Trenin ahşap evin önünden geçerken çıkardığı gürültüye bir de sarsıntı eklenirdi. Üç katlı ahşap evin giriş katı, karşılıklı her bir odasında oturan kiracılar Anadolu’dan, farklı köylerden, iş bulma ümidiyle büyük şehre gelmiş, İstanbul’un acımasızlığında kaybolup kaderlerine teslim olmuş, zavallı insanlardı.

1954 yılıydı. Tarihte bir daha tekrarına rastlanmayacak bir durum olmuş, olağan üstü soğuk hava, Karadeniz’den İstanbul Boğazı’na buz parçaları gelmiş, Marmara Denizi kısmen dondurmuştu. Soğuktan başlarını kapılarından dışarı çıkaramayan ahşap evin kiracıları, görünüşleriyle, göçmen kuşlar gibiydiler. Nefret ettikleri yoksulluklarıyla durmadan debelenip durur, talihsizliklerine dövünerek günlerini geçirirdi.

Ahşap evin kiracı erkeklerinin nafakalarını çıkarma dertlerine, bir de ağır kış mevsiminin faturası eklenirdi. Ortak kullandıkları mutfak, banyo ve tuvalet kapısında karşılaştıklarında, yere eğik başlarını isteksizce kaldırıp bir iki kelamı zor eder, bazen de öncelik sırası için gereksiz tartışma çıkarırlardı aralarında.

Eski konaktan bozma bu ahşap evin sahibi bazen gürültüye patırtıya çok aldırış etmez, bazen de beş kiracısının ufak bir tartışmasında, seslerini duyduğu an oğlunu alt kata yollar. Olaya el atıp, ortalığı sakinleştirirdi.

Evin sahibi orta yaşlı kadın üst katta oturur, kiraya verdiği bahçeye bakan odalara “arka odalar”  sokağa bakan odalara da “ön odalar” derdi. Geçimini kira geliriyle sağlayan kadın kendisi de Anadolu’dan İstanbul’a bağını bahçesini satarak göç etmiş bu eski konağı almıştı.

Ahşap konağın odalarından birinde, hamallık yapan Faik ve karısı otururdu. Sigarayı çok içmesinin yanı sıra,  içkiyi biraz fazla kaçırınca, iyice çekilmez olmuştu. Ay sonunu zar zor getiren, kirasını düzenli ödeyemeyen Faik’in, son zamanlarda ciğerleri sökülürcesine öksürmeye başlaması, balgam çıkarması günden güne artarak, onu yatağa yapıştırdı, çalışamaz hale getirdi.

Kış şiddetli geçerken ayın sonuna doğru iyice yataktan kalkamaz, ertesi ay da hiç işe gidemez hale geldi. Köyünden karısıyla kaçarak geldiğinden, ailelerinden de yardım isteyemiyorlardı. Hoş isteseler de onlar da kıt kanaat geçinen, ancak karınlarını doyurabilen insanlardı. Faik daha çocukken kulağına işlenen büyük şehir korkusuna, “çalışan kadınlar kötü yola düşer!” diye öğrendiğinden, karısının çalışmasına izin veremiyordu.

Aradan geçen zaman içinde hastalık iyice belini büktü. Hastalığın pençesinden kendini kurtaramayınca, sinirleri iyice zayıfladı. Sefalete doğru sürüklendiğini hissettikçe, çaresizlik onu delirtti. Aksırıklı, tıksırıklı, çalışamaz hali,  evin içinde karısını huzursuz ederken, öte yandan ev sahibi de kirayı alamayınca telaşa düştü.

