Ölesiye uykusu geldi, içi çekilir gibi oldu, esnemeler de ilave olduğunda ağzını yırtılacak gibi hissetti; “Saat on buçuk, zaten uyku zamanım. Yatmadan yatsı namazını da kılmalıyım.” Dedi. Yatak odasına gitti. Yerde serili, köşesi katlanmış seccadesini düzeltti. Namazını kılmak üzere tülbentini takmıştı ki zil acı acı çaldı. 

Namaza devam etmekle etmemek arasında tereddüt ederken, ısrarla çalan zile kayıtsız kalamadı. Ara vermek zorundaydı. Daire kapısına hızlıca yürüdü ve kapıyı açtı, fakat kimse yoktu. Merdivenlere doğru, “Kim o?” Diye seslendi. Cevap alamayınca salona koştu. Zaten yaz mevsimi olduğundan, cam açıktı. Hafif bir rüzgâr çıkmış, tül perde uçuşmaya başlamıştı. Camdan aşağıya, apartman kapısına, zili çalan kim diye baktı.

Gördüğü beş veya altı adamdan oluşan telaş içinde bir topluluktu. Yüksek sesle bir şeyler konuşuyorlar, fakat sesler uğultu halinde duyulduğundan anlayamıyordu. Sokak lambasının çok iyi aydınlatamadığı karanlık sokaktaki bu karmaşa neydi? Anlamaya çalışırken, gözü yol ortasına park etmiş arabaya ve önünde yüzükoyun yatan, cüssesinden iri bir adam olduğu anlaşılan kişiye, takıldı.

 “Kim bu?” Beyninde şimşekler çaktı. Bağırmak istedi. Sesi çıkmadı. Aklı karmakarışık ve çaresizlik içinde kıvranırken… Uyandı. Bir süre nerede uyandığını anlamaya çalıştı.

“Oh! Rüyaymış…”

Yataktan kalkıp aralanan perdeyi düzeltmeye başladı. Güneş çift perde astığı halde, içeri sızıyordu.

“Namık! Korkunç bir rüya gördüm! Etkisi hala üzerimde.”  Odanın dışına doğru, biraz yüksek sesle söyledi.

Sabah işe gitmek üzere tıraş olan Namık, banyodan:

“Hayırdır!” Dedi.

“Sıkıntı var. Bize mi hayır olsun, başka birine mi? Bilemem.”

“Senin ruh halinle bağlantılıdır, gördüklerin.”

“Ama” dedi kadın.

 Sessizlik oldu aralarında.

 “Gerçek gibiydi.” Derken devam etti.

“Sabaha karşı görülen rüyalar çıkar Namık!”

“Güldürme insanı teknoloji çağında…”

* * *

Mevsim sonbahara dönmüş, birkaç gündür yağmurlu geçmekteydi. Akşama doğru yağmur kesilmişti. Yağmurun arkasından güneş tekrar yüzünü gösterse de feri yoktu artık. Kadın akşam yemeğini hazırlarken, ezan okundu. Ocağın altını kısıp, akşam namazını kılmak üzere tülbentini taktı, Yerde serili, köşesi katlanmış seccadesine doğru yönelmişti ki kapının zil sesini duydu.

“Ne bu alacaklı gibi, acı acı çalıyor!” Diye, söylene söylene gidip kapıyı açtı. Eşinin işten gelme saatiydi

“Kim o!” Dedi ama kapıda kimse yoktu.

“Aşağıdan apartman kapısından çalıyor!” Her zaman yaptığı gibi, otomata basmadan pencereye yöneldi. Cam açık, perde rüzgârın etkisiyle uçuşmaktaydı. Camdan eğilip apartman kapısına baktı. Gördükleri karşısında bir an irkildi.

Beş altı adam kapının önünde, telaşlı, yüksek sesle bir şeyler konuşuyordu. Fakat uğultu halinde duyduğundan, anlayamıyordu. Bu karışıklık neydi?

Yolun ortasında duran arabaya gözü takıldı. Akşamın alacakaranlığında, dikkatini topladığında beyninde şimşekler çaktı. Solukları heyecanının etkisi ile derinleşmişti.

“Kim o?” derken, sesi çok cılız çıktı.

Belli ki zile eşi basmıştı, apartmanın önündeki kalabalık içinden başını kaldırıp cama baktı. Eşinin yüzünü görünce içi rahatladı.

Cama doğru konuşacak gibi dudakları aralandı ama konuşamadı Namık. Sadece “Kaybettim!” diyebildi ve hıçkırıklara boğuldu. Gözleri yaşlı “Hemzemin geçit… Arabayla!” Diye devam etti. Sesi boğuklaşınca sustu. Üst üste yutkundu.“Can dostum! Ortağım!”

Kadının biran nefesi kesildi. Kulakları tıkandı. Gözleri dehşetle açıldı ve sonra yaşla doldu. Elleri titrediğinden, pervaza sıkıca tutundu. Hatırında kalanlar film şeridi gözlerinin önündeydi şimdi.

Yaşananlar… Rüya gibi… Keşke şu an uyansam ve gerçek olmasa…

İçinden, kendi kendine mırıldandı kadın:

“Sana demiştim Namık, sabaha karşı görülen rüyalar çıkar. İnandın mı şimdi?

Güner F. Başaytaç