Türkiye işçi sınıfının ilk kadın şairi

Şiirleri toplatılan ilk kadın şair

Osmanlı Basınında peçesiz fotoğrafı yayınlanan ilk kadın

Nezihenin de yazarlık yaptığı Aydınlık dergisinin kapağı

Tarih : 1 Mayıs 1923  Sosyalistlerin yayın organı Aydınlık dergisinde bir şiir yayınlanır :

1 Mayıs

Ey işçi…
bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.

 Mayıs birde; bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştan başa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin…
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.”

Tarih : 6 Eylül 1923

Matbaa işçileri, çalışma koşullarının düzeltilmesini isteyince bazı gazete patronları ve yöneticileri hem yazıp hem de matbaaya girerek Müşterek-ül Menfaat adlı ortak bir gazete çıkarır; matbaa işçilerine “sizsiz de yaparız” mesajı verirler.  Mürettibin Cemiyeti olarak bilinen Osmanlı Matbaa İşçileri Zanaat Birliği de basın tarihimizin en başarılı eylemlerinden birini gerçekleştirir ve muhabirlik, editörlük yapıp yayınladıkları El-Adl adlı gazeteyle karşı atağa geçerler. Hükümetin araya girmesiyle 20 Eylül 1923’te gerginlik ve grev sona erer. Grev bitmeden iki gün önce Aydınlık gazetesinde Yaşar Nezihe imzasıyla Gazete Sahiplerine başlıklı bir şiir yayınlanır  :

Onlardır eden zevkini, eğlenceni temin
Onlar çalışır etmek için hep seni zengin
Kurşundan hurûfât o hayatı kemirirken
Her gün bir parça solarken ve erirken
…”

Tarih : 1 Mayıs 1924

Aydınlık dergisinde Yaşar Nezihe Hanım’ın bir önceki yıldan pek farklı olmayan 1 Mayıs şiiri yayımlanır.

Tarih: 1 Mayıs 1925

İstanbul’daki işçiler bayramlarını kutlarken; aynı anda kimi yayın organlarında, polisler, Amele Teali Cemiyeti tarafından gece dağıtılan 1 Mayıs Bildirisi için arama yapılır. 13 Şubat’ta patlak veren Şeyh Said ayaklanmasının ardından çıkarılan Tahrir-i Sükun Kanunu gereği İstanbul’da olağanüstü günler yaşanıyordur. Aydınlık, Orak-Çekiç dergisi mensupları ile Bursa’da yayınlanan Yoldaş gazetesi gizli Türkiye Komünist Partisi ile irtibatlı bulunup kapatılır.  Otuz sekiz kişi tutuklanarak Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderilir.  Suçları; komünistlik ile emniyeti dahiliyeyi ihlal ve şekli hükümeti tagyire [değiştirme] mataf [yönelik] ef’al [fiil] ve hakaret”dir.  

TKP lideri Dr. Şefik Hüsnü ile Hasan Ali Ediz ve Nazım Hikmet yurtdışına kaçar, Sadrettin Celal ve Şevket Süreyya gibi on bir kişi yedi ile on beş yıl arası ceza alır. Yargılananlar arasında bir isim daha vardır: Yaşar Nezihe.  1 Mayıs ile ilgili yazdığı şiir miydi yargılanmasının nedeni yoksa 11 Ağustos 1924 tarihinde kurulan Amele Teali Cemiyeti’ne üye olması mıydı bilinmiyor. Ne Aydınlık’ın sahibi ne de yöneticisidir, önde gelen yazarlarından da değildir üstelik. Basın organlarında, davetlerde görünen  bir şair de değildir.  Hatta şiirlerini beğenip tanışmak isteyen Rıza Tevfik ve Ahmet Rasim gibi dönemin ünlü isimlerinin tanışma davetlerini bile kabul etmemiştir.

YAŞAM HİKAYESİ  :

Şiirleri şarkı olarak bestelenen, dillerden düşmeyen ancak kim olduğu pek bilinmeyen bir büyük kadın şairin, Yaşar Nezihe Hanım‘ın acı dolu ama onurlu bir yaşam hikayesidir okuyacaklarınız.

Yaşar Nezihe Hanım, Silivrikapı-İstanbul’da 29 Ocak 1882’de dünyaya gelir. Titizliğiyle bilinen Asım Bezirci;  “Ocak 1882’de, fırtınalı bir gecede, İstanbul’un Şehremini semtinde, Baruthane Sokağı’nda harap bir evde” doğduğunu söylüyor. Hartmann 14 Ocak 1882’de, Taha Toros ise 17 Ocak 1880’de doğduğunu söylüyor. İsmail Hikmet Ertaylan da gün vermeden, Ocak 1880 demekle yetiniyor. Doğum yılı ve günü  konusunda emin olamasak da doğduğu ay konusunda hemfikir olduklarını görüyoruz. Aynı karışıklık doğduğu yer hakkında da geçerli.  Hartmann, Bezirci ve Ertaylan uyum içinde; üçüne göre de şaire Şehremini semtinde, Baruthane Yokuşu’nda doğmuştur ama çoğunluk Silivrikapı, bir adı da Hünkâr İmamı olan Hünkarbeğendi Sokak’ta ısrarcıdır… 

Ailesi, daha önce doğan iki çocukları öldüğü için yeni doğan kıza Yaşar ismini verir. Sonraki yıllarda iki çocukları daha dünyaya gelen ancak onların da vereme yakalanmasıyla hayatta kalan tek çocukları Yaşar Zeliha olur. Annesi Kaya Hanım, Kırım Bahçesaraylı bir aileye mensuptur. Evlendiklerinde Kadri Bey, Kaya Hanım’ın adını beğenmeyerek Eda’ya çevirmiştir. Yaşar Zeliha da on sekiz yaşında evlendirildiğinde annesiyle aynı kaderi paylaşacak, ismi değiştirilecektir. Annesini de altı yaşında veremden ve bakımsızlıktan kaybeden Yaşar Nezihe, kötürüm, yaşlı ve zalim bir amca, yarı deli bir teyze ve babası Kadir Efendi ile evde kalakalır. Şehremaneti Kantar İdaresi’nde kantar memuru (bazı kaynaklarda hademe) olan babası  Kadri Efendi’yi, Yaşar Nezihe : sarhoş, ailesine karşı daima anif ve zalim bir zevç, hissiz, merhametsiz bir baba diye tarif eder.  “Aydan aya aldığı iki yüz kuruş maaşı da götürür içkiye verir, evde çocuğu karısı bin bir azap ve ıstırap içinde kıvranarak açlık ve muhtaçlığın en acı, en ağlatıcı, en derin, en siyah elemlerini yaşarlar. Rivayete göre babasının aile kökleri İmam Zeynelabidin’e kadar uzanmaktadır.(Hakkı Tarık Us)

Annesinin ölümünün ardından yaşlılık ya da sakatlık dolayısıyla yürüyemeyen, kimi kaynaklarda “yarı deli” olarak tanımlanan ve gençlik aşkına sadakatinden dolayı hiç evlenmeyen teyzesi, küçük yaşta ölen kardeşlerinin akıbetine uğramasın ister ve ona sahip çıkar. Ancak yaşı hayli geçkin olduğu için çocuğun bakımıyla yeteri kadar ilgilenemez ancak  bilmeden Yaşar Nezihe’nin şiire yönelmesinde büyük rol oynar. Oyalamak için ona sürekli Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi aşk hikâyelerini anlatan, üstelik bunları gençliğinde başından geçen büyük aşk macerasıyla harmanlayarak yeni hikâyeler yaratan teyzeden ağlayarak dinlediği bu hikâyeler yedi sekiz yaşlarındaki Yaşar Zeliha’nın hem hayâl gücünü geliştirir hem de içinde önüne geçilemez bir okuma isteği uyandırır.

Teyzem cahil, fakat hassas bir kadındı. Annemin ölümünden sonra kalbimin bütün muhabbetini ona vermiştim. Geceleri onun kadit dizlerine başımı koyarak dinlediğim masallar, ufku tahayyül ve tahassürümün açılmasına hayli yardım etmiştir.

Bu okumalar küçük kızın içinde, Bezirci’ye göre fırtınalar koparmış, Ertaylan’a göre de okumak emelini ateşlemiş. Derken sokakta erkek çocuklarıyla oynamaktan vazgeçip okula yazılmak ister ve Kapıağası İbrahim Ağa İptidai Mektebi’ne gidip muallimeye okumak istediğini söyleyerek öksüzlüğünden dem vurup sefaletini hikâye eder. Muallime de hayır diyemez ve hatta okul müdürü kendi rızasıyla okula gelen Yaşar Nezihe’ye kendi gelen adını koyar. Bu serüveni öğrenen baba kızını saçından sürükleyip tekme tokat evden kovar,  günlerce komşularının evlerinde geceler, bir sığıntı hayatı yaşar.

Mahalle mektebine gizlice başladım. Babam işitmiş. ‘Bab-ı Ali’ye katip mi olacaksın?’ diye saçlarımdan sürükledi ve evden kovdu! Vefalı bir komşuya sığındım. Edebiyatı, şiiri, hele aruzla şiir yazmayı kendi kendime öğrendim. İçimdeki okuma hırsını yenemiyordum. Beş param yoktu. Dere kenarlarında papatya, ebegümeci tohumları toplayarak aktarlara satardım. Kazancımın 40 parasını hoca hanıma, 40 parasını kalfaya verirdim. Gördüğüm bütün tahsil budur.

