Şakurrrrr, şukurrrr, şak şukkk…
Boynundan zincirlediği patronunu, meydanda toplanan işçilerin arasına sürüklüyordu Yusuf… Asi, huysuz bir hayvanın ipine sarılmış gibiydi. Zinciri sımsıkı tutuyor; var gücüyle çekiyordu.
Biraz sonra, işçilerin naralarını işitti. Arkadaşlarının gözünde kahramanlaştı. Patron, bir köle gibi yere kapaklandı.
“Kalk, kalk diyorum sana!”
Karısının çığlığı, evi başına yıktı Yusuf’un; uykusunu sele verdi.
“Kalk, diyorum sana. Saatten haberin var mı! Geç kalacaksın işe…”
Yusuf, bu tiz ve rahatsız edici sesi duydukça korkuyor, taşlanan biri gibi kollarını başına doluyordu. Arada bir gözlerini gösterip çarçabuk saklıyordu.
“Kalk artık Allah’ın belası…” diye ünledi karısı.
Yusuf, yorgunluğuna meydan okumak, kalkmak istiyordu bir çırpıda… Fakat bedenine, göz kapaklarına çöken ağırlık, yattığı yere çekiyordu onu.
Bir ara, omzundan bileğine kadar oluşturduğu dairemsi aralıktan bakınca, karısının dişi bir kirpiye döndüğünü gördü. Kadın top top olmuş, dikenlerini kocasının üzerine yağdırıyordu. Dişlerine gerdirdiği sözcükler, kızgın uçlu iğnelere dönüşüp orasına burasına batıyordu Yusuf’un.
“Uyu sen, uyu!” diyordu. “Sana uyumak yakışır…”
Kocasını uyandıramadı. Mutfağın rutubetine daldı söylene söylene.
Ses kesildi, kasırga durdu. Güneşin sararttığı ahşap pencereden içeriyi dikizleyen kedi, deminden beri yaşananlara kulak misafiri olduğu için utandı. Kuyruğunu dikip patilerinin ucuna basa basa dolandı cam kenarında.
Karısının diken bombardımanından kurtulunca kendini yeniden, uykunun yumuşak kollarına saldı Yusuf. Oturma odasında, halının üstünde yatıyordu. Yataksız döşeksiz… İşten gelir gelmez, akşam yemeğini bile yemeden dinlenmek istemişti oracıkta. Sabah oldu. Hâlâ orada.
Birkaç dakika sonra yüzünü tokatladı biri:
“Ba… Baaa… Ba… Baaa…”
Küçük elleriyle gözlerini kapatıyor, “Bom…” deyip açıyordu çocuk. Karşılık bulamayınca uyku denizinin tatlı sularında yüzen babasının yüzüne baktı, yorgunluktan açılmayan göz kapaklarına dokundu, çukurlu yanaklarında gezdirdi pamuk ellerini.
O sırada, gözlerini açtı Yusuf… Burnunun üzerine kapaklanan çocuğun gıdısını gördü. Gülümsedi… Bir süre seyretti yavrusunun güzelliğini… Saçlarını okşadı nasır tutmuş parmaklarıyla. Küçük kızın parlayan gözlerinde çizgili alnını, paslı dudaklarını gördü. Sonra… Patronunun mahkeme duvarı suratı belirdi çocuğun gözlerinde. Hemen ardından kulaklarını sağır eden dehşetli bir uğultu duydu. Kulaklarını tıkadı. İçini tırmalaya tırmalaya dağılan bu sesi aradı.
Uğultunun, çocuğun elinde duran boş biberondan yayıldığını anladığında, karnı üzerinde duran çocuğu yanı başına indirip kapının askılığında duran pantolonu ve ceketine uzandı. Kemerini bile bağlamadan, iş yerinin yolunu tuttu.
Baki Mesut Köprücü