazlığa gelip uzaklaştık, sanki o bir suç işliyor da biz görmemezlikten geliyoruz. Her şeyine karışıyor bilmiş ablaları, onay vermediler o da kızdan ayrıldı.

Okulu bitirince Asım Abi, gümrük memuru oldu, babası çok övünüyor, önüne gelene anlatıyor “devlet memuru oldu Asım, sırtı yere gelmez, saati belli izinleri belli, terfi de eder.” İlk tayini Hatay Yayladağı Gümrüğü. Babası, ablaları çok üzüldüler uzağa gidiyor diye ama o aldırmadı, severek gittiğini düşündük, idealistti bana göre.

Asım Abinin babasının küçük bir tuhafiye dükkânı vardı Üsküdar’da, düğme, iplik, kumaş, el işi malzemeleri satardı. Dükkân kira değildi ama iyi iş yapmıyor anca evin giderlerini karşılıyordu. İki odalı evleri çok ufak, dul babaları, bekâr ablalar, Asım abi zar zor sığıyor. Pencerelerinin doğraması çatlamış, bazı yerlerine naylon tıkamışlar rüzgâr girmesin diye. Banyoda çırayla yanan, deposu paslanmış bozuk bir termosifon var, acıyor büyükannem kızlara, ayda bir iki yıkanmaya çağırıyor, bazen de şehir hamamına götürüyor.

Asım Abi memuriyetinin daha ikinci yılında onlara ev aldı, tapuyu ablasının üstüne yaptı. Yine övünüyor babası oğluyla, merak etmiyor, taze memur nasıl böyle çabucak ev aldı. Sürekli evin içine yeni eşyalar giriyor, şatafatlı avizeler, üç buzdolabı, bir dondurucu, mikrodalga fırın, altın varaklı koltuklar. Duvarda büyük guguklu bir saat var, İsviçre işi. Saatleri seviyor Asım Abi hatırlıyorum, mekanik saatlerimiz bozuldu mu ona getirirdik, o da kırk yıllık saatçi maharetiyle hemen tamir eder, para da almazdı. Büyükannem bayramlarda ona biraz harçlık verdiğinde utana sıkıla alırdı. Sevinir miydi, yoksa mahcup mu olurdu pek anlayamazdım. Duygularını asla belli etmezdi Asım Abi. Kendini tam anlamıyla değil yarım yamalak bile ortaya koymazdı, çözmek zordu onu. Hatay’a gidene kadar Asım Abiden ders aldım, giderken vedalaşmaya geldi, bir tek büyükannemin elini, yanaklarını öptü. Ablamla benle tokalaştı.

Kadın Hoca kristal şekerlikten bir akide şekerini ağzına atıp Kuran okumaya devam ediyor. Eskiden bu evde kristal şekerlikler, bardaklar yoktu, hep plastik, melamin. Günlük yine melamin tabaklarda yiyorlar ama misafir gelince porselen yemek tabakları kullanıyorlar. Kahverengi ceviz oymalı büfe, porselen takımlarla, gümüş çatal bıçaklarla, porselen el işi biblolar, kristal kadehlerle dolu. Asım Abi gümrük memuru oldu olalı bunlarda eşyalar arttı da arttı. Evleri tıklım tıkış.  Rüşvet çok yiyor diye kulağımıza çalınıyorsa da, dürüst bellediğimiz Asım’ın böyle şeyler yapacağına inanmak istemiyoruz. Ablam “İtliği yok, kopukluğu yok, yapmaz öyle şeyler, ama çok fakirlik çekti” diyor.