Feryatlarım kitabında ise şair; yalvarmaları ve komşuların ısrarı üzerine babasının kendisini okula yazdırmayı kabul ettiğini, ancak okulun üçüncü ayında haftada iki kuruş olan mektep ücretini vermekten vazgeçtiğini anlatır. Hangisi gerçek bilinmez ama sonuçta okula girebilmiştir. Bir yıl kendi başına öğrenim görmeyi başarabilen Yaşar Nezihe, ikinci yıl destek görmemesi sebebiyle okulu bırakmak zorunda kalır. Bu bir yıllık eğitiminde Kur’an’ı hatmederek okumayı, yazmayı ise şair olduktan sonra şiirlerini yazdırdığı bir arkadaşının artık kendisine resti çekmesi üzerine kendi gayretleriyle öğrenir. Aynı gayreti 1928 harf inkılabında da verecektir. Arap alfabesindeki harflerle yenilerinin birlikte basıldığı bir mendil, Yaşar Nezihe’nin hocası olacaktır.

Edebiyatı, şiir yazmayı kendi kendine öğrenen Yaşar Nezihe, Tecvit, Karabaş, Mızraklı İlmihal, Tuhfe-i Vehbi manzum kitaplarını ve Fuzûlî’yi okur. Kazandığı harçlıklarını taş baskısı aşk kitaplarına yatırır, çünkü aşık olmuştur. Taha Toros’a bu aşk hikayesi şöyle anlatır :

Yıl 1896’ydı. Babam sokağımızda devriye gezen bir çavuşu gösterdi ve ‘Şu çavuşu gördün mü? Ben seni ona vereceğim’ dedi. Çok heyecanlanmıştım. Bir tutkudur yüreğimi sıkıştırıyordu. Her gün sokağa çıkıyor Hilmi Çavuş’un karakolunun önünden geçiyordum. Birkaç defa göz göze geldik. Gözlerimizle seviştik! O dönemde bir genç kız bir erkekle sokakta konuşamazdı. Bir gün Hilmi Çavuş’tan bohçacı kadın vasıtasıyla, küçük bir mektup aldım. Bu bir aşk kitabından aktarılmış, eski tarz bir mektuptu. İlk satırı ‘Gonca dehanım, muhabetlü sultanım’ diye başlıyordu. Bu mektubu evimizde saklayacak yer bulamadımdı. Evlendiğim kocalarımdan, hatta başkalarından yedi çamaşır sepeti dolusu şairane mektuplar almıştım. Ama, bu Hilmi Çavuş’tan aldığım ilk mektubun kalbimdeki yeri başka idi! Neyleyim ki kaderimizde onunla bir yuva kurmak yazılı değilmiş! Ama üç defa evlendiğim halde, hatta yaşımın ileri yıllarına vardığı dönemde de onu unutamadım! Yıllar sonrası onu bir kerecik görebildim. Ağlaşarak birbirimizden ayrıldık. Yıllar sonra çok aradımsa da bulamadım. Ama hayalinden aldığım ilhamla, pek çok şiir yazdım.

Babasının reddetmesiyle on dört yaşında aşık olduğu Hilmi Çavuş’la kavuşamayacaklarının kesinleştiği ve bu nedenle üzgün olduğu bir dönemde Mâlumât’ta gördüğü Leyla Feride imzalı bir şiirin kendisine şiir dünyasının kapısını araladığını anlatır :

Çare Bulan Olmadı Bu Yareye
Pek Yazık Oldu Dili-i Bi Çareye
Mihnet-i Hicran Giriyor Areye
Pek Yazık Oldu Dil-i Bi Çareye

Geçti Gam-ı Firkat İle Rüzigar
Etmedi Vuslat Bile Bu Derde Kar
Ağlasa Da, Sızlasa Da Hakkı Var
Pek Yazık Oldu Dil-i Bi Çareye

On altı ve on sekiz yaşları arasında Yusuf Niyazi (Erdem) ile nişanlanan Yaşar Zeliha’nın ikinci gönül macerası da yine babası tarafından sonlandırılır. Kadri Bey işten çıkarıldığı için ailenin maddi sıkıntıları artmıştır. Yaşar Zeliha’nın zaten zayıf olan sağlığı yoksulluk, bakımsızlık ve gıdasızlıktan daha da kötüler. Sonunda tüberküloza yakalanır. Babası, bakıma gücü olmadığını, Yusuf Niyazi’yi de gözünün tutmadığını bahane ederek on beş yaşındaki kızını kendisinden yirmi yedi yaş büyük Atıf Zahir Efendi ile evlendirir. Atıf Bey Vakıflar İdaresi’nde evkaf katibidir.  Atıf Efendi’nin de ilk vukuatı, beğenmediği Zeliha ismini değiştirmek olacaktır. Böylece Yaşar Zeliha on sekiz yaşında Yaşar Nezihe olur. Önceki iki evliliğini çocuğu olmadığı için sonlandıran Atıf Efendi Yaşar Nezihe’yi de kısa süre içinde aynı sebeple boşar. İlk eşi Atıf Bey’e duyduğu kırgınlığı İnkisâr-ı Âmâl başlıklı manzumesinde dile getirir :

Elinle kırdın, ayağınla çiğnedin encâm

O saf emellerimi, aşkımı, muhabbetimi

Düşüp de pâyine günlerce ettim istirhâm

Mübeddel-i elem ettin bütün meserretimi

Gülmelerinle kan ağlar bu kalb-i pür-âlâm

İlk kez bu evlilikten sonra intihar girişiminde bulunan Yaşar Nezihe ilerleyen yıllarda Atıf Efendi’nin zalimliğini pek çok şiirine konu edecek, veremle mücadele ettiği bu yıllarda ilk evliliğinde çektiği eziyeti Bir Deste Menekşe kitabında anlatacaktır:

Sadrımda elem ben öksürürken

Karşımda o bî-vefa gülerdi

Ağzımdaki kanları görürken

Bilmem niye daima gülerdi

Ardından Yaşar Nezihe, mühendis Mehmet Fevzi Bey’le evlendirilir. Yaşar Nezihe’ye daha büyük bir yıkım getirecek olan bu evlilik beş buçuk yıl sürer. Üç çocukları olur :  Sedat, Suad ve Vedat. Eşi hovardadır ve eve gelmez. Bir süre sonra da aşık olduğu bir kadının peşine takılarak evi terk eder.

Hem terkedilen hem de üç çocukla yalnız kalan Yaşar Nezihe’nin içine düştüğü zorluk Bir Deste Menekşe ve Feryatlarım kitabındaki şiirlerinde adım adım takip edilebilir. Kendisini bırakan ve şiirlerini yakan eşi Mehmet Fevzi Bey’e kızgınlığıyla yazdığı 127 beyitlik Azaplı Geceler şiirinde sitemi, yer yer nefret boyutuna ulaşır. 

Zehirli güllere benzer bu zalim erkekler

Zehirleriyle fenâya bizi sürüklerler

Temas etmeyelim o zehirli güllere biz

Fakat bu defa emin ol, fena zehirleniriz

Bugün onlara karşı metin olmalıyız

Niçin bir erkek için muttasıl yorulmalıyız

Bugün bu gamları onlar için sürüklüyoruz

Ümidimiz var âti için ne bekliyoruz

Zavallı Suad’a başlığını taşıyan şiirde eğlence alemine dalan eşini, açlık ve sefalet içindeki hasta oğluna şikayet eder :

Bugün niçin yine bilmem bu rütbe benzin çok uçuk

Bir ıztırâb-ı ciğersüz içinde inlersin,

Zavallı mâderini sâkinane dinlersin

Baban safahata daldı zavallı hasta çocuk!

Ninni isimli bir başka şiirinde ise kederle başlayan şiir, bir türlü uyumayan çocuğun karşısında annenin sitemiyle son bulur.

Uyu ey ben gibi bedbaht meleğim

Uyu yavrum güzelim göz bebeğim

Uyu ey nazlı sevgili çiçeğim

(…)

Öyle bedbaht-ı cihanım ki Sedad

Edemez kimse gamdan azâd

Ağlayıp hüznümü etme müzdad

Sana bak maderin etmekte niyaz

Sabah oldu uyu hırçın yaramaz

Uyu rahat edeyim ben de biraz

Taş değil ben dahi insanım uyu

Yedigün için Taha Toros’a 1934’de verdiği röportajda basık tavanlı, mağara gibi bir evde, günlerce aç kalarak, üç çocuğun hıçkırıkları arasında sabahlara kadar iğne işi yaparak geçirdiğini anlattığı 1910 kışının en dikkat çekici şiiri Vefasız Zevcime notuyla Fevzi Bey’e yazılmış olandır :

Unutma lostra, kahve, tütün, traş parası

Sana tedarik eden ben idim bu iğnemle,

Çalıştım hep gece gündüz bu gamlı sinemle,

Kanar kahr olası kalbimin derin yarası

(…)

Getirmedin iki yıl bir kuru ekmek,

Senin için çalışırdım hiç de usanmazdım,

Biri bu hâli söylese inanmazdım,

Gömüldü makber-i nisyana altı yıllık emek.

