Beş yıldır sisli dünyasında sanki robot gibi yaşıyordu. Aşksız, ruhsuz, müziksiz… Ev ve iş arasında mekik dokumaktan başka yaptığı yoktu. Arkadaşları ertesi akşam için konser bileti almışlar ve ısrarla onu da çağırıyorlardı.
İş dönüşü kafası karışık, metronun merdivenlerinden inerken duyduğu melodi sadece kulaklarında değil beyninde de çınladı. Sokak çalgıcısının bariton sesiyle irkildi, ne kadar da benziyordu onun sesine. Hem de o şarkıyı çalıp söylüyordu. Derin üzüntü kapladı benliğini. Eli ayağına dolandı, hızlıca uzaklaşmak istedi, ters yöne gidip yürüyen merdivenin ilk basamaklarında yığıldı kaldı. Etraftakilerin yardımlarıyla toparladığında, psikoloğunun “Yüzleşmen gerek yoksa atakların daha sık olabilir” sözlerini hatırladı. Yol boyu düşündü, artık zor da olsa anılarını yâd etmekten başka çaresi yoktu. Eve vardığında elini bile yıkamadan kendini attı kanepeye, gözyaşlarına hâkim olamadı uzun süre. Beyninde uçuşan şarkı sözleriyle uyuya kalmıştı. Saatin alarmı çaldığında boynu tutulmuş halde uyandı, bugün iş olmasaydı dedi yüzünü yıkarken, defalarca su çarptı yüzüne. Kendine geldiğinde aynadaki görüntüsünü dikkatle inceledi, kaşlarının arasında çizgiler ne zaman oluşmuştu, yılların izini ancak fark edebildi. Yüzünü renklendirdi, gardırobunu açtı, her gün giydiği rahat giysileri tercih etmeyip daha şık, siyah ipekten bir elbise seçti kendine. Tüm bedenini heyecan sarmıştı, akşam arkadaşları ile konsere gidecekti.
Musiki, onu bankacılığın stresli çalışma ortamından uzaklaştırıp, ruhunu arındırırdı. Hatta yazdığı bazı şiirleri için bestelense diye heves ettiği günleri hatırladı. Evden çıkmadan çantasına küçük makyaj çantasını da koymayı ihmal etmedi, akşam tekrar makyaj tazelerim diye. Aslında fazla makyaj yapmaz, sadeliği severdi. Ama konser salonuna bakımsız gitmek istemedi. Yıllarca korist ve solist olarak az mı sahne tozu yutmuştu.
İş çıkışı köprü trafiği gözünde büyüdü, güvertede martılara simit atarak yolculuk yapmak en hoşlandığı şeydi. Üsküdar vapuru ile geçti karşıya, Marmaray’la gelen arkadaşları ile iskelede buluştular. Günlük hayatlarından konuşa konuşa Doğancılar semtindeki Emin Ongan Sokak’a girdiklerinde sesi ve elleri titremeye başladı, arkadaşları ne olduğunun anlayamadan bakakaldı. Çok uzun zamandır gitmemişti cemiyete. Konser binasının kapısından girip en üst kattaki konser salonuna çıkmak üzereyken, merdivenlerin ikinci basamağında tırabzanlara dayanıp duraladı, öyle derinden ah çekti ki yanındakiler iyice telaşlandılar.
“İstersen hastaneye gidelim” dediklerini duyunca silkelenip yok bir şeyim diyebildi.
İlk kez izleyici olmanın verdiği heyecanla yerlerine oturduklarında, arkadaşlarının sohbetlerini dinledi, konuşmaya takati yoktu. Sunucunun anonsu sonrasında kanun taksiminin başlamasıyla, gözyaşları kontrolsüzce aktı yanaklarından. “Mehtaplı Gecelerde Hep Seni Andım” beraber çıktıkları konserde çalınan şarkının taksimiydi.
Emin Ongan Musiki Cemiyeti’nin üyesi olarak katıldığı ilk konserdi ve Orhan aşkını itiraf etmişti ona. Zaten kendisi de hoşlanıyordu ondan, kanun çalmasına hayrandı, hiç naz yapmadan evet demişti. Konser çıkışında Moda’ya gitmişlerdi, mehtabın aksi karşısında çaylarını yudumlayıp saatlerce sohbet ettiklerini hatırladı, içini çekti. O gece gözümü kırpmadan sabahın ilk ışıklarıyla yataktan kalkmıştım, nasıl sevinçle işe gittiğimi hatırlamıyorum, bulutların üstünde uçuyordum sanki diye hatırladığında yüzünde tebessüm belirdi. Orhan’ın korist olması yanında bazı konserlerde çaldığı kanun, onu çocukluğuna, annesiyle birlikte gittikleri konserlere götürürdü. Kendisinin hiç merakı olmamıştı enstrüman çalmaya ama çalanlara çok gıpta ederdi. Ailece, televizyonsuz zamanlardan kalma alışkanlıkları, en güzel akşam eğlenceleri pikaba koydukları plakları dinlemekti. En çok da annesinin su gibi sesi ile eşlik ettiği “Nihansın dideden, ey mest-i nazım, Bana sensiz cihanda can ne lazım, ah” şarkısı yankılanırdı evin duvarlarında.
Çalışmaların olduğu günler bankadan koşa koşa gelirdi cemiyete, Orhan da adliyeden çıkıp günün tüm stresini atardı provalarda. Emin Ongan MusikiCemiyeti’nin ilk adının Anadolu Musiki Cemiyeti olduğunu ondan duymuştu. 1987 yılında Ongan’ın vefatından iki yıl sonra anca isminin cemiyete verilmesine üzülmüştü. İnsanlar, neden öldükten sonra daha değerli olarak anılırlar diye sorar cevabını bulmazdı hiç.
Düet yaptıkları o konser… O şarkı…
Unutturamaz seni hiçbir şey unutulsam da ben
Her yerde sen her şeyde sen
Bilmem ki nasıl söylesem…
Onların şarkısıydı artık.
O gece konserden çıktıklarında yol boyunca şarkının sözleri ikisinin de diline pelesenk olmuştu. Keyiflerine diyecek yoktu. Son vapur seferine çok az kaldığını görünce telaşa kapıldılar. Trafik ışığına bakmadan karşıya geçmek için adımını atmasıyla son sürat gelen motosikletin çarpması bir oldu. Gelen ambulans da kurtaramadı, oracıkta, gözlerinin önünde kaybetti sevdiğini. Kader kötü sürprizini yapmıştı onlara, nikâhlarına bir ay kalmışken.
Bir sisli hazan kesilir ruhum
Eğer görmesem…
Ne zaman bu şarkıyı duysa hep yüreği titredi, hiçbir zaman sonunu getiremedi.
Özlem Gemici