Hoca dokunaklı Kuran okuyor, herkesin gözünde yaş, benim gözüme duvarda asılı fotoğraf takılıyor. Tam da bu fotoğraftaki yaşlarda, Kapıkule’ye atandıktan birkaç yıl sonra vedalaşmaya geldi Asım Abi. İngiltere’ye gidecekmiş, sıkılmış işinden, hem İngilizcesi de iyiymiş, kolay iş bulurmuş. İlk kez bu kadar kendinden ve hedeflerinden söz ettiğini duyuyordum. Şaşırdık, işin aslını birkaç gün sonra gazetelerden öğrendik. Rüşvet karşılığı hayali ihracat yapan büyük bir çetenin boş tırlarını gümrükte dolu gibi göstermişler. Bir sürü personel ve gümrük memuru yakalanmış, haklarında soruşturma açılmış. Bazıları henüz yakalanamamış, Asım Abi de kaçaklar arasında. Yıllarca gelemedi memlekete Asım Abi. Türk vatandaşlığından çıktığını duyduk, ne kadar doğru bilmiyoruz. Ablaları biliyor her şeyi ama kimseye anlatmadılar.

Asım Abiyi en son babasının cenazesine geldiğinde gördüm. Duyduğuma göre davaları bitmiş, temize çıkmıştı. Askerlik için parasını da döviz olarak ödemişti, artık rahat rahat gelip gidebiliyordu. Okulu bitirmiştim ama işsizdim. Elime para sıkıştırdı, anlamadım ne yapıyor, almak istemedim. “Bak bu benim zekâtım, işsize, dullara biraz biraz dağıtıyorum, sen de kabul et.” Parayı almak istemedim, zaten birkaç yerden olumlu işe kabul cevabı geleceğinden emindim. Zengin değildik, kimseye borcumuz yoktu, kendimizi idare ediyorduk. Bu davranışı beni çok ezmişti. Verdiği para bin dolara yakın bir miktardı, herkese böyle para dağıtıp vicdanını mı temizliyordu? Ablalarına babalarından Bağkur maaşı bağlandı ama o kadar rahat ve bolluk içinde yaşıyorlardı ki bu yaşayışa, değil bir maaş on maaş anca yeterdi. Ablalarını ihmal etmiyordu Asım Abi düzenli olarak para yolluyor, desteğini esirgemiyordu. Kendi ağzından ne iş yaptığını hiç duymadık. Dolaylı yollardan duyduklarımıza göre Asım Abi Londra’da bahis sektöründe işler yapıyordu, bahis bürosu açmış, ayrıca bir de saatçi dükkânı işletiyordu. Bu işlerin hepsi İngiltere’de yasaldı ve çok kazanç elde etmek mümkündü. Matematiği iyi bilen, saatleri seven Asım Abi tam da kendine uygun işler bulmuştu demek. Ama yine de bu kadar kazancın bir yerlerde masumane olmadığı hissi vardı. Bilemeyecektik.

Altmış yaşına yakın Beykoz’da yeni yapılmış boğaz manzaralı bir siteden villa aldı. Senenin belli aylarını İngiltere de belli aylarını Beykoz da geçiriyordu, karısı da sevmişti burayı. Ablalarla anlaşamıyordu ama birbirlerinin lisanlarını anlamadıklarından sorunlar büyümüyordu. Asım Abi karışmıyordu onlara, ne istiyorlarsa alıyor, lüksten geri bıraktırmıyordu. Türkiye’de olduğu zamanlar sürekli seyahat halindeydi en çokta Güneydoğuya gidip geliyordu. Niçin gidip geliyordu, neler yapıyordu anlatmıyordu kimselere.

En son seyahatinden uzun süre dönmedi, hangi şehirde olduğu bilinmediğinden doğru düzgün aranamadı Asım Abi. Sonra haber geldi adli tıptan, Asım Abinin eşkâline uygun tanınmaz bir ceset vardı, iki kurşun kafasında. Perişan halde DNA testine gitti ablaları, sonuç istemedikleri gibiydi.

Mevlit bitti evlere dağıldık. Gençliğinden beri sırlarla dolu bir insan yine sırlarla hayata veda etmişti.

Nil Saydan