Maaş bin oldu da azdın, kudurdun ey gaddar!

Beni süründürüyorsun çocuklarımla bugün;

Evet sürünmedeyim onları iaşe için,

Seni kahr eder elbet, zaman gelir kahkâr!

(…)

Çocukların bu şeb aç, bin kuruş maaşlı peder!

Büküldü yavruların boyuna, bekliyor yolunu;

Garip etmesin Allah benim gibi kulunu!

Bu hale ağlıyorum ben garik-i ye’s u keder

Yaşar Nezihe’nin iğne işiyle çocuklarına bakmaya çalıştığı bu zorlu dönem büyük bir darbeyle son bulur. Oğullarından Suat ve Sedat vereme yakalanarak kısa süre arayla ölürler. İki oğlunun açlıktan, kuru tahtalar üzerinde ölümü Yaşar Nezihe’nin yüreğinde büyük bir yara açar, eşini asla affetmez. Oğlu Sedat için yazdığı şiirinde ona şöyle seslenir :

Mevtin ne derin yareler açtı ciğerimde                      

Bir makbere döndü koca dünya nazarımda            

Yaş kalmadı şahittir Huda didelerimde                                                    

Bir sönmeyen hicran ateşi var içerimde                                      

Topraklara gömmek seni varmış kaderimde

(…)                                                                                                                                    

Mevtinle kapanmaz dile bir yara bıraktın                                

Maderciğini sönmeyecek nara bıraktın                                            

Encam beni matemzed, biçare bıraktın                                             

Bir sönmeyen hicran ateşi var içerimde                                    

Topraklara gömmek seni varmış kaderimde.

İkinci intihar girişimini bu dönemde yapar. Tek sağ kalan çocuğu Vedad’a yazdığı Arzu-yı İntihar şiirinde bu arzusunu açıkça dile getirir :

Beraber eyleyelim gel seninle terk-i cihân,

Kalıp arkama etme demâdem ah u figan

Ademde ruhumu hüznünle eyleme giryân,

Ne çare dest-i kaderden halâsa yok imkân

Sonraki şiirlerinde de yaşadığı bu acı kaybı dile getirir :

Bir böyle seher vakti uyanmış idim erken                                

Baktım ki zemin türlü çiçekle müzeyyen                             

Kuşlar ötüyor hâsılı âlem idi pek şen                                                  

Herkes şen idi ben idim alûde-i şiven                                    

Vermiştim iki yavrumu bir kabre o gün ben

Evlatlarından sonra babasının ve amcasının ölümüyle iyice yalnız kalan Yaşar Nezihe kendini oğlu Vedat’a adar, onun sorumluluğuyla hayata yeniden tutunur :   “bütün ümidini istikbaline hasrettiği oğlunu yetiştirmek için gece gündüz çalışır, bekâr çamaşırları yıkar, asker ve fukara elbiseleri diker, elinin ekmeği, alnının teriyle kazanır, yaşar ve yaşatır” (Ertaylan). Onu kimsesiz bırakmamak için yaşamdan vazgeçmediğini, kendi babasından görmediği ve kocası Fevzi Bey’in de çocuklarından esirgediği ebeveynliği kendi başına üstlenmeyi, Vedad’ı yetiştirmeyi, okutmayı amaç edinir. Alam-ı Hayat‘ta Vedata şöyle seslenir:

“Senin boynunu büktürmemek için bilsen,                    

Bela-yı kahr-ı maişette maderin ne çeker;                                  

Cerihadar ediyor iğneler bak ellerimi,                                               

Benim yerimde kim olsa bu ömre lanet eder                                      

Aç, sefil inlesek, ölsek kim bilecek?                                     

(Bela-yı kahr-ı maişet : Geçim kahrının belası)

Şiirlerinde hayata karşı duyduğu ümitsizlik çok belirgindir :

Zevk almadım hayâtın baharından yazından                                  

Kara bahtım utansın saçımın beyazından

Buna rağmen şiirden asla vazgeçmez, kısa süre içinde dergilere döner. Üstelik eskisinden daha sık yazmaya başlar. Kendini yeni yeni toparlamaya başladığı bu dönemde sorumsuzluğuyla çocuklarının ölümüne yol açan Fevzi Bey’le son bir karşılaşma daha yaşar:

“Ayrılığımızdan beş yıl sonra, Mühendis Fevzi Bey’den bir haber geldi. Ağır hasta imiş; beni evine çağırıyordu. Hiç titremeden gittim. Karyolasında son dakikalarını yaşıyordu. Benim elimden bir yudum su istedi. Arzusunu hemen yerine getirdim. Suyu içtikten sonra yaşlı gözlerle, ‘Beni affet Nezihe!’ dedi. Beynimde beş yıllık sürünmenin, onun yüzünden fidan gibi iki çocuğumu kaybetmenin tartışmasını yaptım. Çektiğim acılarla nasırlaşmış olan kalbimin son cevabını verdim. ‘Affedemem!Üç saniye sonra gözleri kapandı. Avucumun içindeki eli buz gibi soğudu; ölmüştü” 

Yaşar Nezihe Terakki’ye şiirler yazarken daha önceden tanıştığı ve nişanlandığı, ama babasının karşı çıktığı gazetici, şair, hattat Yusuf Niyazi Erdem ile yıllar sonra tekrar görüşmeye başlar ve 10 Temmuz 1912 tarihinde evlenir. Yusuf Niyazi’nin ısrarıyla gerçekleşen bu evlilik 55 gün sürer çünkü eşinin görev yeri Cide’ye gittiklerinde, evliliğinin on ikinci günü, eşi, evvelce boşadığı iki kadını eve getirir ve eşinin onuncu karısı olduğunu öğrenir. Hemen boşanır ve İstanbul’a döner.

“Evvelce nişanlı kaldığımız Yusuf Niyazi Bey, aradan 13 yıl geçtikten sonra, bana talip oldu! Yakamı bırakmadı. İlk iki evliliğimden yüreğim yanıktı. Ama üçüncü kez de olsa talihimi bir daha deneyim, dedim! Hay demez olaydım! Güya yuvamıza uğur getirir diye, nikâh günümüzü, ikinci meşrutiyetin dördüncü yıldönümüne rastlayan 10 Temmuz 1912’ye düşürmüştük. Niyazi’nin görev yeri olan Cide’ye gitmek üzere İstanbul’dan vapura bindik. Adam daha vapurda iken çapkınlığa başladı. Cide’ye vardığımızın on ikinci günü de evvelce boşadığı iki kadını eve getirdi. Gayet soğukkanlı bir dille ‘Hep birlikte otururuz!’ dedi. Nikâhlandığım 10 Temmuz günü ben onun onuncu karısıymışım da haberim yokmuş! Ancak elli gün dayanabildim. İstanbul’a dönüp mahkemeye başvurdum. Adam, boşamam boşamam, diye tutturdu. Zar zor boşanabildim. Üç evliliğimde, düş kırıklığına uğradım. Hiçbirinden ne birlikte olduğum günlerde ne de ayrıldıktan sonra on paralık yardım ya da nafaka ve tazminat gibi bir şey görmedim”

Boşanmış olsalar da uzun bir süre (40 yıl) mektuplaşır Yusuf Niyazi ile Yaşar Nezihe…Yusuf Niyazi de iki çocuğunu, Fikret ve Necdet isimli oğullarını kaybetmiştir, Yaşar Nezihe de. Bu acı onları yakınlaştırır. Acılarının dışında, güncel dertlerini ve önerilerini paylaşırlar mektuplarda. Daha çok Yusuf Niyazi yazar  ama karşılık vermemezlik de yapmaz Yaşar Nezihe…Eş olarak olmasa da dost olarak onun zor günlerinde teselli eden bu arkadaşlık onu hoşnut eder. Felek Sevinsin şiirinde ona seslenir :

Kalbimizde varken gam, elem, hüsran                                                

Neşeli sanırdı her gören bizi,                                                 

Sevincimiz sahte, handemiz yalan                                         

Yıllarca aldattık birbirimizi

Ne ben saadetten nasibim aldım                                                             

Ne sen hayatında sevindin bir gün                                                 

Ne sen güldün, ne ben elemsiz kaldım                                                       

Bize taliimiz ezelden küskün

Şiirin devamında birlikte intihar etmeyi teklif eder :

Sevgilim hayata veda edelim                                                              

Bari gözümüzün yaşı dinsin                                                                               

Bu fani dünyadan gidelim                                                                

Bizi güldürmeyen felek sevinsin

Yusuf Niyazi de aynı şiirin altına şunları yazar :

Metin ol hayatta mesudlar gibi                                            

Yükseksin ruhumda ma’budlar gibi                                                                

Ey ömrümün ilk ve son çiçeği                                                           

Hasretle inler kalim udlar gibi

1912 yılında, kırk beş yıllık memuriyeti sonrasında koleradan ölen babasından dolayı yirmi iki yaşında bağlanması gereken maaşı otuz dört yaşında bağlanır. 42,5 Kuruş! Bu hayli gecikmiş ve hayli düşük maaşı protesto etmek amacıyla 14 Ocak 1924’te Akşam ve Tanin Gazetelerine mektup gönderir Yaşar Nezihe ve bu mektup yayımlanır :

