Mutluluk kapımızı çaldı bugün. Yaşama sevinci paçalarından süzülen Zehra Teyze, kapıyı açar açmaz daldı içeri.

“Annen evde mi? Dün gece Lila’ya biri taşındı!”

“Muhtar biliyorsa, bizce sorun yok taşınmasında.”

Taşınma haberi, iğne ucu kadar bile dikkatimi çekmiyordu. Ama hem haber hem de Zehra Teyze karşımda dikiliyordu işte.

Bizi baş başa bırakmaya korkan annemin sesi, kendinden önce yetişti yanımıza. “Hoş geldin Zehra, geç otur.”, “Kızım kahve yapıver bize!”

Kadın, camın önündeki koltuğa fırlattı attı devasa bedenini.

“Benimki sade olsun Buse.” 

“Kahveyi sade sevdiğini bilmez miyim hiç? Çayı demli, keki cevizli, böreği de patatesli seversin hatta.”

Laf sokmalarım tesirsizdi bugün. Dişleri ortadaydı yine ama bu gülüyor manasına gelmezdi her zaman, ağzına sığmazdı dişleri, o dudaklar bir türlü kavuşmazdı birbirine. Başladı tükürüklerini döke saça anlatmaya.

“İki adam, eşya demeye bin şahit, üç beş eskiyi eve taşıdığı gibi bastı gitti. Saat gecenin üçü. Saçları dalga dalga beline dökülen bir kadın indi içinden. Başka da kimse yok.  Eve girdi, perde merde hak getire tabii. Pardösüyü çıkardığı gibi ışıldadı açık saçık elbisesi. Kız görseniz, var ya o elbiseyi olsa olsa oros…”

Lila; mazisi lekeli, dışı lila boyalı ev.  Penceremizin en renkli manzarası. Son kiracısı üç günlük gelin sevgilisine kaçınca, zavallı kocası da yitirivermiş aklını. Demek şimdi de yapayalnız, allı pullu giyinen bir kadın mesken etmiş onu kendine.

Kahveler elimde yetiştim cümlenin sonuna.  “Nerden bildin kadının mesleğini, vesikasını sen mi verdin eline? Ayıp vallahi!”

Bu yakıştırmalarına ne çok delilendiğimi bilirdi, onun gözünde “Deli bozuk, femistin” tekiydim. Kelimeyi doğru söyleyemediğinden bihaberdi. Bana özel ürettiği bir küfür de olabilir. Gerekli gereksiz her yerde kullanırdı çünkü.

Annem, beni uzaklaştırmak için kullandığı repliği tekrarladı.

 “Hadi kızım, dersim var diyordun sen!”

Bugün hangi dersi çalışıyormuş gibi yapmalıyım? Coğrafya… Masamızın başkahramanını masaya yerleştirelim bakalım. 

Annem bilmez mi, biliyor tabii, kitaplar önümde yığılı olsa da aklım fikrim defalarca izlediğim, Afife Jale ve Bedia Muvahhit’ın hayatlarının canlandırıldığı “Hayal-i Temsil” oyunun afişinde.

Akşam yemeğinde babam, üniversite hazırlık kursunu sordu. Hemşire, öğretmen gibi güvenceli bir mesleğim olsun istiyor. Yarın gideceğim deyince ses etmedi. Söyleyecek başka şeyler geçiyordu kafamdan ama dilime ulaşamadan tuzla buza döndü hepsi.

Lila, pullu kadın, Zehra Teyze rüyama girdiler.  Pullu kadın ölmüş, helallik almaya tabutunu Lila’nın önüne getiriyorlar. Zehra Teyze “Helal olsun!” diye gözü yaşlı haykırırken, “Senin yüzünden oldu!” deyip yüzüne tükürecektim ki yana yakıla çalan zilin sesine uyandım.

Ben kapıyı açarken, annem saçı başı dağınık, ağzı bir karış açık odasından çıkıyordu. Sabahın körü olduğundan mahcuptu biraz Zehra Teyze, ama mahcubiyetine ne galip geldiyse artık dayanmıştı kapıya!

“Ay ahretliğim kusuruma bakma, valla çatlardım anlatmasam.”

Benim boş bakan suratımdan, kusuruna bakacağım apaçık belli olduğu için, beni görmezden gelip gitti koltuğun yanına. Heyecanından duramıyor, tülün kenarında, gözünü Lila eve dikmiş, oturup oturup kalkıyordu.

“Melahat kız, ister inan ister inanma bu evde acayip şeyler oluyor.“

“Zehra biri mi öldü söyle, ölmediyse ben ölecektim korkudan, ne öyle kız sabahın köründe dayandın kapıya!”

“Yoksa rüyam mı çıktı? Ölmüş mü kadıncağız?” dememle Zehra Teyze bakakaldı suratıma, büyülenmişti söylediklerimden.

“Bak malum oldu sana da! Ben bunun evine gece maymuncukla giren bir adam gördüm. Kesin öldürdü kadını, belalısıysa demek ki!”

Üçümüz de odanın ortasında kalakaldık öylece.  Havai fişek gibi merak yağıyordu tepemizden.

