
Şair ve yazar (D. 1914, Bursa – Ö. 7 Eylül 1974, İstanbul). Tam adı Mehmet Celâl Sılay. Mehmet Celâl ve M. Celâl Sılây imzalarını, Ahmed Selâmi Sel takma adını kullandı. Bursa Işıklar Askeri Lisesi orta bölümünü bitirdikten (1929) sonra İstanbul ‘da Hayriye ve İstiklâl liselerine devam etti ve İstanbul İstiklâl Lisesi’nden mezun oldu (1934). Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne devam ettiyse de bitirmedi. Gazeteciliğe başlayarak Vatan (1940-44), Tasvir-i Efkâr (1944-45), Her Hafta, Ticaret Postası (1951) gibi gazetelerde çalıştı. Bunlardan başka Yeni Gazete (1957) ve Hergün’de (1959) Ahmet Selami takma adıyla fıkra yazarlığı, Yeni Memleket gazetesinde yazı işleri müdürlüğü (1952-55) yaptı. Bir süre Fransa’da yaşadı (1949-50).
Belli bir akıma bağlanmadığı, bir topluluğa katılmadığı için olsa gerek, şiiri üzerinde gerektiği ölçüde değerlendirme yapılmadı. Halbuki Celâl Sılay, döneminde özgün bir şiir geliştiren önemli şairler arasında yer almıştı. Şiirleri İnkılâpçı Gençlik, Yücel, İşte, Doğu ve Batı, Esi, Yeni İnsan dergilerinde yayımlandı. İşte (1944, 4 sayı), Esi (1956-57, 15 sayı) dergilerini yönetmiş, kendisi de Doğu ve Batı (1954-66, 28 sayı), Yeni İnsan (1963-71, 195 sayı) dergilerini çıkarmıştı. Şiirlerinde düşünce yanı ağır basar. Behçet Necatigil, Sılay için “Son on yılında şiirini tek başına ayakta tutma çabası da bir karakter belirtisidir,” demiştir. Edebiyatçılar Birliği üyesiydi.
“Celâl Sılay gerçek ötesine gitmeden, gerçeğin içinde bir başka gerçek arayan, her gün göre göre görmez olduğumuz, alışa alışa bilincimizden öte kalan nesneleri, yeniden ve ilk görenin hayretiyle göstermek isteyen bir ozan.” (Vedat Günyol)
“Şiire, heceyle başlamış ve bu yolda çok şiir yazmış olan Celâl Sılay, sonradan bütün yeni akımlara katılmıştır. Başlangıçtan beri felsefî şiire yatkın görünen Sılay’ın düşünceleri gittikçe olgunlaşmıştır. Kâinatta, toplumda, hayatta ve kadında tezatlar (çelişmeler) yakalayarak bunları nükteli mısralar halinde yazmayı sevmiştir. Çok şiirinde, üst düzeyde ve düşünceye dayalı nükteler (espri) bulunan Sılay şiirinde felsefi ürperişler bulunan nadir şairlerimizdendir.” (Ahmet Kabaklı)
Doğan Hızlan, 9 Mart 2017 tarihli Hürriyet Kitap Sanat’ta kaleme aldığı yazısında Celâl Sılay’ı anlatıyor: “Saçsız bir baş, fıldır fıldır bakan gözler, her an coşkuyla, yüksek sesle konuşan, yüksek sesle gülen biriydi. Dostlarının bir tespiti: ‘Dinlemesini değil dinletmesini bilirdi’.