Faik’in karısı köyde düzgün büyütülmüş, sakin tabiatlı, kibar bir kadındı. Severek peşine takılıp geldiği Faik’e kıyamaz, sevgiyle bakar, onun sinirini yatıştırmak ve iyileştirmek için çaba sarf etse de Faikciğini mutlu edemezdi.  Faik duyacak sinirlenecek, üzülecek diye mutfakta, banyoda karşılaştığı diğer oda sakini komşularının sorularına cevap vermez, dertlenemezdi…

Evdeki parasızlık, hır gür başlattı aylar içinde. Faikciğine ne zaman sokulup konuşmak istese, “Ben bari çalışayım” dese de o “sus” diye bağırır, küfürlerinin arasına tokat ve dayaklar ilave eder olmuştu. Sesleri oda kapısından dışarı duyulur hale geldi. Aşikâr dövüyordu kadını. Komşular yüz yüze geldiklerinde birbirlerine öfkeyle,  üzgün huzursuzluklarını dile getirir olmuşlardı. Bu gürültü patırtı artık hemen her akşam duyulur oldu diğer odalara. Hakaretlerin ve küfürlerin dozu iyiden iyiye arttı.

Gece yarısı, kadının dayak yerken hıçkırarak ağlama seslerine “Faikciğim vurma” diye inleme sesleri karıştı.

“Ciğimde neymiş lan? Ciğim de neymiş?” diye bağıran Faik’in öfke dolu sesi ahşap konağın her köşesine çarparak yankı yaptı.

Karısının inlemeleri diğer odadaki kiracıları yine uyandırdı. Komşuların sabırları tükenmiş, zaten mutsuzluk ve yoksulluk hepsinin bedenlerini kavurduğundan, yüzleri uykulu, şaşkın, bıkkın kapılarını dayanamayıp açtılar.

Karşı odasındaki kiracı seyyar satıcı adam kapılarına dayandı. O da yoksuldu, el arabasıyla sebze satıp ailesinin nafakasını çıkarmaya çalışırdı. Kapının önünde durup hiddetle bağırdı.“Tamam! Aile kavgası dedik ama!  İnsanın uykusunu beynine fırlatıyorsun Faik!”

Gürültü kesilmeyince, açılması için, kapıyı kırarcasına yumrukladı. Ses kesilip, kapı açıldı, genç kadın kapı aralığında karşılarındaydı.  Üstü başı dağılmış, başörtüsü omzuna düşmüş, sol gözü kıpkırmızı. Çenesi kanamış halde…

Arka odada kızıyla yaşayan genç kadın “Her akşam! Her akşam olmaz ki!” diye söylenerek seyyar satıcı komşusuna destek çıktı. Bu kadın da geçim sıkıntısı çekiyordu. Kocası yurt dışında çalışsa da hiçbir zaman düzenli para yollamazdı. Kocasının orada yabancı bir kadınla birlikte yaşadığı dedikoduları ayyuka çıkmıştı ayrıca…

Arka odanın karşısında oturan kiracı ise iki çocuklu bir aileydi. Baba resmi dairede odacılık yapardı yapmasına da, o da maaşını içkiye yatırırdı. Akşamcı baba eve hep sarhoş gelip sızardı. Eşi ise “bu ay yine odun alamadım” der, bütün gün ev soğuk diye kıvranır, komşularına dertlenirdi. Lodosta, sahile gidip dalgaların kıyıya sürüklediği tahta parçalarını toplar, kuruması için soba arkasında bekletirdi. Çoğu zaman, diğer kiracı kadınlar ve çocukları da tahta parçalarını toplamasına yardım ederlerdi.  Bir onların kapısı açılmamıştı ama kapı arkasında bir hareketlenme olduğu duyuluyordu…

Bir de beşinci odada yalnız yaşayan kulakları ağır duyan yaşlı kadının kapısı açılmamıştı. Ev sahibi kadının oğlu merdiven başında göründü. Herkesi sakinliğe davet etti. Hane halkı homurdanarak, odalarına çekilince, gecenin sessizliği egemen olmuştu bile…