“Pederim kırk sene Şehremâneti Kantar İdaresi’nde hizmet etmiş, kırk sene Emanet, pederimin yüzde beş kuruş maaşından takaüdiyeye kesmiş. Üç yüz yirmi yedi senesi bir kolera gelip pederimi karargâh-ı ebedîsine götürdü. Pederin tekaüdiyesinden Emânet bana kırk iki buçuk kuruş tahsis etti. Bu kırk iki buçuk kuruşun bu kadar senedir her ay kırk beş parasını kat’ ederler. Bu seksen beş para da arkaya bırakacağım evlâdım için ihtiyaç parası mıdır, nedir bilmem. Gümüş para zamanında bu parayla hâne kirasını veriyordum. Şu gün hânemin kirası dört liradır. Emânet kâğıt para olarak 42.5 kuruş, kırk on beş de para veriyor. Bu para ile bu hayatı sürüklemek mümkün değil. İhtiyar bir kadınım, evvelki gibi çalışamıyorum. Gözlerim görmüyor. Yağsız en kuvvetli makineler bile işlemez. Hayatım daima açlık ve acılar içinde geçiyor. Açlık alçaklık değildir. Uzun müddet bu hâle tahammül mümkün değil. Bir gün haber-i vefâtım işitilirse açlıktan öldüğüme herkesin vicdanı emin olsun.”

Tanîn gazetesi muharrirlerinden İsmail Müştak (Mayakon) bu feryadı duyar ve ertesi günkü “40 Kuruş Eytâm Maaşı” başlıklı yazısında, bir hamalın gündelik yevmiyesinden bile az olan bu maaşı, acınacak bir hadise olarak görüp, “42,5 kuruşa iki bardak su dahi içilememektedir” serzenişinde bulunur.  Mektup hayli yankı bulur, basında tartışmalara neden olur ama kimse kılını kıpırdatmaz.  Sennur Sezer 1995’de Evrensel’de yayınlanan yazısında bu mektubu ‘komünizm’ propagandası olarak kabul eder.”-Tarık Acıpayam-

Daha sonra Mısırlı Prenses Tevfika Hanım’dan beş sene ayda beş lira aylık alsa da hayatı boyunca yoksullukla mücadele eder Yaşar Nezihe. Yoksulluğun derin acısını açlık yüzünden kaybettiği iki çocuğunda, aşkın acısını da hiçbir zaman kavuşamadığı sevgilisinde yaşar.

Altmış senelik hayatımda iki gün gülebildim…Hayatım serteser bir faciadır.(serteser : baştan başa)

Hayatında bitmeyen acılarına karşılık ayakta kalmasını göstermek istercesine 1934 yılında “Bükülmez” soyadını alır.

“On yedi sene Esirgeme Derneği’ne, daha sonraki yıllarda Kızılay’a iş işledim. Şark Eşya Pazarı’nda dikişçilik yaptım. Darphane’de İstiklal madalyalarının kurdelalarını diktim. Geceleri, beş numaralı bir petrol lambasının fersiz ışığı altında, gergef başında sabahları bulduğum çok olmuştur. Bunun yanında kalemimle kendime yan gelir sağladım. Gerek I. Dünya Savaşı’nda gerekse İstiklal Savaşı’nda belimde divit, komşularımın cephede bulunan kocalarına, oğullarına, kardeşlerine mektuplarını yazarak geçim sağladım.”

Yaşar Nezihe’nin şiirlerinde; okuma arzusu ve bu arzunun önüne geçmiş olan baba sık sık karşımıza çıkar. Hem Bir Deste Menekşe’de hem de Feryatlarım’da “pederime” notuyla babasına ithaf ettiği birçok şiiri vardır. Ama babaya yazılan şiirler arasında en çarpıcısı 1928 yılında Nazikter’te yayımlanan “Babam” isimli şiiridir :

Sana karşı kalbimde ne derin bir kinim var                                             

Bu kinim zâil olmaz asırlar geçse bile                                               

Bir avuç toprak olsam yine nîm payîdâr                                    

Haşre dek yazacağım kinimi ilâveyle

Ben yetim evladıma nasıl baba oldumsa                                              

Sen de öksüz kızına bir ana olacaktın                                            

Ben nasıl bin elemle kahr olup da soldumsa                        

Sen de benim derdimle kahr olup solacakdın

Yazık kalbinde yokmuş hisden duygudan eser                                      

Niçin bilmem ki beni bu dünyaya getirdin                                         

Ölsem de ruhum sana haşre dek lanet eder                        

Gözyaşları içinde gençliğimi bitirdin.

Şiir, Yaşar Nezihe’nin, babasının ebeveynliğini kendinin oğlu Vedat’a ebeveynliği ile karşılaştırdığı birçok otobiyografik öğe taşır. Kırk sekiz yaşındayken yazdığı bu şiir Yaşar Nezihe’nin hem çoktan vefat etmiş olan babasına olan öfkesinin dinmediğini göstermesi açısından hem de bu öfkeyi bir dergide açıkça ilan etmekten çekinmediğini ortaya koyması açısından ilginçtir..

Oğlu Vedat, Yüksek Ticaret Mektebini bitirip de 1932’de evlenince annesini yanına alır. Fakat Yaşar Nezihe geliniyle pek geçinemez. Oğlu da karısından yana çıkınca çok üzülür. Zamanla gözleri görmez olur. Oğlu Vedat’ı gelini Hasibe Hanım ile paylaşamayan yazarın yaşadığı huzursuzluk şiirlerinde yoğun olarak işlenir.

Yavrum, emelim, gözbebeğim şûh-ı şenimdin

Hem gonca gülümdün hem yasemenimdin

Gülzâr-ı hayatımda gülen gül-dehenimdin             

Şiddetle severdim seni sen sâde benimdin

Bir zâlimin oldun da esiri ne kazandın                       

Yıllarca yalan sözlerine kandın, inandın               

Yaktın beni ateşlere kendin dahi yandın     

Safvetle seviyordum seni evvelce benimdin”

(…)

Belki ellere uyup yine kuduracaksın                                                     

sol yanağıma bir sille vuracaksın

Bu sefer dişlerim yok dudağım paralanmaz                                

Sanma ki bu hâllere ciğerim paralanmaz

Sonraki şiirlerde Yaşar Nezihe için hayatın giderek zorlaştığını, kendini adadığı oğluyla büyük kavgalar ettiğini, hatta ondan şiddet gördüğünü okur ve ömrünü adadığı oğlundan gördüğü bu tavır karşısında dehşete düşeriz :

Yine para verirken senet isteyeceksin

Başıma dikilerek “Senet ver!” diyeceksin

Yine karşımda zerre hâline geleceksin         

Yine ellere uyup böyle küçüleceksin

1971 yılının 5 Kasım günü  vefat eden Yaşar Nezihe Bükülmez, Küçükyalı Altıntepe Mezarlığı’nda toprağa verilir. Oğlu Vedat ise ondan 6 yıl sonra 29 Eylül 1977 de ölür ve annesinin bulunduğu kabristana gömülür.

E D E B İ H A Y A T I :

Nezihe Bükülmez, sadece hayat hikayesiyle değil, edebî kimliği ile de ilginç bir şahsiyettir.  Halkın içinden biri olarak şiirlerine taşıdığı hayatının yanı sıra döneminin sosyal hadiselerini de aynı içtenlikle taşımasıyla zaman zaman yanlış anlaşılmış bir şairdir. Yaşar Nezihe genellikle eğitimli erkekler tarafından ürünler verilmiş olan divan edebiyatında eser veren az sayıdaki kadından biridir. Döneminin önde gelen kadın yazar ve şairleri gibi iyi bir eğitim görmemiştir. Konaklarda yetişmemiş, kendisinin de belirttiği gibi edebiyatı, aruzla şiir yazmayı kendi kendine öğrenmiştir. Divan edebiyatı nazım şekilleri ve tekniği ile şiirlerini Osmanlı Türkçesi ile yazmıştır.

İlk şiirlerini 14 yaşında kaleme alır :

Sûziş-i aşkınla her an âh u efgân eylerim / Sensin sebep dermânı senden beklerim beytiyle başlayan şiirini Mahmûre mahlasıya, Bi-vefâlık dersini ta’lim edip cânânıma / Ey felek bilmem niçin kast eyliyorsun cânıma diye başlayan şiirini ise Mazlûme mahlasıyla imzalayarak Mâlumât’a gönderir. Şiirleri aynı dergide alt alta yayımlandığında 15 yaşındadır.  1901 yılında Terakki gazetesinde yazmaya başlar. Hanımlara Mahsus Gazete”nin daimi yazarı olur.

1896 yılında 14 yaşındayken Ahmet Rasim’in çıkardığı ‘Hanımlara Mahsus Malûmat’ adlı kadın gazetesinde Leyla Feride imzasıyla yazılmış bir şiiri okudum, çok beğendim. Ben de öyle şiirler yazmak istedim. Ve şiir yazmaya böyle başladım.

