1895 yılında Selanik’in yenilikçi, devrimci ortamına doğan ve ilk gençliğini bu ortamda okuyarak, yazarak geçiren Sabiha Nazmi, Balkan Savaşı sonrasında azınlık durumuna düştüğü memleketinden ailesi ile İstanbul’a göçmek zorunda kalır. Henüz on sekiz yaşındadır. Selanik’in düşünsel olarak son derece hareketli ortamından sonra İstanbul günleri oldukça sıkıcıdır Sabiha için. 1915 yılında, Selanik’ten tanıyıp yazılarından beğendiği genç gazeteci Mehmet Zekeriya ile İstanbul’da evlenmesi Sabiha’ya eşiyle birlikte mücadele dolu hareketli bir yaşamın kapılarını açar. Cumhuriyet döneminde aldıkları soyadları ile Sabiha-Zekeriya Sertel çifti yakın tarihimizin üretken ve mücadeleci gazetecileri, düşün insanları olarak yazın ve siyaset dünyasında yerlerini alacakları bir yaşama başlarlar.
1. Dünya Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ile sonuçlanmasının ardından İstanbul’un karanlık günlerinde bir taraftan Mehmet Zekeriya’nın zorlukla bulduğu memuriyetteki maaşı ile geçinmeye çalışan genç çift bir taraftan da Cağaloğlu’ndaki evlerinde dönemin önemli aydınları ve edebiyatçıları ile buluşmaktadır. Anadolu’da Mustafa Kemal liderliğindeki direniş hareketinin de başladığı 1919 yılında Cağaloğlu’ndaki evde toplanan aydınlar bir dergi çıkartmaya karar verirler; Büyük Mecmua.

Büyük Mecmua’nın 6 Mart 1919 tarihli ilk sayısı
İstanbul işgal altındayken çıkartılan bu derginin amacı ülkenin perişan halinde umutsuzluk değil çaba ve umudu yeşertmek, halka aşılamak olarak belirlenmiştir. Dergi, 1919 yılının Mart-Aralık ayları arasında on yedi sayı yayımlanmıştır. Dergi çıkmaya başladıktan iki ay sonra Mehmet Zekeriya tutuklanınca o sırada yirmi dört yaşında genç bir anne olan Sabiha Zekeriya “Müdür ve İmtiyaz Sahibi” olmuş ve türlü zorluklarla dergiyi çıkartmaya devam etmiş, aynı zamanda dergiye hemen hemen tamamı kadın konusunda olmak üzere makaleler yazmıştır. Hamit Erdem tarafından derlenen “Kadınlığa Dair” kitabında işte bu makaleler bir araya getirilmiştir. Kitapta ayrıca yine Büyük Mecmua’da basılmış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Halide Edip, Yahya Kemal, Mehmet Fuat Köprülü gibi isimlerin öykü, şiir ve makalelerinden bölümler de yer almakta.

Ümit Alan, Sabiha-Zekeriya Sertel’in Davamız ve Müdaafamız kitabına yazdığı önsöze, dönüp dönüp okuduğum şu mükemmel cümle ile başlıyor.
“Türkiye tarihinden belge okumak, insana sonsuz bir ‘şimdi’ içinde yaşıyormuş hissi veriyor.” (1)
Sabiha Zekeriya’nın Büyük Mecmua’nın ilk sayısında yer alan “Türk Kadınlığının Terakkisi” adlı makalesinden on dördüncü sayıdaki “Kadınlık ve Seçimler” makalesine kadar “Kadınlığa Dair” başlığı altında tüm yazdıklarını işte bu bitmeyen “şimdi”nin içinde okudum. Bir kadın olarak Cumhuriyet’in kazanımlarını takdir ve mutlulukla kutlamamam -hele ki içinde yaşarken- tabi ki mümkün değil, ama erkek egemen düşünüşün yaşadığımız çağ ve toplumda hala 1900’lü yılların başındaki seviyede olduğunu da kızgınlıkla gördüm. Sabiha Zekeriya’nın 1919 yılında makalelerine konu ettiği feminizm, kadınların toplumsal hayata katılımı, kadınların eğitimi, tesettür, kadınların siyasette yer alması, aile-çocuk-kadın, çalışma hayatında kadın gibi konuların hangisi bugünkü yaşamımızda tamamen çözüme kavuşmuştur diyebiliriz? Daha da vahim olarak, ne yazık ki mevcut durumda kadınların, “devlet baba”nın hemcinslerini himaye ettiği erkek şiddeti karşısında “hayatta kalmak” mücadelesi verdiği bir zamanı yaşıyoruz.
Sabiha Zekeriya, 1.Dünya Savaşı yenilgisinden sonraki zor zamanlarda yazdığı makalelerinde kadının daha çok hak ve olanağa kavuşması konusundaki mücadelesini çok samimi ve yaşama dair bir gerçeğe dayandırıyor. Savaş sırasında kadın mecburen evinden çıkmış, cepheye giden ve orada şehit olan ya da geri dönse de çalışacak vaziyeti olmayan erkeklerin toplumsal hayatta boşalttığı yerleri doldurmak zorunda kalmıştır. Hem cepheyi hem ülkenin geri kalanını beslemek üzere tarımsal üretim yapmıştır, cepheye lojistik destek vermiştir, kısa eğitimler sonucunda sağlık hizmetlerinde çalışmıştır, devlet işlerinin yürütülmesi için boş kalan memuriyetleri doldurmuştur. Ve bu işlerin tümünün de altından kalkmıştır. Şimdi artık kadınları tekrar evlerine göndermek, kafesli pencerelerin arkasına kapatmak mümkün değildir. Ayrıca milyonlarca evladını yıllardır cephelerde yitirmiş, bitmiş tükenmiş bir memlekette bu hazır iş gücüne çok ihtiyaç vardır. Dünyanın değiştiğinden bahseder Sabiha Zekeriya ve bu değişime karşı koymanın mümkün olmayacağını ifade eder.
Sabiha Zekeriya, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesini savunurken karşısına çıkan “kadınlar liyakatsizdir, siyasi meselelere karışacak derecede rüştlerini ispat etmemişlerdir” itirazına şöyle cevap veriyor yazılarında.
“Türkiye’de seçim hakkı ve siyasi hukuk, kullanılarak öğrenilen bir şey gibidir. Meşrutiyet ilan edildiği günden beri on sene geçtiği halde erkeklerimiz bu siyasi rüştlerine sahip olduklarını ispat edebilmişler midir?”
O sorduktan yüz yıl sonra ne cevap verebilirim ki Sabiha Zekeriya’nın bu sorusuna? Mafya babaları ile ortaklık yapan, kendi siyasi ikbalini ülkenin geleceğinin önüne koyan politikacıları görünce bu ülkenin kadınıyla erkeğiyle toptan siyasi rüştünü ispat edemediğini düşünmeden edemedim. Sadece siyasi değil ahlaki rüştümüzü bile ispat edemedik daha.
Kırmızı Başlıklı Corona
(1) Sabiha-Zekeriya Sertel, Davamız ve Müdaafamız, Can Yayınları, 2015