Yaşadığı aşk serüvenleri rivayete dönüşmüştü, kendisi bunları anlatmaz ama bilinirdi. Karakteristik ‘kelliği’ ona edebiyat çevrelerinde Napolyon denmesine sebep olmuştu. Yalnız bir adam. Günbatımında, eski Park Otel’in balkonunda otururdu. Gider sohbetini dinlerdik, sonraki durak Tarabya Filiz Restoran’dı. Kitaplarını kendisi bastırır, matbaadan aldığı kitapları birisine verip elden sattırırdı. İmzalı ile imzasız kitap arasında bir fiyat farkı olurdu. Yine bir gün, yeni kitabı için son düzeltileri yaptı, matbaaya gönderdi. Ama basılı halini göremedi. Çünkü o gece ölmüştü. Ölüsünü birkaç gün sonra buldular… Sık tekrarladığı, unutamadığım bir sözü: ‘Aramakla bulunmaz meğer rastgele.’ Yaşamımda birçok kez bu sözün doğruluğuna tanık oldum. Birkaç satırla çizmeye çalıştığım portre, Celâl Sılay’ındır.
Bir gün köşe yazımın altında okurlarıma bir çağrıda bulundum ve şairin kitaplarını bulan olursa iletişime geçmelerini istedim. İki kişi aradı. Biri şairin aziz dostu İsmet Bozdağ. Bazı kitaplarını, hayatına dair en detaylı bilgileri İsmet Bozdağ’dan aldık. Bir zaman sonra Alev Gündüz adında biri aradı. Kendisinde, ‘dayısı Celâl Sılay’a ait bir bavul’ olduğunu, bu hiç açılmamış bavulda bazı evrakın olduğunu bildiğini söyledi. Benden daha kısa sürede oraya ulaşabileceği için, şimdi iyi bir akademisyen ve önemli edebiyat araştırmalarına imza atmış Seval Şahin’den adrese gitmesini rica ettim. Varır varmaz heyecanla aradı. Bavuldan bildiğimiz kitapları haricinde bir kitap daha çıktı! Şair, adını ‘Nahzariyanza’ koyduğu, son tashihlerini yaptığı, kapağını bile hazırlattığı kitabı matbaaya göndermiş. Ancak basıldığını görememişti. Coşku ve hüznü aynı anda yaşamıştık. İyi bir şairin hiç bilinmeyen kitabını bulmuştuk. ‘Hüsran Filizleri’ adını verdiğimiz toplu şiirlerine bu kitabı da ekledik.”
Hüsran Filizleri
hangi kapıyı çalsam, o
soytarı makamında kral
kral makamında soytarı
şu yaşayış dediğin bir ah etmeye değmez
her dönüş yaşayışın bir gününü yutuyor
bir gün ki, bir hayata, neler bahşeder neler
sen insan biçiminde yaşayan bir allahtın
geçtiğin yerde sana tapınırdı zihinler
boşlukların içinde boşluk gibi yaşardın
senin kadar mukaddes, aziz olmadı dinler
vardığı yer nokta olan her sonun manası haldir
kollarımın kavuştuğu mekanda değil
aklımın eriştiği alanda cirit atarım
ben yıldız topluyorum yalınayak
onlar izmarit topluyor otomobilli
bildiğin ve öğrendiğin kadar bilmek ve öğrenmek var
bahar geldiği için çiçekler açmaz
çiçekler açtığı için bahar gelir
hayret aklın en güzel çocuğu; onu kitaplar yedi
şüphe aklın en çirkin piçi; onu kitaplar besledi
sesten kesiliyor sesten, ses gibi için aydınlık
ses gibi aklın mutlu, kesiliyor ses gibi güzel
sıcak olan bir şeyden
bir kuş bir kanat tenimizde
bir rüzgar bir serinlik içimizde
bir gök bir deniz mavi mavi
şarkı bahçe düğün dernek
savru mu deniz mi
neresinden katlıyorsunuz sesi
siz ne yapıyorsunuz orda
beklerim, süre doğruyu çoğaltır
arayamam, gizlendiğin yere girenden kaçarsın
tutamam, hiçbir yerde bütününle değilsin
bırakamam; benimle bir kişiydin, kendinle bin kişisin
“Ağlamayan gözler göremez.”