Geceki olanlar,  diğer günlerde de olacakların kaçınılmaz belirtisiydi…

Sabahın sessizliği, dinginliği şaşırtıcıydı…

Lodosun şiddeti sabaha kadar evin ahşap yüzüne çarpmış, şimdi o da susmuştu…

Kocası yurt dışında çalışan komşu kadın, taşlık avlunun bahçeye açılan kapısında Faik’in karısıyla karşılaştı. Faik’in tükürük hokkası bir elinde, diğer elinde içi izmarit dolu kül tabağı vardı. Birbirlerine yol vermek için kenara çekildiler. Kocası yurtdışında çalışan kadın, muzipçe gülümseyerek, elindeki sigaranın dumanını savurup,  “yak bir tane” diye sigara paketini uzattı. Eli havada kaldığı gibi cevap alamadı. Israrla paketinin içinden bir tane sigara çekip uzattı:

“Ah kız ah!” Diye devam etti. Yutkundu. Boğazında biriken ağlamaklı sesini düzeltti.

 “Gurbet ellerde başımıza gelen gelene”

Aralarındaki sessizliği, sigarasından büyük bir nefes çekip, konuşmasına devam ederek bozmaya çalıştı.

“Benimki de madem Almanya’dan dönmeyecekti, niye beni ve kızımı köyden şehre getirdi.” Derken sesi zayıfladı, boğazı yine düğüm düğüm ağlamaklı olunca, sustu. Vermek üzere paketten çıkardığı sigarayı, içtiği sigaranın ateşiyle yakıp, filtresine gelmiş olanı söndürdü.

Biraz tereddütten sonra sigara paketine uzandı Faik’in karısı, elleri titreyerek içinden bir tane alıp dudaklarına götürdü. Komşusu sevinçle uzandı, sigarayı yaktı.

İlk denemeydi, aç karnına içtiği sigarının dumanı boş midesiyle birleşince hafif başını döndürdü. Gece yaşadıklarından eser kalmadığı gibi, sanki mutluluğa benzer bir his yüzüne yansıdı.  Dua eder gibi açtı ellerini gökyüzüne bir şeyler mırıldandı. Sonra, daha anlaşılır kısık sesle;

“Kâbuslu, karanlık geceden sonra nihayet sabah oldu.” Dedi.

 Sesi hırıltılı, boğuk çıkmıştı. Komşusu, sigara dumanını eliyle dağıtırken, yüzüne, gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

 “Hayat böyle bir şey, sen istemezsin o sana planlarını sunar.” Dedi ve devam etti.“Üç yıl, yedi ay oldu, hiç haber yok! Benimkinin Almanya’dan gelmesini bekliyorum. Kızı bile gözünde yok. Benim halimi biliyorsun.” Suçlayıcı ve kinayeli konuşmasına devam etti. “Madem kesin dönüş yapamayacaktı!”Dedi

Teselli etmek istemişti bu sözlerle Faik’in karsını…

Dikkatle baktığında harabe görüntüsünde antika bir bibloymuş gibi kırılgan duran haline acıdı. Gözaltları torba torbaydı. Sol yanağının üstündeki morluk, çenesindeki kırmızı derin çizik, gecenin iziydi.

İki genç kadın uzun uzun dertleşmek isteseler de Faik’in öfkeli sesinin eninde sonun da kulaklarında patlayacağını bildiklerinden…

“Dur! Bekle!  Efkâr dağıtalım önce.” Derken bahçe kapısından içeri girip, odasına koştu.

Deli dolu bir kadındı, kocasının Almanya’dan getirdiği pikaba plak koydu, sesini sonuna kadar açtı. Ev sahibi kadına ve Faik’e aldırış etmeden…

Biraz önce, Faik duymasın diye, kısık sesle konuşan Faik’in karısı. Hiçbir şeye aldırış etmez bir hal ve tavırla; Bağıra bağıra şarkıyı söylemeye başladı.

“Bir garip yolcuyum, hayat yolunda

Yolunu kaybetmiş, perişanım ben

Mecnun misali, gurbet ellerde…”

Hıçkırıklara boğularak, ağlamaya başladı.

 

 

Güner F. Başaytaç