Ben rüyanın etkisinden kurtulamamıştım, annem kafasını toparlamış olmalı ki: “Eşi olabilir, ne biliyoruz?” deyiverdi.

“Eşi olsa bir ışığı filan yakmaz mı canım?”

“Belki uyanmasın diye açmamıştır.”

“Yok, kesin oldu bir şeyler, polise haber verelim,” diyordu ki sesi azaldıkça azaldı, içine kaçtı komşu teyzemizin. “Aaa bizim pullu değil, şalvarlı biri çıktı evden, ne alaka? Ay bunlar çete mi, organ mafyası mı? Bunlar bizi de keserler!” diyerek bıraktı iri bedenini koltuğa. Konuşmadan kaşları havada kaldı bir süre, yeni senaryolar için düşünmeye ihtiyacı vardı belli ki.

“Kurs bakacağım,” diye attım kendimi evden. Beni de delirttiler en sonunda. Kadının zehri kanıma karışmıştı resmen.  Amaçsızca dolaştım sahilde. Mideme giren kramp, aç olduğumun sinyalini verince bir simit aldım, oturdum banka. Kısalan gündüzler yüzünden çabucak geldi alaca karanlık.  Karşıki tepelerin ardından batan güneşin sararttığı gökyüzünün yavaş yavaş maviye geçişini, Salacak’tan izledim.

Birbirinin aynı üç gün daha yaşadıktan sonra, terazinin bir yanı ağır bastı, gittim yazıldım kursa.  Hatta hemen o gün başladım. Rengârenkti herkes, capcanlı, hayat dolu. Ait olduğum yerde hissettim kendimi. Günlerdir nefes alamıyor gibiydim, doydum nefesime.

Eve gider gitmez sarıldım anneme, bu hallerime alışık olmayan kadın şaşırdı. Babam gelince, kursa başladığımı ve çok sevdiğimi söyledim. Umutla bakınca yüzüme, buruldu biraz içim.

Keyfim yerinde olunca annem de keyiflenmişti. Zehra Teyze’nin Lila ile ilgili senaryolarını anlattıkça eğlendik.

“İstediği gibi bir dram çıkmıyor o evden anne, üzülüyordur Zehra Teyze!”

“Öyle deme kız! “

“Anne değişik kadın kabul et. “

“N’apsın kızım, koca yok, çocuk yok, bütün gün film gibi sokağı izliyor kadıncağız.”

O gün kursta yaşadıklarımı anneme anlatmak için delirsem de anlatmadım. Büyük bir mutlulukla uyanıyordum uykularımdan, koşa koşa gidiyordum kursa.

Zehra Teyze’nin takıntıları annemi hem bunaltmaya hem de huzursuz etmeye başlamıştı, akşamları bana dertleniyordu. “Valla ahretliğime kızıyorum ama haklı sanırım, garip kılıklı insanlar girip çıkıyor o eve. Pullusu, şalvarlısı yetmedi şimdi mafya tipliler dolanmaya başladı etrafta. Silah varmış hatta bellerinde, Zehra dedi.”

“Aman anne, seni de senaryo yazma ekibine aldı sanırım ahretliğin, dizileri izleye izleye bu hale geldiniz. Gizli iş çevirecek olsalar bunu apaçık mı yaparlar?

Tam kapıdan çıkıyordum ki, zebella gibi kapıda dikilirken buldum hafiye komşumuzu.

“Nereye kız, kursa mı gene? Bırak bu üniversite işlerini, evlen git kocaya, kaç sene daha deneyeceksin bu parasızlıkta?.. Ay bir arada tutturduydu değil mi bu, tiyatro da tiyatro diye, bir oyuncu eksikti mahallede zaten!” 

Ağzımdan çıkanı bütün mahalle duyacaktı da annem kadını içeri, beni dışarı iteledi alelacele. Sinirimden tepine tepine indim merdivenleri. Laflarının tesiri geceye kadar bırakmadı peşimi, uyku tutmadı, hadsiz kadının söylediği laflar beynimin içinde döndü, durdu.  Konuşamaz olduğu rüyalar gördüm.

Ertesi gün evden her zamanki saatte çıktım. Çıkmamla geri dönmem bir oldu. Merdivenleri koştura koştura çıkıp Zehra Teyze’nin zilini çaldım. Parmağımı zilden kapı açılana kadar kaldırmadım. Akşam nöbeti uzun sürmüştü demek ki, gecikmeli açtı kapıyı, gözü çapaklı, ağzı açık “Annene mi bir şey oldu?” derken, onu yana ittirip daldım içeri.

“Zehra teyze, valla sen haklıymışsın, demin kursa giderken bir arabanın yanından geçiyordum ki konuşmalarını duydum. Ay ne tekinsiz adamdı onlar öyle! Vallahi de vardı silahı, billahi de vardı! Lila’yı gösterip,”Kadını kaçıracağız,” diyorlardı. Anneme bahsedemem, kalpten ölür vallahi!”

Elektrik verilmiş gibi titredi cüsseli bedeni. Işığı sönmüş apartmanın boşluğunu kolaçan edip, küt diye kapattı kapıyı.