dışı durgun, içi oynak
yaşam yalancısı, aşk doğrucusu
ne giyinse, giyinişi gün güneşle uyarlı
nereye gitse, yürüyüşü yer-süreyle ayarlı
ne dese, söyleyişi iç-dışıyla duyarlı
dokunsa, dokunduğu aşk olan
sen, karışıklığımın mimarı
savunmayla sataşmanın göründükçe kendisiydi
gizledikçe benimdi, ne benimdi ne kendinin
değmemeli birbirine yaşamıyla anısı
konuşunca yaşam susuyor
susunca ölüm konuşuyor
önce etin usa dar gelmesindeki o sevinç
şimdi usun ete dar gelmesinden bu tasa
sözde sebeple ağlayanlar
gerçek sebeple gülemedi
kurcalanmadık kilit bırakmaz
anahtarı her kapıya uyanlar
duvar olur kent sokakları sevmeyenle dolaşınca
sokak olur ev duvarları sevenle oturunca
yaşamı algı algı açık
ömrü dönem dönem kapalı
gökte diziyle ışıldayan yıldızları
yerde tek tek söndürdüler
hiçbir şeyle denemez kendisini
kendisinde deneyenler her şeyi
“Boşunadır kibir ve her şey boştur.”
Hiç Yolunuz Ormana Düştü mü
hiç yolunuz ormana düştü mü
gözgöre küçük bir adam
büyük bir ağaçla döğüştü mü
ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok
dedelerinin dedeleriyle gelmiş utanmadan
elinde balta sırtında nacak
dedelerinin dedeleriyle gelmiş arlanmadan
kolunda bıçkı belinde ip
dedelerinin dedeleriyle gelmiş sıkılmadan
dengisiz bir boy ölçüşmeydi bu
ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Erol Gökşen ‘Bir Şair Olarak Celâl Sılay’ın Şiir Eleştirileri’ adlı makalesinde Celâl Sılay’ın, şiir üstünde uzun soluklu düşünmüş, değerlendirmelerde bulunmuş bir şair olmasının önemine değinir: “… Cumhuriyet’in ilk kuşağıyla beraber şairlerin sanat anlayışları da farklılaşacaktır, bu durumu onların şiir hakkındaki yazılarında da görmek mümkündür. Bu dönemde şiir hakkında konuşan ve poetik yazılar yazan isimlerin başında Celâl Sılay gelmektedir. 1930’lu yılların ortalarına gelindiğinde şiirleriyle ön plana çıkan Celâl Sılay, 1940’lı yıllardan 1970’e kadar dergilerin ‘Şiir Köşesi’nde kendisine gelen şiirleri değerlendirdiği gibi pek çok gazete ve derginin sayfalarında da şiir hakkında yorumlarda bulunur.”
Celâl Sılay’ın Ocak 1963 ile Ekim 1971 arasında 105 sayı çıkardığı Yeni İnsan dergisinde arkadaşlarından bazılarının maddi desteği büyüktür. Cemil Meriç Yeni İnsan için şöyle yazar:
” … İki yıl Pazar akşamlarımızı beraber geçirdik. Beraber doldurduk Yeni İnsan‘ı. Okunmayan bir dergiydi bu, okunmayan ve satılmayan. Ama Celâl’in son ümit kapısı ve biricik geçim kaynağıydı,” ( Bu Ülke, s. 151, 1992 ).
Yeni İnsan, Celâl Sılay’ın çıkardığı “okunmayan ve satılmayan” dergilerden en uzun ömürlü olanıdır. Aziz Nesin şunu belirtir:
” … çıkardığı dergiler uzun yaşamlı olmuyordu. O dergiler,belli bir akımın yolunda ya da belli bir kuşağın sözcüsü de olmamıştı. O denli çok dergi çıkarmıştır ki, bunları saptamak zordur. Başkasının parasıyla dergi çıkarıyordu denilince, başkasının parasını yediği anlaşılmasın.”
Celâl Sılay için dergi çıkarmak, bir maîşet işiydi; dergileri için sadece Sebahattin Çıracıoğlu gibi dostlarından yardım almazdı, ne yapar ne eder esâmîsi bilinmeyen paralı adamlar da bulurdu. Haldun Taner şunu yazmıştır:
“Yaşamı boyunca ekmek parası yüzünden olmayacak ödünler verdi. Dizine kadar gelmeyen küçük adamların yüzüne güldü. Ali’nin külahını Veli’ye giydirdiği olurdu,” ( Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil, s. 50, 2019 ).