Aslında şiiri yazan Ahmet Rasim’dir. Leyla Feride” mahlasıyla yazmaktadır. “Çünkü ilk kadın dergilerinin erkekler tarafından çıkarıldığı bu kültürel alanda, bazen yeterince kadın yazar ve şaire ulaşılamadığı için, bazense müstakbel kadın yazarları eğitmek, kadınların nasıl ve neler yazabileceklerini ya da yazmaları gerektiğini göstermek için pek çok erkek, kadın mahlasları kullanarak yazmaktadır. Üstelik Mâlumât dergisi kadın yazar ve şairleri teşvik etmek için başka yollar da geliştirmiştir. Yayımladıkları şiirlerin, yazıların üzerine birer cümlelik değerlendirmeler eklerler. Yaşar Zeliha’nın şiirlerinin üzerine ‘Şarkınız pek güzel’ notu düşülmüştür.”

Yaşar Zeliha’nın özgüveni aldığı olumlu tepkilerle artar ve Mâlumât’ın yanı sıra Hanımlara Mahsus Gazete ve Terakki’ye de şiir göndermeye başlar. Üstelik aşk ve ayrılık temaları etrafındaki şiirlerle yetinmez. Divan şiirindeki tebrik-nâme geleneğini takip ederek Abdülhamid’e de şiir yazar. Tebrik başlığıyla yazdığı bu şiir Hanımlara Mahsus Gazete’de yayımlanır.

Müjdeler, geldi viladet, etsin âlem iftihâr

Gelmedi misâlin cihana ey şeh-i âlî-tebar

Zâtını vasf etmeye yok ben kulunda iktidâr

Bahtiyârız saye-i şahanenizle bahtiyâr

Okuma yazmayı kendi kendine ilerletmiş on beş yaşındaki Yaşar Nezihe’nin bu şiiri, onun siyasi tavrından ziyade hem divan şiirini hem de günün gelişmelerini takip ettiğini göstermesi açısından ilgi çekicidir.

Mazlume” ve “Mahmuremüstear isimlerinin yanı sıra Mehcure, Yaşar binti Kadri, Yaşar binti Abdülkadir, Nezihe binti Kantarcı, Kadri gibi bir çok müstear kullanan şair, en sonunda Yaşar Nezihe müstearında karar kılar ve şiirlerinin altına bu imzasını atar.

Mâlumât’ta yayımlanan bir başka şiirinde asker yolu gözleyen bir kardeşin acısını anlatır.

Gece şimendifer düdük çalıyor,                                               

Kardeşim!                                                                             

Gözlerim yolda kalıyor,                                                                                

Seni bekler iken sabah oluyor.                                                               

(…)                                 

Herkeslerin harpten geldi kardeşi                            

Sabr ile sağlıktır her işin başı                                                                   

Elbet bir gün diner gözümün yaşı

Yaşadıklarına rağmen şiirden vazgeçmeyen Yaşar Nezihe, tamamen kadınlara ait ilk dergi olan “Kadınlar Dünyası”nın her sayısında yazıları ve şiirleriyle  yer alır. Kadınlar Dünyası “dış kıyafetlerin ıslahı” hedefi doğrultusunda ilk kez Müslüman kadınları peçesiz fotoğraflarıyla sayfalarına taşımaya başlar. Hatta derginin 124. Sayısı “Büyük Şaire Yaşar Nezihe Hanımefendi” başlığıyla ve Yaşar Nezihe’nin peçesiz fotoğrafıyla çıkar. 

Kadınlar Dünyası, Sayfa 124, Kânunisâni 1329-1913

Bu dönemde yazdığı Sen de Şanlı Bir Sahife İlave Et Tarihe” başlıklı şiiri dönemin milliyetçi uyanışını yansıtır. Ardından yazdıkları  “Muhterem Şehitlerimiz”, “Hazreti Fatihin Türbesinde”, “Mukaddes Muhterem Osmanlı Sancağı” ve daha pek çok şiirinde bu özellik görülür.

Düşman yine başkaldırmış yurdumuzun üstüne                   

Gülle kurşun yağdurmakçün ordumuzun üstüne                            

Türk genci, bugün senden vatan imdat bekliyor                           

Koşmaz isen imdadına elden gider vatanın                                         

Sonra sana ecdadının ruhu derse utanın

(…)                                                       

Geliniz Türk kadınları toplanalım bir yere                                    

Yardım etmek bize farzdır huduttaki askere

(…)                                                                            

Genç Türk kızı sen de durma koş Hilal-i Ahmer’e                           

Ya eldiven, ya çorap ör, ya dikiş dik askere                             

Ey genç kadın sen de sakın vazifeni unutma                   

İntikamı öğretmeden çocuğunu uyutma

Bu tarihe kadar yalnızca şiir yazmış olan Yaşar Nezihe 1913 yılında makaleler de yazmaya başlar. İlk makalesi Kadınlar Dünyası’nda yayımlanır. Bu ilk makalesinde  Anadolu’daki kadınların durumunu tartışmaktadır.

Düşünmeli değil miyiz? Anadolu’da kadınlığın mevki-i içtimâsı tarlada amelelik, evde hizmetçilik, ahırda seyislik ve hayvanat-ı bakaraya muavinliğinden başka bir şey değildir. Onlar, ev işini yapar. Onlar, köylerine dört beş saatlik uzaklıktaki tarlalarında çalışır. Onlar, odun için ormana, öküzler, koyunlar için meraya koşar… Yazın kızgın güneş altında, kışın dondurucu kar tufanları arasında bilâ-inkıtâ uğraşır, didinir; fakat bütün bu ikdâm-ı mesâi-i tâkat o bedbahtları yine bir bilâsipâre-i sefâlet şeklinde yaşamaktan, yine kocalarının, hatta köylerinin hakâret ve tecâvüzatına uğramaktan kurtulamazlar. Çünkü onlar erkeğin esiri, tarlanın esiri, her işin esiridirler. (…) Bu hep böyle erkeklerin yapacakları işler altında sefil ve pejmürde ezilerek, ve âciz kaldıkları vakit birkaç kuruşluk sadaka-i mehr ile sokak ortalarına atılarak mı harâp olacaklar? Niçin bunların da nihâyet her kadın gibi bir kadın olduğunu anlayıp anlatmıyoruz? Niçin, niçin, niçin?

Bu hararetli üretim döneminde Yaşar Nezihe’nin ilk şiir kitabı Bir Deste Menekşe, Marifet Kütüphanesi tarafından 1913 yılında basılır. Ancak yeterince ilgi görmez, bir iki eş dostun kütüphanesine girer sadece…

Kimsenin onu fazla tanımadığı yıllar içerisinde Yaşar Nezihe’den bahseden önemli kaynaklar Nevsâl-i Milli  (1914) ve Yaşar Nezihe için üç sayfa ayıran Martin Hartmann’ın Dichter Der Neuen Türkei (1919) isimli eseridir. Bu eserlerin yanı sıra, Amerikalı misyoner Harriet Powers 1914 yılında Adana’dan yazdığı raporunda Yaşar Nezihe ismine yer verir.

1920’lerin başında Yaşar Nezihe eskisi kadar sık olmasa da Kadınlar Dünyası, Şehir, Ayîne gibi yayınlara şiir yazmaktadır. Bu dönem yazdıklarında divan şiiri geleneğine yeniden yöneldiğini, nazirelere ağırlık verdiğini görülür. Kadınlar Halk Fırkası için ninni yazdığı dönemde Ayîne’de “Ulu Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine”  isimli şiiri yayımlanır :

Azm u imanınla koştun yurdun istirdâdına                                            

Sen yetiştin çaresiz kalmışların imdadına                                              

Bin peder oldun şehidânın yetim evlâdına                                           

Verdin İslâm’ın nihâyet âhına, feryadına                                                    

Bin yaşa ey yıldırım gâzi cihân durdukça dur                            

Millet-i İslâm’a sensin bahş eden emin u huzûr

Yaşar Nezihe’nin oğlu Vedat, Aydınlık çevresine dahil biridir. Bu dergide çeşitli yazıları çıkmıştır. Annesini bu dergiye götürdüğü, orada Nâzım Hikmet’le tanıştırdığı hatta Nâzım Hikmet ona yakınlık gösterdiği ve  her karşılaştığında “abla” diyerek saygıyla elini öptüğü söylenir.

1923 yılının 1 Mayıs’ında Aydınlık’ta yayınlanan şiirinin ardından, birkaç sayı sonra “Kızıl Güller” isimli şiiri okurla buluşur.