Başladım tepinmeye, yapıştım kadının yakasına “Polisi arayalım, beni fark etmişler midir Zehra Teyze? Allah’ım kesin anladılar! Binayı başımıza yıkacaklar! Apartmanda canlı kedi bile bırakmaz bunlar! Belki de bütün mahalleyi yakıp yıkarlar!”

Zehra Teyze, korku nefret karışımı bakışlarını dikmişti üzerime. Kafasını yukarı aşağı yaylandırırken söyleniyordu, “Dedim ben, dinlemediniz beni, işin gücün femistlik, al gördün işte başımıza gelenleri!” İşaret parmağını yüzüme doğru sallarken, ağzına kadar gelen daha beter lafları, birleştiremediği dudaklarının içinde tutuyordu.  

Çöktüm yere, başladım bağırmaya “Sen haklıymışsın Zehra Teyze, ben bilemedim. Kızı kaçıracaklarmış,”İnfaz,” filan dediler, öldürecekler kesin kızı. Polisi arasak mı?”

Gerildi kadın, saçını başını yoluyordu artık. Dışarıda birazdan olacakları hem görmeyi hem de görmemeyi istiyordu. Beyni yanmıştı, görünmez dumanlar çıkıyordu kafasından.

 “Yok, arayacağım ben Zehra Teyze, bunun vebalini nasıl taşırız?”

Cüssesinden beklenmeyecek bir ataklıkla elimden kaptı telefonu. “Dur izleyelim, bir şey olursa ararız.” 

Sessizce izlemeye koyulduk. Lila’dan çıkan kadın yola doğru yöneldi.

“Ay, çıktı evden kadın!” diye çığlığı savururken eliyle kapadı ağzını. Tombul yanakları kırmızıdan mora dönmeye başlayınca, kalp krizi geçiriyor sandım bir ara.  “Hareketlendi adamlar, görüyor musun, kaçıracaklar kızı!”

“Hani nerde?” Tülü aralayışımla, adamlar pencereye döndürdü kafalarını. Biri, kadını arabaya tıkarken, diğer ikisi bizim binaya doğru yöneldi. Yaşama son defa bakıyormuşçasına acıklı baktı komşum suratıma, dermansız dizleri yıktı onu koltuğa. Neden sonra aklına dâhiyane bir fikir gelmişçesine fırladı.

“Annenin yanına kaçalım!”

“Annem yok evde.”

Kapı gümbürdemeye başlamıştı bile.  Can havliyle camı açtı   

“Komşulaaaar!”

“Yapma ne olur! Herkesi birden taramalı tüfekle tarar bunlar. İnsanların günahına girmeyelim!”

“Ay bana ne be!  Bizi öldürsünler diye mi bekleyelim?”

Bas bariton bir ses, kapının gümbürdeyişine eşlik etti.

“Aç kapıyı!”

Zavallı kadıncağız, kapıyı açışımı ağzı açık, dişleri ortada çaresizce izledi.

Sert bakışlı, iri yarı, siyah takım elbiseli iki adam girdi içeri. 

“Canına susayan bağırır!” diyen koca çeneli adam, Zehra Teyze’ye dikmişti gözlerini. Kadın, günlerdir izlediği dizideki adamlar, televizyondan odaya düşmüşçesine büyük bir dehşet yaşıyordu.  

“Derdin ne senin kadın! Sokağı izlemekten başka işin yok mu senin?”

Süt dökmüş kediye dönmüş Zehra Teyze, miyavlıyordu adeta.

“Evladım, bir şey gördüğüm mü var benim? Kataraktlı benim gözlerim, hatta bir gözüm hiç görmez.”

Diğeri bana yanaştı, yılışık bir tavırla “Güzelmişsin yavrum, ama safsın belli ki. Görmedik mi sandın seni?” deyip, silahın namlusunu çeneme değdirince bayıldı Zehra Teyze.

Göz kapaklarının kapanmasıyla, kapandı perde.

Kolonya kokusuyla kendine gelirken, odanın kalabalığından öldüğünü sanmış gariban.  Gerçeği öğrendiğinde “Geberteceğim seni!” diye bana saldıracakken zor tuttular.

Ailem, Zehra Teyze’nin evini ve sokağı tiyatro sahnesine çevirdiğimizi duyunca kızdı haliyle.

Tiyatro sevdası içimde durmaksızın dönmese, Lila’ya girip çıkanlar, tiyatro kursunda karşıma çıkmasa – bir grup oyuncunun, sergiledikleri oyunun sahnesine yakın diye tutmuşlar evi – Zehra Teyze de damarıma basıp basıp durmasa, olmazdı bütün bunlar.

Kadıncağız, performansımı öyle bir anlattı ki annemle babam gönülden razı geldiler artık tiyatro sevdama.

Hayatı pencereden izleyen Zehra Teyze’nin gönlünü almak kolay olmadı. Her oyunumuza davet edeceğimizi, kostüm işlerinde yardım isteyeceğimizi söyleyince yavaş da olsa affetti beni.

Nalan İncekara