Haldun Taner şöyle devam ediyor:
” Son dönemde aşktan da üstün bir şeye vardı. Kendini olduğu gibi kabul eden, seven, anlayışlı, ince ve şefkatli bir hanımın arkadaşlığını kazandı. Son yıllarını ısıtan tek unsur galiba bu oldu,” ( Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, s. 51, 2019 ).
Serenad
Yarın sabah erken uyan
Ben yıldızıma söyledim
Işıklar serpecek üzerine
Nur içinde uyanacaksın
Ben ağaçlarıma söyledim
Yarın sabah erken uyan
Dağıt saçlarını silkin
Dallar titreyecek şaşıracaksın
Yarın sabah erken uyan
Ben göklerime söyledim
Uzat ellerini fecre doğru
Şafak sökecek bakacaksın
Ben yerlerime söyledim
Yarın sabah erken uyan
Gözünün değdiği her yerde
Çiçekler açacak göreceksin
Kalabalık Cadde dergisinin, Unutulmuş Yazarlar serisinde Taner Ay tarafından hazırlanan Celal Sılay dosyası, şairin Serenad şiirinden iki dizesiyle başlıyor:”Ben yıldızıma söyledim, Işıklar serpecek üzerine. Onu tanıyanlar, Sait Faik’in dışında kavga etmediği kimsenin kalmadığını yazmışlardı; bizde ‘deli deliyi görünce değneğini saklar’ derler ya, Celâl Sılay’ın da sadece Sait Faik ile hiç kavga etmemesini, ikisinin deli olmalarına yoranlar hayli fazladır. Haldun Taner ise Celâl’e ve Sait’e deli demez ama, onları farklı cinsten küskünler olarak sınıflandırır: ” Celâl’in Sait Faik’e büyük sevgisi kolay anlaşılır. İkisi de topluma, çevreye karşı küskündü, buruktu. Sait somurtuk bir küskündü. Celâl’se kendi deyimiyle sırıtkan bir küskündü,” ( Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, s. 48, 2019 ).
Gene Doğan Hızlan’a dönersek, “Celâl Sılay’ın yeğeni Alev Gündüz’ün belirttiğine göre 1961 yılında evlendiği kadın Mesude Nermin Duru Hanım’dır. Öğretmendir. Celâl Sılay unutulmuşluğunun olanca kırgınlığıyla 7 Eylül 1974 günü dünyamızdan ayrıldı. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda medfûndur. Bazı kaynaklarda onun ölüsünün odasında bir hafta kadar sonra bulunduğu yazıyorsa da, doğru değildir. Na’şı Ada D – Parsel 17 / E’de 10 Eylül 1974 günü toprağa verilmiştir.”
Saygıyla anıyoruz…
ESERLERİ:
ŞİİR: Çöl Yolcuları (1932), Dört Kapı (1933), Lacivert Işıklar (1934), Edebî Renkler (1936), Mısralar (1937), Hüsran Filizleri (1937), Merhamet Şiirleri (1943), Acaba (1945), Sonra? (1946), Boşlukta Duran Taş (1949), Zaman ile Yarış (1956), Adamca (1959), Doğa (1965), Aşk Dialektiği (1967), Şimdi Geldin – Şimdi Gittin (1968), Küpe Destanı (1968), İlişki Deyimleri (1969), Karşın (1971), Hüsran Filizleri (bütün şiirleri, 2001).
DENEME: Değinmeler (1966), Kişi Birey (1967), Yorum (1968), Söz-Eylem (1969), Üçüncü Dönem (1971).




Gülayşen Erayda
Kaynakça:
www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/
https://dergipark.org.tr/tr/pub/avrasyad/issue/54909/684859
Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Haldun Taner, Bilgi Yayınevi, Haziran 1986