Sevemedim gülleri bu yıl da yine                                                                  

Öyle gül isterim ki gülmelidir                                     

Bana “kardeşlik” hissi vermelidir…                                   

Koklamak güçtür hârı gül yerine…

(…)                                                                                                                                    

Kırk bahar geçti de hayatımdan                                                             

Bir kızıl gül koparmadım hâlâ…                                        

Bir bahar gülleriyle gülse bana                                       

Beklerim hep bunu sebatımdan…

Böyle alûde-i müştâk ü mihen                                                        

Gelecek nevbahara muntazırım;                                           

Beklerim; beklemekle müftehirim:                                                        

Beşerin kurtuluş baharını ben…

Aynı yıl Mürettipler Cemiyeti’yle gazete sahipleri arasında bir anlaşmazlık çıkar ve greve gidilir. Bu greve destek vermek üzere “Gazete Sahiplerine” isimli bir şiir yazar Yaşar Nezihe ve  18 Eylül 1923 tarihli Haber’de çıkan bu şiirle haksızlığa uğrayan işçileri savunur :

Bir “hak” sesi duyduk yine biz hak                                                       

Ürktü bu sadâdan nice sırttan geçinenler                    

Patron: Bu sadâ sahibini susturamazsın                                

Hak isteyenin ağzına taşla vuramazsın

Son eşi olan edebiyatçı Yusuf Niyazi Erdem’in 1917’den 1928’e kadar çıkardığı sanat ve edebiyat gazetesi “Nazikter”de baş şair(e) olarak yer alır ve yine eski eşinin el yazısıyla çıkardığı “Çiçek“te de şiir ve mektupları yayınlanır.

Nevsal (özyaşamöyküsü tefrikası) Akşam gazetesi ve Tanin gazetesinde yayımlanır (Tarih tespit edilememiştir). Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi’nin şiirlerini sever, Orhan Seyfi’nin “Kanarya”sına bayılır.  Fuzuli için “günlerce okusam doyamam” der. Nedim’in hoşuna gitmediğini söyleyerek ekler. “Demek neşe de insanı söyletirmiş! Gamsız, ıstırapsız onun nasıl şair olduğuna şaşıyorum,  Hâmit’i okudum fakat anlamadım, o herhalde anlaşılamayacak kadar yüksek bir şair” diye ilave eder. Ve Şükufe Nihal’i çok görmek istediğini dile getirir.

1924’te (bazı kaynaklarda 1925’te) şiirlerini Rif’at Necdet’e basılması için verirken :

Yalnız bu yazılar benim bir demir kafes içindeki kuş heyecanı ile çırpınan yaralı kalbimin feryadlarıdır. Emin olunuz ki ben her satırını gözyaşları arasında yazdım. Kitaba bu namı verirseniz matemlerime hürmet ve beni çok memnun edersiniz

der ve kitap adıyla yayımlanır. Ancak kitap pek rağbet görmez. 

Feryâdlarım isimli kitabına bir mukaddime yazan Rif’at Necdet Bey’in sözleri Yaşar Yaşar Nezihe’nin halini gözler önüne serer : 

Maîşetin mecbûr ve mahkûm-ı sükût ètdiği kalem yerine iğne kullanan eli, bugün beyâz bir gergef üstünde pek güçlükle hareket ediyordu. İğnesini son def’a kumaşa batırıp bırakdı ve başını ağır ağır kaldırarak:

İşte benim hayâtdan nasîbim… artık eskisi gibi gözlerim de görmüyor,

dedi ve saç mangalın bakıyye-i muhteviyyâtı olan kıvılcımları karıştırmağa başladı:

Bakınız, bunlar da benim ömrim gibi ihtizâr ânları yaşıyor, biraz soñra sönüp kül olacak. Fekat, ya ben?!.. evet, ben bu ıztırab ve mahrûmiyyetler içinde, kim bilir daha ne kadar çırpınıp duracağım.”

Yüzüne dikkat ètdim. İki damla yaş, yanaklarına doğru iniyordu.”

Bu yüzden Rıf’at Necdet, Yaşar Nezihe’yi hıçkıran üslup, feryad eden ruh, elemle derinleşmiş, samimi hüdâ-dâd şair olarak adlandırır. Daha sonraki yıllarda basılmamış tüm şiirlerini emanet edeceği Taha Toros ise Yaşar Nezihe’den ıstırap şairi olarak bahseder.

Bir yıl sonra, Aydınlık’ta yeni bir 1 Mayıs şiiri yayımlanır ve unutuluş çanları çalmaya başlar Yaşar Nezihe için. 3 Haziran 1925 tarihli Cumhuriyet’te yer alan habere göre aralarında Aydınlık’ın sahibi Sadrettin Celâl’in de yer aldığı on iki kişi komünistlik suçlamasıyla gözaltına alınır. Mevkuf Komünistler başlıklı haberde Yaşar Nezihe Hanım’ın rahatsız olduğu ve tedavisinin yapıldığı bilgisi de yer almıştır. Yaşar Nezihe şiirlerini Aydınlık’ta yayımladığı, Amele Cemiyeti’ne üye olduğu ve grevlere destek verdiği, hatta vaktiyle (1920’de) Ankara’ya açlıktan yakındığı telgraf gerekçesiyle karakolda bir gece tutulup sonra serbest bırakılır ve uzun bir süre takip edilir. Bir başka kaynağa göre Osmanlı dönemi feministlerinden, dostu Nezihe Muhittin Hanım’ın ilgisi sayesinde soruşturmada aklanır.

Nezihe Hanım serbest bırakıldıktan sonra uzun bir sessizliğe gömülür. Artık “komünist” olarak mimlenmiştir! Kimse yüzüne bakmaz, şiirlerini yayınlamaz.  Günden güne dergilerde görünmez olur. “Asır, Nazikter, Rübab, Yarın, Mâlûmât, Kadınlar Dünyâsı, Kadın, Kadın Yolu (Türk Kadın Yolu), Menekşe, Nay, Envar-ı Vicdan, Terakki, Şehir, Osmanlı Kadınlar Alemi ve Aydınlık“ta şiirler yazan Yaşar Nezihe Hanım unutuluşa terk edilir.

1928’den sonra izine rastlanmaz.  Hatta bunun üzerine Murat Uraz, şairenin öldüğüne kanaat getirip hazırladığı  Kadın Şair ve Muharrirlerimiz isimli Antolojide,  Yaşar Nezihe’nin ölüm tarihini 1934 olarak tespit eder. Oysa o tarihlerde Yaşar Nezihe, Yedigün için 22 yaşındaki Taha Toros ile görüşmektedir.

Tarih : 4 Temmuz 1934

İstanbul Üniversitesi Hukuk mezunu ve edebiyata meraklı Taha Toros, “kadın şairler” hakkında bir antoloji hazırlarken, Martin Hartmann’ın 1919 yılında hazırladığı “Dichter Der Neuen Türkei” adlı Antolojisinin 81- 83 sayfalarında, adını hiç duymadığı bir şairin adına rastgelir : “Yaşar Nezihe” Hartmann, onun şiirlerini değerlendirirken : “Şaire, devrinin edebiyatının daha çocukluğunda düzenli eğitim görerek yetişen ve maalesef eserleri milli sayılmayacak önde gelen kadın edebiyatçılardan değildir. O hemcinslerinden farklı bir halk çocuğudur. Arapça, Farsça unsurlarla zorluk içinde ilgilenebilmiştir; fakat bu durum onun şiirlerinde pek çok şahsi özelliğin teşekkülüne yol açmıştır. Ben onun bu yönünden dolayı bazı meşhur şairlerden yüksek bir yere yerleştiriyorum” diye yazmaktadır. Aramaya başlar, çok kişi öldüğünü söyler ama o vazgeçmez. Sonunda bulur da.

Ben, aslında yarım bilgi sahibi olanların haberlerine inanmadan, aramalarımı sürdürdüm. Sonunda Yaşar Nezihe’nin Kadınları Esirgeme Derneği’nde çalıştığını, o günlerin değerli bir düşünce kadını olan, ünlü, Kadınlar Birliği Başkanı Nezihe Muhittin Hanım’dan adresini buldum. Onun da selamlarını üstlenerek 4 Temmuz 1934 günü, Aksaray’da Oruç Gazi Sokağı’ndaki 4 numaralı evin kapısını çaldım. Sımsıkı sarılmış siyah başörtülü, yerlere kadar sarkan bol entarili, beli kuşaklı, kırmızı yanaklı, yorgun bakışlı, 55 yaşlarında bir kadın açtı. Görünümüne bakılırsa, bu aranan kadın şair olamazdı! Belki, onun evine hizmete gelmiş bir kadındı. Oysa çok kere gerçekler, dış görünümünde değil içteki özde saklıdır. Bu kadın, o günün toplumunda unutulan, bir kenara itilen, gölgede kalmış, hatta öldüğü söylenmiş şair Nezihe Hanım’dı.(Taha Toros – Mazi Cenneti I, s 132)

Yaşar Nezihe bütün arşivini Taha Toros’a teslim eder.  Şiir Defteri, Yaşar Nezihe hayatta iken Taha Toros’a yayımlaması için teslim ettiği basılmamış bir eseridir. Ünlü araştırmacının arşivinde şaireye ait dosyada üç defter bulunmaktadır. Bu defterlerden birincisi, ilk eseri Bir Deste Menekşe’nin el yazısı ile yazılmış orijinal halidir. İkinci defter, şairenin takip edebildiği kadarıyla dergilerde yayınlanan şiirleri için tuttuğu kayıt ve gayri matbu dipnotlu şiirlerinden oluşmaktadır. Bu defterdeki kayıtların çok sağlıklı olmadığı yapılan çalışmalarla tespit edildi. Bu dosyada bulunan üçüncü defteri ise gayri matbu şiirlerini ihtiva etmektedir. Burada elli beş adet şiir bulunmaktadır. Nezihe Bükülmez, 1934’ten 1942’ye kadar yazdığı şiirlerini bu defterde toplamış ve müstakil bir eser taslağı halinde düzenleyerek Taha Toros’a teslim etmiştir. Şairenin bu çalışması “Şiir Defteri” adıyla üçüncü eseri olarak değerlendirildi. (İlknur Tatar Kırılmış) Dosyanın içinde ayrıca Taha Toros ve Yusuf Niyazi’ye gönderdiği mektuplar ve çeşitli resimler bulunmaktadır.

Yaşar Nezihe daha sonraları kendi unutuluşu adına,  hem kendisini ölmeden öldüren yeterli bilgi donanımından yoksun araştırmacılara hem de kendisini öldü bilip de ardından bir kelam bile yazmayan şair dostlarına hitaben bir şiir yazar.

Kimse bu satırları böyle alan kaleme                                                    

Bir son vermek istemiş benim gama eleme                              

Bakmış günde yüz kere ölüp duruyorum                                   

Ölümü bir saadet bir nimet biliyorum;

İnsafsız kalemiyle beni öldürüvermiş,                                            

Aklınca gözyaşıma böyle nihayet vermiş.                                           

……                                                                                

Bir şair arkadaşım ismimi yâd etmemiş                                     

Benim için bir mısra bile inşâd etmemiş                                         

…….                                                                                                                                   

Bugünlerde hele yok hiç ölmeye niyetim

Daha çok bekliyor benden aziz milletim (1948)

İlerleyen yıllarda bazı şiirleri bestekârların ilgisini çeker ama ne yazık ki şarkıları da kendisi gibi şanssızdır. 250 şiiri şarkı olarak bestelenmiş ve okunmuşsa da çeşitli musiki kaynaklarında söz yazarı/şaire diye adı anılmaz.

Yaşar Nezihe Hanımın yazdığı, Münir Nurettin Selçuk’un bestelediği şarkı Nihavend makamında olup, usulü düyektir :

Hatırla mazi-i mes’udu sen de ben gibi yan

Tulû’a bak beni yâdet gurûba bak beni an

Unutmadım seni ömrümde bir dakîka inan

Tulû’a bak beni yâdet, gurûba bak beni an

Zemîni türlü çiçeklerle süsledikçe bahar

Dalar terennüme gülşende tatlı tatlı hezâr

Hatırla sen de beni her dakîka sevgili yâr

Unutmadım seni ömrümde bir dakîka inan

Tulû’a bak beni yâd et, gurûba bak beni an                                       

Sadi Hoşses’in bestelediği eserin makamı ise Hüzzam makamı olup, usulü aksak ve curcunadır :

Ne dökmek istesem yaş var, ne çeşmanımda fer kaldı

Bu sevdadan bana bitmez, tükenmez gam keder kaldı

Ne canandan vefa gördüm, ne aşkından eser kaldı

Bu sevdadan bana bitmez, tükenmez gam keder kaldı                     

Sadettin Kaynak’ın bestelediği eser Hicaz makamında olup, usulü aksaktır :

Açıldı gül figan etmekte bülbül nev-bahar oldu                                  

Sema güldü zemin güldü cihan gark-ı mesal oldu                              

Bütün gamlı gönüller şad ü hürrem bahtiyar oldu           

Benim gönlüm şen olmaz derd ü gamla ihtiyar oldu                        

Yaşar Nezihe’nin şiirlerine en büyük ilgi Urfa’dan gelir.  Bir rivayete göre 1930’lu yıllarda Urfalı gazelhanlardan biri askerlik yaptığı İstanbul’dan dönerken yayında götürdüğü Feryadlarım adlı kitabını meşk meclislerinde okur, diğer gazelhanların da beğenisini kazanarak şöhreti yayılır. Kitabın, 1984’de Gaziantep/Nizip’te, matbaa sahibi Mehmet Sağlam tarafından latin harfleriyle baskısı yapılır.

Gerçekte ise Nezihe’nin Feryatlarım kitabı Urfa’ya özellikle bilinçli olarak getirilmiştir. Zira kitabı getiren şahıs da şiire ve sanata ilgi duyan Ömer Ulugergerli’dir. Yaşar Nezihe’nin ölünceye kadar İstanbul’da komşusu olan ve Beyazıt’ta lokanta işleten Ömer Bey’le Yaşar Nezihe, Mehmet Emin Mancı’nın anlattığına göre ana-oğul olmuşlardır, hatta Yaşar Nezihe kitabında yer almayan bazı şiirlerini ona imzalı olarak vermiştir. Urfalılarla Yaşar Nezihe’yi de o tanıştırmış olmalıdır.

Gazeteci Yazar Naci İpek’in anlattığına göre Nezihe’nin birçok Urfalı ile tanışıklığı vardır. Özellikle o dönemlerde Şair Halil Gülüm’ün İstanbul Süleymaniye’de bir bekâr odası vardır. Bu bekâr odasına İstanbul’da üniversitede okuyan birçok Urfalı ve dönemin meşhur romancılarından Peyami Safa, Yaşar Nezihe gibi isimler takılır. Hatta Naci İpek’in kendisi bizzat Nezihe ile burada tanışmıştır.

Sıra gecelerinde Kazancı Bedih, Tenekeci Mahmut, Halil Hafız gibi gazelhanlar tarafından okunan şiirlerinden en beğenileni “Mecnun isen ey dil sana Leyla mı bulunmaz”dır :

Mecnun isen ey dil sana leyla mı bulunmaz

Bu goncaya bir bülbül-ü şeyda mı bulunmaz

Sun şerbet-i lal-i lebin ağyara vefasız

Saki mi bulunmaz bana bir sahbâ mı bulunmaz

Arzetmiyorum aleme alam-ı derunum

Yoksa bana bir mahremi sevda mı bulunmaz   

Bir sen misin alemde tabip illet-i aşka

Teşhis-i dile başka etibba mı bulunmaz
  

Al aşkını ver gönlümü allah için olsun

Dil vermek için dilber-i rana mı bulunmaz 

Mesud edecek kimse seni yoksa nezihe

Meşgul edecek bir şuh-ı hülya mı bulunmaz

(Ağyar : Yabancılar – Alam-ı Derun: İç alemleri – Bülbül-ü Şeyda : Şeydâ; aşkının büyüklüğünden kendini kaybetmiş, tutkun, müptelâ demek.. Güle aşık bülbül için, bülbül-i şeydâ “tutkun bülbül” denir şiirlerde. – Dil Vermek : Gönül vermek, sevmek – Dilber-i Rana : Güzel dilber – Etibba : Tabipler, Doktorlar – İllet-i Aşk : Aşk hastalığı – Mahrem : Gizli, Yasak, Haram – Saki : İçki sunan – Sehpa : 1-Küçük masa  2-Dar ağacı – Şerbet-i Lal-i Leb : Dudağın kırmızı şerbete benzetilmesi – Şuh : Serbest ve neşeli tavırlı, işveli, cilveli (kadın) – Teşhis-i Dil : Gönlün teşhis edilmesi)

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem”, “Bir perinin aşkına düştüm çok efgan eyledim”, “Felaket dîdeler hem meysiz hem meyhanesiz olmaz” gazelleri de Urfa sıra gecelerinde en çok okunanlardır :

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem  

Endamı dilaranızı tubaya değişmem 

Virane nişin olsam, emin ol ki seninle

Ben meskenimi tarımı balaya değişmem

Tenha gecelerde beni eyler müteselli  

Baykuş sesini bülbülü şeydaya değişmem

Peymane-i sem nuş ederim sak-i gamdan

Bir katresini bir dolu sahbaya değişmem 

Sen naz ile gözler süzüp ettikçe tebessüm

Bir handeni vallahi bu dünyaya değişmem

Urfa belediye başkanı İbrahim Halil Çelik de Yaşar Nezihe üzerine bir araştırma yapar ve bu araştırmasına Feryadlarım’ın gazellerini incelediği çalışmayı da ekleyerek 1987’de “Yaşar Nezihe Hanım Hayatı, Sanatı, Gazelleri isminde bir eser yayımlar.

Şair Ana” tiplemesiyle Yaşar Nezihe’nin şiire düşkünlüğünün, yoksulluğunun, eylemciliğinin, son anlarının anlatıldığı “Ölü Soğumadan” adlı öykü yüzünden soruşturmaya uğrar, yazarı Bekir Yıldız  141 ve 142. maddeden yargılanır. 

“……….siyasi ve edebî tarihimiz açısından biraz tuhaf, hayli ironik bir durum olmuş doğrusu… Hele hele 1974 affı ile yazarın serbest bırakılması, buna rağmen öykünün tutuklu kalması ise tuhaf ötesi ve absürt…” -Murat Batmankaya-

Tarih: 2 Ekim 1948

Hakkı Tarık Us’un, İstanbul Üniversitesi konferans salonunda düzenlediği “50 Yıllık Kalem Erbabı” adlı etkinliğinde jübilesi yapılan yazarlar/şairler arasında Yaşar Nezihe’nin de anı anılır. Bu sayede ismi yeniden hatırlanır ve 1949-1954 yılları arasında Kadın Gazetesi’nde ara ara şiirleri yayımlanır.

İbnulemin Mahmut Kemal İnal, ‘Son Asır Türk Şairleri’nde Yaşar Nezihe Bükülmez’e yer verir ve metheden satırlar kaleme alır :Mihnetler içinde kalmayıp bu hayatı refahet ve saadet içinde geçmiş olsaydı daha güzel yazar mıydı? Bu suali “elbette yazardı” cevabıyla acele etmemelidir. Çünkü her meslekte nice kıymetli adem vardır ki sefalet ve ızdırabın dehşetli darbelerine uğrayarak yetişmiştir ve onların eserlerine pek çok defa tefevvuf etmiştir. İşte Yaşar Nezihe de o kıymetlerderdir ki taliinin çirkinliğine mukabil eserlerinin güzelliğiyle müteselli olabilir”

Şair Sennur Sezer de Yaşar Nezihi Bükülmez’e yazdığı “mektupta” şu sözcüklerle seslenir : “Sayın Yaşar Nezihe Bükülmez, 130. yaşınızı kutlarken, tüm emekçi kadınlar adına, izin verirseniz ellerinizden öpüyorum. Sizin ilk 1 Mayıs şiirini yazdığınızı anlattığımda salondaki her kadın öylesine heyecanlanıyor ki.”

Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını alışının 75. yıldönümü anısına, 13-16 Ekim 2009 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından İzmir’de düzenlenen “Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi”nde kongreye katılan  Harid Fedai, Prof. Dr. Serdar Kurt’a, Yaşar Nezihe Bükülmez’in şiir kitaplarının üniversite tarafından yeni yazıya dönüştürülüp yayınlanması dileği iletir.  Onun Yaşar Nezihe hakkındaki bir kadın kimliğiyle yaşadıklarına, yaptıklarına ve şiirlerine bakıldığında onu bir köşeye koyup unutulmaya bırakmak çok yazık olur” sözlerinden etkilenen  Füsun Çoban Döşkaya ile Harid Fedai’nin çalışmaları sonuç verir ve ortaya “Yaşar Nezihe” isimli kitap çıkar.

Yaşar Nezihe anısına yazılmış bir de senaryo bulunmaktadır. TRT Radyosu “Arkası Yarın” programı için yazılan bu “Gizli Bir Kadın Ozan” isimli bu senaryo Lütfiye Aydın’a aittir.

Hayatı boyunca yoksullukla, cehaletle, hayal kırıklıkları, kayıplar, acılarla uğraşan ancak hiç bir zaman şiirden vazgeçmeyen Yaşar Nezihe’nin şu şiiri hayatının kısa bir özetidir sanki :

Ben sefalet tahtında şanlı bir hükümdarım,

Binlerce gam nedimim bilsen ne bahtiyarım.

Sağımda yüz bin elem, solumda yüz bin keder

Bana hürmetle bunlar başlarını eğerler..

Hanendelerim matem, sazendelerim hicran

Hep feryad-ü figandır sarayımda duyulan

Sakilerim felâket, zehirdendir şarabım

Her an zehir içmekle hem mestim hem harabım.

Zairlerim gözyaşı teessür, ıstıraptır..

Hayatımın her demi cehennemi azaptır…

Yaşar Nezihe hanımın bir vasiyeti varmış. Ben de yetkililere ulaştıralım istedim bu isteği, satırlarımda. Dilerim bu isteği yerine getirilir ve şairemizin ruhu biraz olsun rahat eder. Yaşar Nezihe hanım, doğduğu ve yıllarca ıstırap çektiği Silivrikapı’daki Hünkâr İmamı Sokağı’na adının verilmesini istemiş ve şöyle demiş :

O sokakta öyle hatıralarım var ki bir gece açlıktan fareler üzerime hücum etti

5 Kasım 1971 günü İstanbul’da vefat eden şair Yaşar Nezihe Hanım’ı vefatının 49. yılında, Rif’at Necdet’e verdiği bir fotoğrafın arkasına yazdığı sözleriyle sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.

Kalb-i milletden siler devrân

benim de ismimi Bârî sen yâd

et temâşâ eyledikce resmimi

Rûhıma bir fâtiha ihdâsıdır

tekmîl recâm

Hâke kalb eyler ecel elbetde

birgün cismimi.

-AYŞEN CUMHUR ÖZKAYA-

NOTLAR :

AYDINLIK : Osmanlı Devleti’nin ilk sosyalist dergisi olarak, Şefik Hüsnü (Deymer)  önderliğinde, 1 Haziran 1921 tarihinde aylık olarak yayın hayatına başlayan dergi.

KADINLAR DÜNYASI : “Kadınlık hukuk ve menafiini müdafaa eder, musavver gazetedir. Sahaifimiz cins ve mezhep tefrik etmeksizin Osmanlı hanımları âsârına küşadedir” tanıtımıyla 4 Nisan 1913’te yayın hayatına başlayan Kadınlar Dünyası Osmanlı Türk/Müslüman kadın hareketinin en büyük atılımı olmuştur. (Çakır, 2011). Dergi benimsediği bütünlüklü kadın politikası, kültürler arası bir kadın dayanışması ve hareketi yürütme gayreti ve açıktan feminist söylemiyle diğer kadın dergilerinden farklı bir yerde durur. İlk sayının hemen ardından, Kadınlar Dünyası’nın yazı kurulundaki kadınların Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’ni kurmuş olması bu bütünlüklü politikayı yalnızca söylemde bırakmayıp hayata geçirme çabasının, örgütlenme ihtiyacının bir sonucudur. Derginin sahibi ve başyazarı Nuriye Ulviye Mevlan, ilk sayıda bu politikayı yaşanılan uyanış devrinin ve yeni kurulmakta olan toplumun temelinde “kadınların ilerlemesi için gerekli olan adımları cesaretle gerçekleştirmek” şeklinde açıklar (Çakır, 2011, 146). Kadınlar Dünyası ilk sayısından itibaren yüksek öğrenim hakkı, kamu kurumlarında çalışma hakkı, kamusal alanda yer alma hakkını savunur ve bir yandan da feminizmi tanımlamaya çalışırken, Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti de bu değişimleri hayata geçirmek için örgütlü mücadelenin ilk adımlarını atmaktadır. Cemiyetin başlangıçta hedef belirlediği üç mücadele alanına -dış kıyafetlerin ıslahı, işçilik hayatının iyileştirilmesi, eğitimin yaygınlaştırılması- kısa sürede yenileri eklenecek, kadınlar yaşamın her alanına yayılan bir cinsiyet rejimi reformunu gerçekleştirmek için yoğun bir mücadele yürüteceklerdir. 

MALÛMÂT : “Mâlûmât dediğim, Servet-i Fünûn gibi yeni edebî oluşumlara karşı bir denge unsuru olarak doğrudan doğruya Abdülhamit tarafından desteklendiği ileri sürülen, Fuad ve Artin Beylerin öncülüğünde, II. Abdülhamit devrinde yayımlanan ilmî, fennî ve edebî muhtevalı haftalık bir mecmua… İmtiyaz sahibi, müdürü ve muharriri ise Mehmed Tahir; nam-ı diğer Baba Tahir…

Mecmua, hem Servet-i Fünûn hareketinin doğmasına sebep olan “abes-muktebes” tartışmasını başlatan Hasan Âsaf adlı gencin “Burhân-ı Kudret” adlı manzumesini, hem de Servet-i Fünûn hareketinin dağılmasına yol açan Ali Ekrem’in “Şiirimiz” adlı yazısını yayımlaması açısından mühim… Tabii bir de heveskârlara kucak açması… Bastıkları şiirin üzerine şairi cesaretlendiren, çoğu bir cümleden mürekkep değerlendirmeler yazılması da…”

KAYNAKÇA :   

                                                                                     Abdullahabdurrahman.wordpress.com                                                                   

Ali Hikmet ince :  Tesettürlü Sosyalist Yaşar Nezihe                                       

Asım Bezirci :  Yaşar Nezihe

Doğan Alpaslan Demir : Bükülmez Bir Kadın Şair Yaşar Nezihe Hanım                                                                              

Edebiyat Söyleşileri : Yaşar Nezihe Hanım – Gamsız, Istırapsız Nasıl Şair Olunur Şaşarım                                             

Feryal Saygılıgil :  Kadınlar Hep Vardı – Türk Solundan Kadın Portreleri                                                                       

Füsun Çoban Döşkaya : Bekir Yıldız ve Yaşar Nezihe

Harid Fedai : Füsun Çoban Döşkaya : Yaşar Nezihe

İlknur Tatar : Yaşar Nezihe Bükülmez Hayatı ve Şiirleri               

Lütfiye Aydın                                                    

Mehmet Kurtoğlu : Aşkın ve Melalin Şairi Yaşar Nezihe   (Surkav Dergisi)

Soner Yalçın : Türkiye İşçi Sınıfının İlk Kadın Şairi : Yaşar Nezihe Hanım

Tarık Acıpayam : İşçi Haklarını Savunan Bir Osmanlı Hanımefendisi Şaire Yaşar Nezihe Hanım                                        

Zozan Çetin : Emek hareketinde Kalem İşçisi Bir Kadın : Yaşar Nezihe